Yüz yıl sonra Saray’dan gelen şiir sesleri…

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Şiir; bir tarife göre, hikmettir…

Şiir; son derece etkili edebî bir lisandır…

Şiir; bazen oktur, silahtır…

Şiir; bazen zırhtır, kalkandır…

Şiir; algıdır, imajdır, propagandadır…

Şiirin, gençlik yıllarında pek iltifat edilmese de, insanın dinginlik döneminde ayrı bir yeri ve önemi vardır…

Şüphesiz ki şiir, Türk kültürünün en zengin ve en engin unsurlarından birisidir. Şairler, halk ozanları… Köroğlu, Dadaloğlu, Âşık Veysel, Seyrani… …ve yazılan onlarca Divan, Divançeler… ve şiir risaleleri söz konusudur.

Şiirin, edebî, ilmî ve kültürel cephelerine ilaveten, tam yüz yıl önce Sultan II. Abdülhamid döneminde farklı bir konumu ve fonksiyonu olmuştur.

Sultan II. Abdülhamid’in güzel sanatlara olan merakı malumdur. Onun tiyatroya, musikiye, operaya, resim ve marangozluğa ilgisi… ve muhtelif cinsten değerli eşya koleksiyonculuğu… söz konusudur.

Ancak onun güzel sanatlara olan merakı, marangozluk müstesna, bir sanatkâr olarak uygulayıcısı olmaktan daha ziyade izleyici olmak şeklindeydi. Yalın anlamda durum bu olmakla birlikte o sanatın bütün şubelerini bir siyaset unsuru olarak görmüş ve kullanmıştı.

Örneğin o, bir edebî bir sanat dalı olan manzum türden her esere yakın bir alaka göstermiş ve ilgilenmişti. Şiir yazmamakla birlikte kendisi için yazılan her türden manzumeyi okumuş yahut dinlemişti.

Döneminde şiir yazımını genel anlamda teşvik etmiş ve muayyen şahsiyetlere şiirlerini toplamaları ve Divan oluşturmaları tavsiyelerinde bulunmuştu.

Onun bu yöndeki teşviki nedeniyledir ki, Osmanlı dünyasında şiirin yazılıp okunduğu en zengin devirlerden biri onun saltanatı dönemi olmuştu. Onlarca şair onun için şiir yazmış, kendisine, idaresine ve hizmetlerine methiyeler dizmişti. Adına yazılan şiirler Anadolu’dan, Balkan coğrafyasından, Arap yarımadasından olmak gibi sadece Osmanlı coğrafyası ile sınırları kalmamış; halife-i rû-yi zemîn olması hasebiyle bütün gönül coğrafyasını kapsar bir şekilde, Fransa’dan, Almanya’dan ve bütünü ile Avrupa’dan ve hatta ta Hindistan’dan onun için, onun adına methiye, kaside, mersiye ve bir hayli şiir yazılıp gönderilmişti.

Adına ve devrine dair kaleme alınan manzumeler (şiirler), pek tabii ki, bütünüyle müspet de değildi. Olumsuzları, yergide bulunanları ve hatta küfre varacak ölçüde düzeysizleri de vardı. Tevfik Fikret gibi tetikçi şairlere ilaveten Şair Eşref gibi seviyesiz hicivleri olanlar da bulunmaktaydı…

Hal böyle olmakla birlikte Sultan Abdülhamid, her halükarda şahsına, hizmetlerine ve dönemine dair güzel şiirler yazılmasını istemiş ve özendirmeye gayret etmişti. Zira onun saltanatı süresince izlemiş olduğu politikalardan birisi de, üzerinde pek durulmamış olan, Şiir Siyasetidir.

Sultan Abdülhamid dönemi, Batı’da ve Amerika’da basın yayın araçları üzerinden ciddi ve son derecede şiddetli ve bir o kadar da organizeli bir şekilde algı operasyonlarının, imaj oluşturma çabalarının azami derece ve ciddiyetle yapıldığı bir dönem olmuştur.

Radyo, televizyon ve internetin henüz keşfedilmediği o dönemde her türlü neşriyat, müspet veya menfi, algı oluşturmanın vazgeçilmez unsuru olarak görülmüştür.

