Yılın bu günlerini hiç sevmem...

Yılın en sevmediğim iki ayı varsa, Kasım ve Aralık’tır.

Kasım ölüm kokar, Aralık hayatın hızla avuçlarımdan akıp gidişini yüzüme çarpar.

Biten yılın bitirilmesi gereken işleriyle, gelen yıl için yapılması gerekenlerin telaşları birbirine karışır.

Bir yanın Avrupa’da ışıklı bir kentin festivallerinde olmak, bir yanın şömineli bir evin penceresi önünde oturup göl manzarasına bakmak ister.

Sen. İkisini de yapamazsın.

Medya içeriği zenginler için kurgulandığından, oraya bakınca;

Herkesin alışverişte olduğunu, sıcak ülkelere seyahat ettiğini, kayak merkezlerinde partilediğini, beş yıldızlı otellerin yeni yıl balolarında göbek attığını sanırsın…

Halbuki çoğumuz için gerçek başka. Elimizdeki sınırlı kaynaklarla sınırsız istekler arasında sıkışmışızdır.

Geçen yıla dair kurduğumuz hayallerin neredeyse hiç birinin gerçekleşmediği fark ederiz bu aylarda, moralimiz bozulur.

Sanki bir yıldan öbürüne geçmiyoruz da, bir yerden başka yere taşınıyormuşuz gibi gelir.

Keşke her 12 ay, bir yıl olmasa da, her ömrün kendi takvimi olsa. Ömrümüzün baharı, yazı, sonbaharı, kışı gibi bir şey…

“PERDESİZ EV” Mİ?
Sevgili Gürkan Hacır CHP’yi perdesiz eve benzetiyor, “içeride ne olup bitiyorsa görürsünüz” anlamında.

“Perde” güzel metafordur.

Ne var ki bu bağlamda kullanılması gereken metafor “perde” değil, “duvar”dır Gürkan’cığım.

CHP’nin duvarları yok ki perdesi olsun.

MANSUR YAVAŞ MI, SİNAN AYGÜN MÜ?
Zenginle yoksul arasında bir savaş olursa, topyekûn yoksuldan yana tavır alırız.

Kent ve rant arasında savaş olursa kente sahip çıkarız.

Melih Gökçek ve başkası arasında savaş varsa, doğrudan o başkasının tarafında saf tutarız.

Okul yaptıranla rezidans yaptıran arasında kalırsak, okul yaptıran tarafındadır yerimiz.

Medya kimin tarafına konuşlanmışsa, karşısındakine sempati besleriz.

Yani. İletişimi doğru yönetildiği sürece Mansur Başkan bu maçı açık ara alır.

BENDEN SÖYLEMESİ

Yerli otomobilimiz İtalya’dan getirilmiş. Orada tasarlanmış.

Tamam da, yerli otomobil neden İtalya’dan getiriliyor anlamış değilim.

Bu şaşkınlıkla duruma yakından bakayım dedim.

Ve fakat, otomobille ilgili her görselde bir Bakan Varank var, bir de koyu renkli kılıfa bürünmüş kasa.

Bu koyulara bürünme gösteriyor ki, yerli otomobilin imaj çalışmaları son derece amatörce yürütülüyor.

Bu noktada Ahmet Hakan’a katılıyorum. İmaj çalışmasında çuvallarsanız, ölü doğarsınız.

BİR BEN Mİ GICIK OLUYORUM?

Sinan Aygün’e CHP’li muamelesi yapanlara bir ben mi gıcık oluyorum? CHP tarafından, kumpaslar sürecinde tutuklanmasın diye vekil yapıldığı ne çabuk unutuluyor.

Ne iş olursa olsun söze “Bunu yapamayız”la başlayan tiplere bir ben mi gıcık oluyorum? Hayatı sınırlayanlar değil, sınır tanımayanlar yapar.

Tv tartışmalarında stüdyoda herkesin var, konunun uzmanının yok oluşuna bir ben mi gıcık oluyorum?

Tv tartışmalarında herkesin cep telefonuyla ilgilenmesine bir ben mi gıcık oluyorum?

BAKTIK Kİ ÇENE İSHALİ KALICI

Baktık ki, herkes konuşuyor kimse dinlemiyor.

Baktık ki, kendi fikrini karşı tarafa empoze etmeye bayılan bir milletiz.

Baktık ki, “sessizliği kutsayan” kültürümüzü herkes unutmuş.

Baktık ki, iletişim kazalarının pek çoğu birbirlerini dinlememekten kaynaklanıyor.

Üniversitemiz İletişim Araştırmaları Merkezi’ndeki eğitim programlarına “Dinleme” dersi koyduk.

Ülkecek kayıt yaptırmanızı bekliyoruz.

SİNİRİMİ BOZAN İKİ DURUM

Aylardır son kitabımı yazıp bitirmeye çalışıyorum. Ben bunu isteyip yapamazken;

Dünyanın telaşı içerisindeki Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın yeni kitabını çıkardı: “Barbar, Modern, Medeni”.

Adını pek sevdim.

Sevgili dostum Doğan Satmış da yeni kitabını çıkardı: “Göbeklitepe ve Sırları”.

