Yeni Dünyanın Ayak Sesleri - Avrasya Savaşı 5: Putin'in sahneye çıkışı ve oligarşinin dağıtılması

Rusya’da Boris Yeltsin dönemi, kamunun elinde ne var ne yoksa satıldığı, yani özelleştirildiği, mafyalaşmanın doruğa tırmandığı, Rusların açlıkla boğuştuğu, bozuk ekonomi, serbest piyasa, NGO’ların cirit atmaya başladığı bir dönemdi. Ruslar bu sıkıntıları yaşarken, dış politika ise güllük gülistanlıktı. Ayrıca ABD ile ilişkiler normalleştirilmiş (!), Rusya Batı ile adeta balayını yaşıyordu. Ancak Primakov’un Başbakanlığa gelişinin ardından “Gerçekçilerin, Milliyetçilerin, Avrasyacıların” yeniden yükselmesi ve beraberinde gelişen çok-kutupluluk tartışmaları, Rusya’da siyaseti derinden etkiledi. Rusya’daki Avrasyacı hareketin liderlerinden Aleksandır Dugin, o dönem Primakov’un doktrine ettiği politikaları desteklediklerini, hatta doktrinin ortaya çıkmasından sonraki dönem (1998-2001) devlette görevler üstlendiklerini açıklamıştı: “Bu aşamada siyasette de tamamen merkezi yapılara önem veriliyor; Y. Primakov’a destek veriliyordu. 1998’de Yeni Avrasyacıların lideri A. G. Dugin, Duma (Rusya Parlamentosu) Başkanı G. N. Seleznöv’ün danışmanı oluyordu.” (1)

Bu süreçte Yeltsin’in görev süresi 2000 yılının Haziran ayında dolacaktı.

1999 yılının Aralık ayının 31’inde, bütün dünyadaki insanlar gibi Rusya’da herkes evlerinde oturmuş ve dışarıda, yeni yılı karşılamaya hazırlanıyordu. Ancak herkes yeni yılı beklerken, bir anda televizyonlar yayınlarını kesti. Saatler yaklaşık 18.00’i gösteriyordu. Kameralar Kremlin Sarayı’nın içindeydi ve ekranlarda, iri cüssesiyle Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin belirdi. Yeltsin’in ilk sözleri, “Vatandaşlarım beni affedin” oldu. Ardından da Devlet Başkanlığı’nı bıraktığını ve görevini, o dönem Rusya’nın Başbakanlığını yürüten Vladimir Putin’e devrettiğini açıklıyordu. Seçimler de 26 Mart 2000 tarihinde yapılacaktı. Rusya şaşkındı. Zaten Yeltsin’in görev süresi yaklaşık 6 ay sonra sona erecekti. Neden erken ayrılıyordu. Bu ayrılığın zoraki bir ayrılık mı yoksa gönüllü mü olduğu hala belirsizliğini koruyor. Görevinden ayrıldığı gün Yeltsin’e Putin, özel bir kararnameyle dokunulmazlık ve iyi bir maaş bağladı.

PUTİN’İN BULDUĞU RUSYA

Böylece Rusya’da, ABD’ye yakın çevreler tarafından başlatılan ve günümüzde de sıklıkla dillendirilen “Yeni Çar” nitelemesi yakıştırılmaya çalışılan Vladimir Putin dönemi başlamış oldu. Çok genç yaşta dünyanın en büyük devletlerinden birinin tek adamı olan Putin adeta bir enkaz buldu. Yüzde 500 enflasyonlarla boğuşmuş ve bütün stratejik kurumları özelleştirilmiş bir ekonomik yapı, özellikle nüfuz alanlarından çekilmiş bir siyasi yapı, çürümeye, çağın gerisinde kalmaya yüz tutmuş bir ordu, yılmış bir halk, mafyadan geçilmeyen sokaklar vs. Aslında yıllardır Devletin çeşitli kademelerinde yer alan bu genç adam, bunları biliyordu.

Bu sert ve soğuk bakışlı adam, Mart ayına kadar vekaleten yürüttüğü Devlet Başkanlığı görevini, 26 Mart’ta yapılan seçimlerin ardından yüzde 53’lük bir oyla asaleten almıştı. Artık kolları sıvamanın zamanı gelmişti. Ancak kimdi bu adam? 47 yaşındayken dünya devi Rusya’ın en yüksek makamına getirilmişti.