Batı’da sürdürülmekte olan bu yöndeki algı çalışmalarını Sultan Abdülhamid yakından izlemiş, gerek neşriyat gerekse daha başka unsurları devreye sokarak, içte ve dışta kendisi ve idaresi imajına, itibarına ve meşruiyetine karşı başlatılmış olan yıkım ve karalama çalışmalarını, öncelikle bertaraf etmek veya tesirsiz hale getirmek, bu da mümkün olmaz ise o takdirde, en azından, sekteye uğratmak maksadıyla mukabil bir çabanın içerisine girmiştir.

fewlkfwegg

Bu nedenle Osmanlı coğrafyası dâhilinde ve haricinde şahsını, saltanatını ve icraatlarını meth u sena eden hemen her şairi bulmuş, buldurmuş ve ödüllendirmiştir. Bu ödüllendirme bazen atiye verme, bazen bir göreve atama, bazen parasal destekte bulunma, bazen affa nail olma, bazen saraya ve çevresine dâhil edilme, bazen nişan ihsanı ve bazen de daha başka türden ödüllendirme ve ihsanlara mazhar kılınma şeklinde gerçekleşmiştir.

Dolayısıyla onun şiire olan ilgisi, salt bir edebî zevk yahut sıradan bir merak olarak şekillenmemiştir. Diğer bir ifade ile o, şiiri bazen bir kalkan bazen de bir silah olarak kullanmayı temel amaç olarak benimsemiştir.

Onun bu anlamdaki şiir siyaseti, şiiri özendirip şairi mutlu kılarken şiir kitaplarının neşrini de muayyen esaslara bağlama gereğini kaçınılmaz kılmıştır. Bu yöndeki düzenlemelere peşinen sansür deyivermek, ona ve idaresine dair, şablonlarla konuşmaktan başka bir şey değildir.

Sultan Abdülhamid’in şiir siyaseti, neticesi itibariyle, hiç şüphe yok ki, sadece kendisini ve idaresini aklamakla yahut kendisine ve idaresine yapılan saldırıları sınırlamakla sonuçlanmamıştır.

Her şeyden önce böyle bir siyaset sebebiyle döneminde manzum eserler rahatlıkla neşv ü nema bulmuş, zengin bir edebî kültür çevresi oluşmuştur.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, kütüphane ve arşivlere bir göz attığımızda onlarca ve yüzlerce eserin söz konusu siyaset neticesi vücut bulduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.

Türk kültür tarihi o dönemde hakikaten pik yapan bir şiir yazımı ile renkli bir güzelliğe ulaşmıştır. Köylüsünden en üst bürokratına kadar neredeyse herkesin dilinden şiir dökülmüştür. Sadece erkeklerin değil hanım şairelerin de kendilerini, adeta erkeklerle yarışırcasına, ispat ettiği bir güzel sanatlar alanı vücut bulmuştur. Neticede, bu dönemde son derece düzeyli ve kıymetli şair ve şaireler yetişmiş ve şiireler yazılmıştır…

İzlenen bu siyaset neticesinde, dönemin neredeyse her bir icraatı için yazılmış bir kaside, bir mersiye yahut bir methiye bulmak bugün için hiç de zor değildir. Yunan Harbi, Teselya galibiyeti, Dömeke muzafferiyeti, Çanakkale destanı, Hamidiye Marşı… hemen bir çırpıda akla geliverenleridir…

Sultan Abdülhamid’in bilinçli bir şekilde izlemiş olduğu Şiir Siyaseti kendisinden sonra da izlenmiş midir veya izlenmiş ise ne derece şuurlu bir surette sürdürülmüştür konusu hakikaten sorgulanmaya ve incelenmeye değer bir husustur.

Sultan Abdülhamid dönemi şiir siyaseti içte ve dışta mevcut yönetimin meşruiyetini sağlamayı ve kendisine karşı menfi yönelişleri etkisiz hale getirmeyi hedeflemişken, 1909 sonrasında ise başta 10 Temmuz İnkılabı muhtevalı olmak üzere bir hayli konuda şiir yazılmıştır. Ancak bu dönemde şiirin hedefi hemen hemen bütünü ile içe dönük ve Sultan Abdülhamid devri ve iktidarını kararlamaya yönelik olmaktan da kendisini maalesef kurtaramamıştır…

Cumhuriyet’in ilk yıllarına hâkim olan atmosfer ise artık şiirin ucunun daha da keskinleşip son derece sivri bir ok haline gelerek kamu vicdanını derinden yaralamış olması halidir.

Bu dönemdeki uygulamalara şiirle meşruiyet kazandırma arayışına İkinci Meşrutiyet devrinin ölçüsüzlüğü bir anlamda ölçü olmuş, pervasızlık ve hakaret öne çıkmış ve bütün bunlara mevcut idarece de, teessüf ki, iltifat edilmiştir.

