Yunanistan Avrupa'nın büyüttüğü çocuktur

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti birçok milletin yanında Yunanlıları da uzun bir süre bünyesinde barındırmıştı. Ancak bu birliktelik on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde vuku bulan bir isyanla bağımsızlık arayışına dönüşmüştü.

Rumlar, Osmanlı Devleti coğrafyasında hemen her tarafa yayılmış olmakla birlikte daha ziyade Mora, Teselya ve Epir bölge­lerinde yaşamaktalardı. Diğer milletlere kıyasla da mühim bir avantaja sahiplerdi. Ancak Osmanlı Devleti’nin zayıflama­sına paralel olarak isyan içerisine girmeyi tercih etmişlerdi.

İsyanlarla başla­yan ve kademe kademe gelişen Rum istiklal mücadelesinin en yoğun dönemi Osmanlı Devleti’nin çöküş tarihlerine rastlar. 1814 yılında kurulan Filiki Eterya adlı gizli cemiyetin çalış­maları bağımsızlık mücadelesine hız kazandırmış, 1828 yılına kadar devam edecek olan bir dizi isyanın ilkinin 1821’de vukuunu hazırlamıştı.

Yunan siyasi uyanışına ve isyanlarının çıkmasına sebep olan unsurlar arasında Filiki Eterya Cemiyeti’nin çalışmalarını, milliyetçilik akımının Rumlar arasında yayılmasını, Rum ve Avrupalı aydınların Rum istiklali konusundaki gayretlerini ve Tepedelenli Ali Paşa İsyanını saymak mümkündür. Ancak Yunanistan’ın bağımsızlığa kavuşmasının en büyük amilini bir kısım Avrupa devletlerinin yardımı oluşturmuştu.

Bu nok­tada İbrahim Paşa’nın Mora ve civa­rındaki âsi Rumlara karşı sürdürmekte olduğu faaliyetlerine İngiltere ve Rusya’nın engel olmak ve Paşa’nın buralarda hâkimiyet sahibi olmasına fırsat vermemek ve ayrıca Osmanlı Devleti’ne karşı maşa olarak kullanabilecekleri bağımsız bir Yunanistan meydana getirmek üzere harekete geçmeleri Yunan istiklalinin gelişmesini ve gerçekleşmesini sağlamıştı.

Söz konusu devletler Yunanlılara muhta­riyet sağlamak üzere içerisinde “Yunanistan Osmanlı İmpara­torluğu’na vergi ile bağlı muhtar bir devlet hâline getirilecek ve bütün Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak.” şeklinde bir maddenin de yer aldığı 4 Nisan 1826 tarihli Sen-Petersburg Protokolü’nü kendi aralarında imza etmişlerdi.

6 Temmuz 1827’de bahsi geçen devletlere ilaveten altında Fransa’nın da imzasını taşıyan ve Osmanlı Devleti’nin âsi Yunanlılarla mütareke yapmasını ve bir Yunan Devleti’nin kurulmasını, aksi takdirde kuvvet kullanımını öngören Londra Antlaşması imzalanmıştı.

Mezkûr protokolün muh­tevasının Osmanlı Devleti tarafından tanınmaması üzerine protokolde geçen vesâil-i kaviyyeye (kuvvete başvurulacağı) müracaat edileceği teh­didi 20 Ekim 1827’de Navarin’de İngiliz, Fransız ve Rus gemi­lerinin Osmanlı ve Mısır donanmalarını yakıp yok etmeleri hareketini doğurmuştu.

Bağımsız bir Yunanistan’ın oluşturulması yolunda 1821 yılında Mora ve çevresinde başlayan Rum isyanının âdeta Navarin baskını ile temeli atılmış, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin bu savaştaki mağlûbiyeti üzerine 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile omurgası oluşturulmuş ve nihayet 3 Şubat 1830’da Londra’da imzalanan yeni bir protokol ile de 16 Kasım 1828’de kendi nüfuz bölgeleri hâline getirdikleri Mora ve Atik yarımadaları ile Eğriboz ve Kiklad adaları üzerinde bağımsız bir Yunan Krallığı’nın fiilen kurulması sağlanmıştır.

Mezkûr devletler bu yönde almış oldukları kararı 8 Nisan 1830 tarihli bir nota ile Osmanlı Devleti’ne tebliğ etmişler, 1828-1829 Rus Har­bi’nden yorgun ve bitkin çıkmış olan Osmanlı Devleti ise 24 Nisan 1830’da, yaklaşık on yıl kadar sürecek olan bir buhran devresine kendisini muhatap kılan iç isyanlar, yabancı devlet­lerin müdahaleleri, donanmasını kaybetmesi ve yaşadığı sıcak bir savaş üzerine, istemeyerek de olsa Yunanistan’ın istikla­lini tanımak zorunda kalmıştır. Teşekkül ettiği mevki itiba­riyle Avrupa devletlerinin nüfuz bölgesi içerisinde bulunması Yunanistan’ın bir noktada istiklalini ve kuruluşunu kolaylaştı­rıcı bir unsur olmuştur.