İŞÇİ AİLESİNİN TEK ÇOCUĞU

Vladimir Putin, fakir bir işçi ailesinin oğlu olarak, Leningrad’da dünyaya geldiğinde, takvimler 1952 yılını gösteriyordu. Ailesinin tek çocuğuydu ve o da o yıllarda doğan milyonlarca çocuk gibi, “kommunalka” denilen “sosyal konutlarda” büyüdü. Bu büyük apartmanlarda aileler bir arada yaşar, aynı banyoyu, aynı tuvaleti ve mutfağı paylaşırlardı. Putin o yıllarda kendi değimiyle “tam bir yaramaz sokak çocuğuydu” Sonra, sistemle yavaş yavaş tanışmaya başladı. Önce, “Sovyet İzcisi” oldu. En sonunda da judo sayesinde disiplini ve düzeni keşfetti. Bu spor giderek hayatının tutkusu ve hatta felsefesi olacaktı. Putin 16 yaşındayken, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Sovyet casuslarının zaferlerini anlatan bir filmden etkilenip, doğruca Leningrad’daki KGB merkezine gitmişti. Casus olmak istiyordu. Oradaki KGB yetkilisi, karşısında duran ve daha bıyıkları yeni terlemeye başlamış sarışın çocuğa bakıp, “biz öyle her geleni işe almayız. Bizimle çalışacakları biz seçeriz. Hem sen daha küçüksün. Önce bir yüksek okul bitirmelisin”, demişti. Küçük Putin ısrarla sordu: “Hangi okul?” Adam bu küçük çocuğu başından savmak için “Herhangi bir üniversite olur; mesela hukuk oku”, demişti. Bu söz, Putin’in ana hedefi haline geldi ve okulu bitirir bitirmez Leningrad Üniversitesi’nde hukuk bölümüne başladı. Son sınıftayken de yıllarca düşlediği KGB’ye kabul edildi. KGB’ye girişinin sekizinci yılından itibarense Vladimir’in hayatı değişmeye başladı.

Ludmila isimli genç bayanla 1983’de evlendiler. Bu arada Putin ne iş yaptığını akrabalarından; hatta karısından bile saklıyordu. Yakınları O’nu polis zannediyordu. 1984’de KGB’nin istihbarat akademisine giden Putin, ertesi yıl da hayatının ilk ve tek yurtdışı görevi olan o zamanın Doğu Almanya’sındaki Dresden’e gitti. Genç Rus casusu burada daha çok siyasi istihbarat topladı. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışına ve Doğu Almanya’nın ortadan kalkışına tanıklık etti. Aynı yıl apar topar Moskova’ya dönen Vladimir Putin’in uluslararası casusluk macerası da böylelikle son bulmuş oluyordu. Bundan sonra Moskova’da kalacak ve önüne yeni fırsatların gelmesini bekleyecekti.

Çok geçmeden beklediği fırsat yeni bir iş teklifi olarak karşısına çıktı. 1990’da, Rusya’daki demokrasi hareketinin liderlerinden biri olan Anatoly Sobçak’la tanıştırıldı. Sobçak, kısa zamanda eski adı Leningrad olan St.Petersburg’un demokratik yollardan seçilmiş ilk belediye başkanı oldu ve Sobçak, St. Petersburg’a giderken, disiplinli ve çalışkan biri olarak gördüğü Putin’i yanına aldı. Putin artık, St. Petersburg Belediye Başkanı’nın yardımcılarından biriydi. 1996’ya gelindiğinde Putin için bir defa daha Moskova yolu görünecekti. Sobçak o yılki seçimleri kaybedince Putin de açıkta kaldı. Ancak, Sobçak’ın yanında parlayan Putin Moskova’nın dikkatini çekmişti. Yeltsin’in yardımcılarından Brodin O’nu yanına aldı.

Putin, iki seneden de az bir süre içinde, önce KGB’nin yerine kurulan iç istihbarat örgütü FSB’nin başına geçti. Bundan 13 ay sonra da, Yeltsin tarafından Başbakan olarak atandı. Bu atamadan 3 ay sonra da, Rusya Federasyonu’nun Başkan vekilliğine getirildi. Bir zamanların casusu artık Kremlin’in kaptan köşküne oturmuştu.

KGB’yi çok seven, Komünist Parti’den hiçbir zaman istifa etmemiş, Sovyet döneminin özlemiyle yaşayan ve “güçlü bir devlet olmak Rusya’nın genlerine işlemiştir”, diyen bu adam, aslında tam da Rus halkının beklentilerine hitap ediyordu. Halk düzenin ve huzurun yeniden kurulmasını istiyordu.