Tutkunu olduğum arkeolojiyi yazmış.

Adamlara bakın. Onca koşturma arasında yazmayı ihmal etmiyorlar. Ben ise haftalık yazılarımı bile yetiştirmeye zorlanıyorum.

“Her gün yazın” diye baskı uygulayan okurlarım, deli misiniz nesiniz bir gidin yaa.

HAYVAN HAKLARI YASASI ÇIKSIN AMA

Hayvan Hakları Yasası’nın çıkmasını sonuna kadar destekliyorum.

Hayvanlara yönelik her tür olumsuz durumu şiddetle kınıyorum.

Ve fakat.

Biz hep bir yanlışı düzeltirken en öbür uca giden bir milletiz.

Toplu yaşanan yerlerde, apartmanlarda vs. hayvanla yaşamak bina yönetimi ve mahkeme kararıyla yasaklanabiliyordu.

Yeni yasayla bu durumun kaldırılması, hayvanla yaşamak istemeyenleri korumuyor.

Hayvanla yaşamak isteyen kadar aynı binada hayvanla yaşamak istemeyenleri, fobisi olanları kim düşünecek?

Hayvanları koruyalım derken, hayvan sevicilerin, hayvan sevmeyenler üzerindeki tahakkümüne yol açılacak.

TAM TERSİNE, ADAM ŞARAP GİBİ

Yeni Akit yazarı Hacı Yakışıklı (fotoğrafına baktım soyadına pek aykırı değil), Fatih Altaylı’nın yeni yıl yazısına kızmış.

“Altaylı yaşlandıkça geriliyor, kendisi gerildiği gibi toplumu da germeye çalışıyor” demiş.

Hiç katılmıyorum. Tam tersine Fatih Altaylı yaşlandıkça, dengeleri umursamadıkça şahane yazılar yazıyor.

Milletin titrek kalem oynatışına inat, cesurca döktürüyor.

Pardon da Sayın Yakışıklı, adam şarap gibi, yani yaşlandıkça kalemi güzelleşiyor.


İLETİŞİMDE GECEKONDULAŞMA DEVAM

Ünlü ayakkabı mağazası Flo’nun Erbil’deki mağazası “dini değerlere hakaret”ten kapatılmış.

Ayrıntıları önemli değil, ilgilenen bulur okur.

Ve fakat.

Flo’dan bir tek açıklama yok. Kafayı kuma gömmüşler gidiyorlar.

FUTBOLDA ÜÇ SORUN

Ülkemiz futbolunda çok sorun var da, en önemlisi üç tane;

Bir, ciddi anlamda bir iletişim sorunu var. Buna medyayı, kulüpleri, yönetimleri, federasyonu dahil edebilirsiniz.

İki, menajerler sorunu var. Derin konu bu.

Üç, yerli teknik adam sorunu var. Kiminin yeteneği var, kafası yok. Kiminin kafası var, enerjisi yok. Kiminin hiçbir şeyi yok kendisi var. Kiminin de her şeyi var desteği yok.

NE OLACAK BU FATİH TERİM’LE ERSUN YANAL’IN HALİ?

Fatih Terim sonunda bunu da yaptı, maç yenilgisinde rakip takımı suçladı!

Suçlamadığı bir o kalmıştı, oldu.

Yıllar ama yıllardır, Fatih Terim tarzını eleştiriyorum. Bir tek ben. Yalnızca ben.

Geriye doğru tarayın bakın.

Bu süreçte “Fatih’i karşına alma” diyen medya büyüklerim bile oldu.

Şimdi medyamız yavaştan eleştirmeye başladı.

Sevgili Serdar Ali Çelikler “Medya Fatih Terim’den korkuyor” dedi.

Doğru ama neden?

Levent Tüzemen “Fatih Terim uykusuz geceler geçiriyor” diye üzülmüş. Ne yapalım, ninni mi söyleyelim?

Onca parayı alan adam, işler kötü giderken bir zahmet uyumasın.

Ersun Yanal’a gelince…

Efsane olabilirdi, Ali Koç’un iki dudağı arasına sıkışıverdi.

Ne, ne konuşacağını, ne de ne zaman konuşacağını öğrendi. Dahası iki üç kişi dışında kimseye kendisini sevdiremedi.

O iki üç kişinin de artık bir hükmü kalmadı.

AKLIMDA KALAN
Bir, Kent demek ışık demektir gerçeği: Kenti kent yapan üç niteliği hatırlatayım:
Işık, bina, meydan. Bina var, meydan sorunlu. Peki ışık? Özellikle yeni yıla girerken kentlerin ışıklar içinde olması gerekmez miydi? Sokaklar, caddeler, parklar ışıklar içinde olsa, yaşama sevincimiz artmaz mıydı? Ama geçiştirmeler dışında ışığımız yok.

İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Bakalım yeni yılla birlikte artık 23 Nisan geliyor heyecanı ortama yayılacak mı? Çok merak ediyorum çok. @23nisanin100u #23nisanin100ü hesapları da sizin fikirlerinizi bekliyor… Kaldı 122 gün.

Diğer Yazıları