Yeni soğuk savaş dönemi

Metin Külünk

Metin Külünk

II. Dünya Savaşı'ndan sadece Almanya yenilgiyle ayrılmadı. Almanların ilerleyişini çaresizce izleyen Avrupa kıta sahanlığı, büyük prestij ve itibar kaybetti.
Özellikle İngiltere ve Fransa, Almanlara mani olamadılar.
Bunun üzerine ABD ve Sovyetler'den yardım istediler.
Sovyetler Stalin milyonun üzerine kayıp vermek pahasına Alman ordularını geniş kıta topraklarına çekti.
Böylece hem merkezî kontrolü zorlaştırdı, hem de Alman ordusunun gücünü böldü.
Sovyetler topraklarında büyük zaafa uğrayan Alman ordularının geri kalanını ise Amerikan birlikleri hava ve kara çıkarmalarıyla tabiri caizse duman etti.
Kıtasal 2 devlete karşı, Almanya mücadele edemedi ve kaybetti. Diğer Avrupa ülkeleriyse bu savaşı izlemekle yetindi. Çünkü ellerinde maddi güç kalmamıştı.
Avrupa öncülüğünde 2 büyün dünya savaşı geçiren dünya artık böyle devam edemezdi.
ABD ve Rusya bu düzene son vermek için düğmeye bastı ve dünyayı iki şekilde paylaştı.
Doğu ve batı bloku denilen kavramlar bu danışıklı paylaşımın öğeleri oldu.
Avrupa, küresel sermayenin bir güç olarak tezahür etmesine dek bu bölüşümün tesirinde kaldı.
Bu Rusya ABD oyunundan kopmak için Avrupa Birliği projesini hayata geçirmek istediler.
Ancak burada da tıpkı 2. Dünya savaşında olduğu gibi önemli bir sorun onları bekliyordu: Ordu gücü.
Avrupa, bütün halinde bile değerlendirildiğinde ABD Rusya karşısında durabilecek askeri bir güç olamıyordu.
Ayrıca Avrupa'da Almanya ve İngiltere arasındaki tarihi husumet çözülememişti.
Kendi içinde bir bütün olamayan Avrupa'nın tek kurtuluşu karasal anlamda iyi bir orduya sahip olan Türkiye idi.
Türkiye birliğe dahil olursa bu askeri güç Avrupa'nın küresel güç olma unsurlarını tamamlayabilirdi.
Ancak bu konuda da Almanya ve İngiltere anlaşamadı.
Almanlar Türkleri dahil ederlerse Avrupa'nın hakimiyetini Türklere verebilme ihtimalinden çekiniyordu.
İngilizler ise bürokratik ve sermaye olarak kontrolü altında tuttuğu Türkiye ile ittifaka girip büyük Britanya imparatorluğunu ilan etmek istiyordu.
Bu konudaki uzlaşmazlık her iki devletin Türkiye üzerindeki operasyonlarını arttırmalarına neden oldu.
Bu mücadeleden en büyük faydayı ise ABD gördü. Askeri darbelerle İngiltere kontrolündeki bürokrasi ve sermaye kanallarını ABD'ye doğru çevirdiler.
Türkiye ABD yakınlaşması güçlenmişti. Bu durumdan rahatsız olan İngilizler ABD dahilindeki tarihi nüfuz alanlarını kullanarak ABD 'deki sermaye kesimini kontrolüne almak istedi.
Kısmen başarılı olan operasyonlar neticesinde ABD'deki sermayeyi Asya'ya yeni müttefiki Çin'e doğru döndürmeyi başardı.
Böylece ABD'yi zayıflatmak ve bölmek istemişlerdi. Ancak ABD devleti ince bir operasyonla küresel sermayeye savaş ilan ederek 11 Eylül ü yaşattı.
ABD'den kopan sermayeye büyük bir darbe ile finansal krizle dünyadaki finansal oluşumları tehdit ettiler: Ya bizim kontrolümüze girersiniz ya da yok olursunuz.
ABD ne zaman zora düşse Ruslar kurtarıcı olmuştu. Bu defa da küresel sermayeyle mücadelede Rus derin devleti bir kalkan ortaya atıyordu: Putin.
Yetenekleri sınırlı ama kontrolünün Rus derin devletinde olduğu Putin ile kıtasal ülkeyi sermayenin kontrolüne girmekten çıkardılar.
Bilinir ki ABD Rusya mücadele halindedir. Oysa bölüşüm ile mücadele birbirine karıştırılır.
Bu iki devlet, sermayeyi Afrika ve bizim coğrafyamıza sokmamak için yeni bir bölüşüm planı kurguluyor.
Bu yeni döneme "yeni soğuk savaş dönemi" diyebiliriz.
Zira coğrafyamızdaki yaşanılan tüm sorunlar Arap-İsrail savaşı, Şii-Sünni kavgası, Kürt-Türk tartışmaları bu kontrol altına alma çabaları altında üretilen laboratuvar senaryolardan ibarettir.
Geçmişteki İsrail düşmanlığı yerini Türkiye-İsrail ve göreceli Suudi ittifakına çeviriyor. Bu ittifakın karşısına Suriye, İran ve Rusya güdümü ülkeleri konuluyor.
Büyük güçler coğrafyamızın ruhu üzerinde oynuyor. Bunu da duygusallık zaafımızdan yararlanarak yapıyor. Bunu bir bakıma denge politikaları nedeniyle yapmak zorundalar.
Akıllı olup gelişmeleri doğru algılayarak yorumlamak durumundayız. Yoksa dün kara deyip de bugün beyaz demeyi kimseye anlatamayız.
Irk ve mezhep temelli değil bütünleştirici unsurları nasıl oluşturacağımızı konuşmalıyız.

Metin KÜLÜNK

Diğer Yazıları