Putin’in bu imajı, O’nu bir anda Rus halkının en popüler lideri, hatta kahramanı haline getirdi. Ruslar Putin’i adeta şanlı geçmişin yeni temsilcisi gibi görmeye başladılar. Ancak siyasi olarak yeteneklerinden şüphe eden de yok değildi. Zira hayatında hiç seçime girmemişti. Kariyerindeki önlenemez yükselişi amirlerinin O’nu sürekli bir yerlere atamasıyla gerçekleşti. Acaba kendi ayakları üzerinde durabilecek, hatta daha ileriye gidebilecek miydi? Bu sorunun cevabı, Aralık 2003 Duma Seçimleri’nde geldi. Yüzde 37.7’lik seçmen desteğiyle iyice güçlenen Putin artık tartışılmaz bir lider haline geldi. Eline geçirdiği milletvekili çoğunluğuyla istediği yasaları kabul ettiren Putin, ülkeye istediği şekli vermeye başladı. Bu arada, seçimler esnasında kendisiyle ters düşen bazı rakiplerini ekarte etmeyi de ihmal etmedi. Bu rakiplerin başında Rus oligarşisi vardı.

Putin’in ilk yıllarının ana eksenini dış politikadan önce, iç politikaya yönelik attığı adımlar oluşturdu. Mafyalaşan oligarklarla mücadelesi böyle başladı. ‘Rus oligarklar’ tanımı özellikle Boris Yeltsin döneminde özelleştirmelerle zengin olmaya başlayan iş insanlarına takılıyor. Sovyetler çöktüğünde Rusya’da yaşayan zengin kesimden bahsetmek söz konusu değilken, Putin’in ilk görev yıllarında Rusya nüfusunun yüzde 3 ya da 4’nü oluşturan Yahudi oligarklar önemli bir ekonomik ve politik güç oluşturmuşlardı.

ADIM ADIM OLİGARKLARLA MÜCADELESİ

- Petrol, maden ve gaz şirketlerinin yanı sıra medya, bankacılık gibi sektörleri de ele geçirmeye başlayan Rus oligarşisine karşı ilk savaş Rusya’nın tek bağımsız kanalı olan NTV’nin sahibi Vladimir Gusinsky’e karşı açıldı. 2000’de NTV’nin bankasına düzenlenen baskınlar sonrasında devletin malından 10 milyon dolar çalmakla suçlanan Gusinsky tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra 2004 yılında hükümete açtığı davayı kazansa da, Rusya’yı terk etmek zorunda kaldı.

- Putin’in Gusinsky’e yaptığı ilk hamle, diğer oligarkların gözünü korkutamadı. Putin’in ne kadar kararlı olduğu daha sonra anlaşıldı. Putin, ikinci kurban olarak Aeroflat’ın sahibi Boris Berezovsky seçti. Boris Yeltsin’le arası çok iyi olan ve bu sayede birçok ihaleyi almış olan Berezovsky, Rusya hükümeti ile girdiği mücadeleyi kaybetti, sonunda o da Rusya’yı terk etti.

- İngiltere’nin sığınma hakkı tanıdığı zengin iş adamı, daha sonra televizyonlarda verdiği demeçlerde Putin’in Rusya’yı devirmek istediğini belirtti. Mart 2006’da ise Rusya başsavcılığı Berezovsky’e darbe yaptığı suçlamasıyla dava açtı. 2000 yılında Rusya’yı terk eden iş adamı 2003’de İngiltere’de tutuklandıktan sonra serbest bırakıldı. Kendisine ait olan televizyon kanallarından ORT satıldı, TV6 ise kapatıldı.

- Soruşturma açılan bir diğer oligark ise Roman Abramovich. Putin, Abramovich’e 300 milyon dolarlık vergi yolsuzluğuyla ilgili soruşturma başlattı. Soruşturmanın başlatıldığı gün Abramovich Chelsea Futbol Kulübü’nü satın aldı.

- Rusya’nın en zengin iş adamı olan Yukos petrol şirketinin sahibi Mihail Hadorkovski de Putin’in gazabına uğradı. Vergi kaçakçılığından soruşturma açılan Hadorkovski kısa bir süre sonra tutuklandı.