Aradan geçen çalkantılı, darbeli, yaralı bereli dönemlerden sonra günümüzde şiirin siyasi alanda kullanımı ve terennümü noktasında Sayın Cumhurbaşkanımız öne çıkmakta ve fazlasıyla da ilgi ve alaka celb etmektedir.

Hemen belirtelim ki, Sayın Cumhurbaşkanı ile Sultan II. Abdülhamid’in iktidarları arasında bir asırlık bir zaman farkı olmakla birlikte, her iki şahsiyet arasında ruh ve gönül dünyasında aynı esaslara mensubiyet ve yüz yıl önce ve sonra maruz kaldıkları siyasi olaylar noktasında ciddi bir ayniyet söz konusudur.

Beslenilen kaynaklar aynı kaynak, yaşanılan coğrafya aynı coğrafya, komşular aynı komşu ve problemler aynı problem olunca ayniyet derecesinde benzerlikler nasıl olmasın ki!

Bu husus muhakkak ki ayrı bir makale olabilecek ve hatta bir kitap kapsamında ele alınabilecek derecede bir zenginliye sahiptir…

Muhtaç olunan kudretin damarlardaki asil kanda aranması faslından sonra artık günümüzde terennüm edilen şiirin dil ve muhtevası; vatan - millet, din – devlet, iman - sadakat, satvet - şehadet ve benzeri tarzdaki tarihî, dinî ve millî toplumsal kıymetler, geleneksel değerler, birlik ve beraberlik kavramları ekseninde ruhlara hitap etme şeklini ve rengini almıştır.

Evet, şiirin siyasî kültürümüzdeki yeri oldukça kadimdir ve şiir Türk toplumunun sosyolojik ve psikolojik bir olgusudur. Diğer bir ifade ile Türk toplumu ile şiir adeta et ve kemik misalidir.

Hal böyle olunca Sayın Cumhurbaşkanımızın gayet isabetli, tarih-i kadim tarzdaki şiirsel yaklaşımları, doğrudan ruhlara ve gönüllere hitap ettiği için toplumun ekseriyeti tarafından oldukça müspet bir surete karşılanmakta ve ruhlarda haklı bir ma’kes bulmaktadır. Ancak Türk toplumunun bu psiko-sosyolojik ve kültürel olgusu, onun tarih-i kadiminin güzel bir değeri olması yanında, kötü bir zaafıdır da. Belki de bu değer ve zaaf dualitesinden ötürü Türk toplumda hem Asım’ın nesli hem de Haluk’un fikri bugüne değin hep var olagelmiştir.

Diğer taraftan bugün, bir anlamda, tek bir kişi tarafından tek başına icra edilmekte olan şiir siyasetinin maalesef temel bir sıkıntısı daha söz konusudur:

Malum, son dönem Osmanlı devletinde bir kaht-ı rical gerçeği vardır. Bütün gayretlere rağmen de bu kaht bir türlü bertaraf edilememiştir. Devlete bir hayli ıstırap vermiş olan bu sıkıntı, bertaraf edilmek bir tarafa, bilakis Çanakkale muharebeleri ile daha da derinleşmiş ve kökleşmiştir.

Belki de bu durumun bir neticesi olarak, döneminin tabiriyle, kaht-ı rical sıkıntısı, günümüzün ifadesiyle, Babayiğit ihtiyacına evirilmiş gibi gözükmektedir. Zira yapılan hizmetleri anlatacak, ihtiyaç duyulması halinde yeni marşlar yazacak, methiye ve mersiyeler noktasında kalem oynatacak ve düzeyli şiirler yazabilecek kaç düzine şair yani babayiğit sayabiliriz ki!

Hiç şüpheniz olmasın ki, o beğenilmeyip her fırsatta taşlanan Sultan Abdülhamid devri olsaydı, en azından 15 Temmuz felaket ve ihaneti yahut Fırat Kalkanı harekâtı ve Afrin’deki kutlu hâkimiyet ve galibiyet; bu galibiyet ve hâkimiyetlerin elde edilmesi için kanını ve canını hiç tereddüt etmeden feda eden ve etmeye müheyya bulunan mübeccel askerler, muazzez komutanlar ve nihayet vatanperver siyasîler için onlarca şiir, methiye, kaside… yazılırdı.

Diğer Yazıları