Adı geçen devletler Yunanistan’ın istiklalini sağlamakla kalmamışlar aynı zamanda Osmanlı Devleti tarafından da 24 Nisan 1830’da kabul edilmiş olan Londra Protoko­lü’nün birinci maddesindeki “Yunanistan bağımsız olacak ve tam bir bağımsızlığa mahsus olan her türlü siyasi, mülkî ve ticarî haklardan müstefid olacaktır.” ve yine dördüncü ben­dinde “(Osmanlı Devleti ve Yunanistan) ticaret ve seyr-i sefain hukuku cihetince Osmanlı Devleti ve Yunanistan ile sulh ve müsalemet (barış) üzere bulunan diğer devletler tebaası gibi karşılıklı muamelede bulunacaklardır.” şeklindeki 1897 Sava­şı’na kadar cari olacak kayıtlarla Yunanistan’a bağımsızlığının yanında kalkınma ve gelişme imkânı da sağlamışlardı.

Kurulan yeni Yunan Krallığı’nın başına Leopold Von Sachsen-koburg’un geçmesi kararlaştırılmıştı. Ancak kralın daha tahta çıkmadan istifa etmesi üzerine Londra’da bir araya gelen mezkûr üç devlet, aralarında yaptıkları yeni bir antlaşma ile Ege Denizi’ndeki bazı adaların ilhakı ile Yunan Krallı­ğı’nın sınırlarının genişletilmesini karara bağlamışlar, Yunan tahtına da Bavyera Wittelsbach Hanedanı’ndan Kral Louis’in oğlu Prens Otto (1833-1862)’yu getirmişlerdi.

Öte yandan 1830 Londra Antlaşması’nın daha mürekkebi bile kurumadan İngiltere’nin Babıâli üzerinde yaptığı siyasi baskı neticesinde iki devlet arasındaki sınır daha kuzeye, Arta-Volo hattına çekilerek3 Yunanistan lehine ilk sınır değişikliği de vuku bul­muştu.

Rusya ve İngiltere -Yunanistan’ın bağımsızlığı konu­sunda daha sonra bunlara katılmış olan Fransa- devletleri ara­sındaki güç kazanma veya kuvvet kaybetme ve dolayısıyla da hâkim olmak veya olamamak noktasındaki siyasi rekabet Yunanistan’ın kuruluşunu hızlandıran unsurlardan biri olmuş­tu. Ancak bu devletlerin gerek kuruluşu, idarî şeklinin tespiti, sınırlarının tayini ve hatta kimin tarafından yönetileceğinin belirlenmesi konusunda Yunanistan’a karşı izlemiş oldukları politikaları gerekse daha sonraları ve hatta bugün bile takip ettikleri siyasetleri nedeniyle tarihî seyri içerisinde Yunanis­tan’ın uzlaşmaz bir yapı sergilemesinin belki de en mühim sebebini oluşturmuştur.

Londra Protokolü ile bağımsız bir krallığa kavuşmuş olmasını Megali İdea’nın ilk merhalesi ola­rak değerlendiren Yunanistan, bağımsızlığını müteakip geniş­leme politikasına koyulmuş ve başta Girit adası olmak üzere Eğriboz, Sisam, Atina ve Makedonya ve sair yerleri kademe kademe elde etmeye çalışmıştı. Böyle bir politika ise Osmanlı Devleti ile siyasi platformda daima çatışma hâlinde olan ve yıllar boyu devam ederek bugüne kadar uzanan menfi bir durum ve öngörülemez bir münase­betin meydana gelmesine sebebiyet vermiştir.

On dokuzuncu asrın başlarından itibaren zuhur etti­ğini gördüğümüz bağımsız bir Yunan Krallığı’nın kurulması yolundaki faaliyetler, netice itibarıyla sadece Yunan istiklali ile de sınırlı kalmamıştı. Yeniçeri Ocağı’nın lâğvedildiği ve askerî ıslahatların iç muhalefete rağmen sürdürülmeye çalışıldığı bir sırada Yunan Krallığı’nın kurulması ile Osmanlı Devleti yeni topraklar kaybetmeye başlamış, kaybedilen bu topraklar üze­rinde muhtar ve bağımsız devletlerin teşekkülü söz konusu olmuştu.

Diğer Yazıları