Putin’in bu mücadelesine karşı, oligarklar da kayıtsız kalmıyordu. Putin’i bir dış gezisinde öldürmeyi planlayan iki Rus, 2003 yılında İngiltere’de yakalandı.  Bu kişilerin, planı, Rus Devlet Adamı’nın işadamlarına tutumu nedeniyle yaptıklarını açıklamaları, akıllara “suikast planının arkasında oligarklar mı” var sorusunu beraberinde getirmişti. (3)

Ancak Putin’in özellikle Yahudi oligarşiye yönelik olması, anti semitizm olarak yorumlanmamalı. Rusya’daki Yahudi örgütü temsilcilerinin Putin’in bu savaşını desteklemesi, olayın dinsel değil, siyasal olduğunu daha iyi açıklar. Ancak Rus halkının, Yahudilere karşı bir tepkisinin olduğu, ileride oluşacak bir gerginlik durumunda, bu ülkede Yahudilere karşı çok ciddi tepkilerin oluşacağı ihtimalini de beraberinde getiriyor. (4)

 

RUS DEVLET POLİTİKASI

Putin’in Rus oligarşisiyle mücadelesi sert geçmişti ve geçmeye de devam ediyordu. Olgarklara ait büyük şirketlerin yerini, devlete ait, millileştirilmiş şirketler almaya başlamıştı. Hatta bu şirketler yıllardır dünyaya korkunç bir sömürü gerçekleştiren ABD ve Batı şirketlerine rakip olabilecek güce erişmeye başladılar. Bu, devletin ekonomideki öneminin çok ciddi bir göstergesiydi. Rusya ve Rus halkı için, güçlü devlet modeli.

Marks, dünyada sınıfların ortaya çıkmasının ardından gerçekleşen bütün savaşları, “Sınıf savaşı” olarak yorumlar. Marksizmin temelinde de bu savaşların ve iç mücadelelerin temelinde, üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirme olduğu vardır. Putin de, üretim araçlarının büyük çoğunluğunu ya Rus milli burjuvazisine kazandırmayı amaçladı ya da devlet kontrolüne almaya çalıştı. Bu politikanın bir başka yönü de dışarıyla ilgiliydi. Sonuçta dış politika, iç politikayı tetikliyor ve ekonomik gelişmeler, diplomaside sürekli bir koz olarak kullanılabiliyordu.

Primakov Doktrini Rusya için bir dönüm noktası teşkil etti. Yeniden bağımsız dış politika, çok-kutupluluk ilkesini savunan kadro, Rus devletinin çelik çekirdeği tarafından iktidara getirilmişti. Putin, bu kadronun önemli bir temsilcisiydi. Deyim yerindeyse Putin belki de piramidin görünen yüzüydü. Putin aslında bir düşüncenin, bir felsefenin bir yaşam biçiminin devlet sistematiğine uygulanmasını sağlayan ekibin başıydı. Putin, sorunları hokus pokus yapıp düzeltmiyordu. Yaptığı, ortak stratejik aklın, devlet politikası olarak hayata geçirilmesiydi.

DOKTRİN DEĞİŞİKLİKLERİ

Putin iktidarıyla birlikte Rusya’nın dış politikasında da ciddi değişimler görülmeye başlandı. Yeltsin döneminin tek kutuplu dünyaya boyun eğen çizgisi mahkûm edildi ve dış politikanın merkezine Primakov ile geliştirilen çok kutuplu dünya hedefi oturtuldu. (5)

Rusya, sırasıyla Milli Güvenlik, Dış Politika ve Askeri Doktrinlerinde değişikliğe gitti. Hatta bu değişikliğin, Putin’in Yeltsin’in yerine vekaleten atanmasının 10 gün sonrasında başlaması dikkat çekiciydi. 10 Ocak 2000 tarihinde açıklanan “Milli Güvenlik Doktrini” 4 bölümden oluşuyordu. 14 Ocak 2000 tarihli Nezavisimaya bu doktrinin tamamını yayınladı. Doktrinde yer alan en önemli değişiklik ise Rusya’nın, “Soğuk Savaş” dönemindeki gibi bir savaş durumunda, nükleer silahlarını kullanması için belirlediği koşulları esnekleştirdi. Belgede, “Rusya’nın, kendisine saldıran düşman devletlere zarar verebilmesi için nükleer silahlara mutlaka sahip olması ve kullanması gerektiği” vurgulanıyor. Yine de, nükleer silahlara, sorunların çözümünde diğer seçeneklerin tükenmesi durumunda başvurulacağı belirtiliyor.

1997 yılında hazırlanan belgede ise, Rusya’nın devlet olarak varlığının tehdit altında kalması durumunda nükleer silahların kullanılabileceği belirtiliyordu. Yapılan değişiklikle, Moskova’nın nükleer silahlarını ateşleyeceği koşullar yumuşatılarak kullanılmaları kolaylaştırılmış oldu.

Ulusal Güvenlik Doktrini’nin getirdiği değişikliklerden biri de, ABD’nin hegemonyasına karşı çok kutuplu bir dünya düzeni kurulması hedefi konulması ve bu amaçla değişik ülkelerle ilişkilerin güçlendirilmesine karar verilmesi. İstifa eden Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in son dönemde gündeme getirdiği çok kutuplu dünya düzeni planı çerçevesinde Rusya özellikle Çin’le yakın bağ kurmaya çalışıyor. Eski belgede ise Rusya’ya yönelik bir dış tehdidin bulunmadığı vurgulanıyordu. 1997 yılında imzalanan belgeye eklenen yeni bir bölümle, terörizmin Rusya’nın güvenliğini tehdit ettiği de belirtiliyor. Belgede, Çeçenistan kastedilerek, “Rusya’nın istikrarını bozmak amacıyla açık bir terör kampanyası başlatıldı” deniliyor. Yapılan değişikliklerle, başbakanlık koltuğuna oturduğu 9 Ağustos’tan bu yana pratikte Rusya’yı yöneten Putin, izleyeceği politikalarla ilgili önemli ipuçları vermiş oluyordu.(6)

Bu değişiklik, ABD’yi pek memnun etmemişti. Washington kaynakları tedirginliklerini, “Rusya bu doktrinle Batı ve özellikle de NATO’ya karşı Soğuk Savaş dönemine özgü bir düşmanca tutuma yöneliyor” yorumlarıyla dile getiriyordu. (7)

ASKERİ DOKTRİN DEĞİŞİKLİĞİ

Bunun hemen ardından Rusya’nın Askeri Doktrin’in de değişiklik yapıldı. 1993 askeri doktrinin yerini, 21 Nisan 2000 tarihinde, yeni askeri doktrin aldı. Yeni doktrin 3 bölümden oluşuyordu. 1’nci bölümde askeri-siyasi temeller, 2’nci bölümde askeri-stratejik temeller, 3’ncü bölümde askeri-iktisadi temeller ele alınmıştır. Doktrinin savunma amaçlı olduğu, devletin ve silahlı kuvvetlerin yönetiminin merkezileşmesi suretiyle hayata geçirileceği öngörülmekteydi. Rusya Federasyonu’na yönelik direkt askeri tehdidin azalması, özellikle iki nedene dayandırılmıştır. 1’nci neden; izlenen aktif ve barışçı dış politika, 2’nci neden ise nükleer caydırıcılık olarak ifade edilmiştir. Doktrinde Beyaz Rusya ile birleşmek suretiyle ortaya çıkarılmaya çalışılan Birlik Devleti'nin savunma imkanlarının desteklenmesine yönelik tedbirlerin alınması ve BDT kapsamındaki kollektif güvenlik anlaşmasının güçlendirilmesi de öngörülmektedir. Doktrinde önemli bir husus da istikrarın sağlanması ve devam ettirilmesi ile dış tehditlere karşı erken aşamalarda tepki oluşturulabilmesi için RF toprakları dışında stratejik olarak önem arz eden bölgelerde RF askeri birliklerin yer alabileceği belirtilmiştir. Doktrinde vurgulanan tehdit algılamalarının ön plana çıktığını vurgulayabiliriz:

 

Askeri Doktrin, dış tehditleri şu şekilde tespit etmiştir:

- Rusya Federasyonu’na yönelik toprak talepleri,

- Rusya Federasyonu’nun içişlerine müdahale eğilimleri,

- Çok kutuplu dünyanın etkili merkezlerinden biri olarak Rusya Federasyonu’nun güçlenmesine karşı koymalar,

- Rusya Federasyonu’nun ve müttefiklerinin sınırlarına yakın yerlerde yaşanan silahlı çatışmalar,

- Rusya Federasyonu’nun ve müttefiklerinin sınırlarına yakın yerlerde ve ayrıca, Rusya Federasyonu’nun çıkarlarının söz konusu olduğu denizlerde, mevcut güç dengesini bozabilecek yeni askeri yapılanmaların ortaya çıkması,

- Rusya Federasyonu’nun güvenliğini olumsuz olarak etkileyen, askeri blokların ve ittifakların genişleme eğilimleri,

- Rusya Federasyonu’nun ve müttefiklerinin sınırlarına yakın yerlere, BM şartına aykırı olarak yabancı askeri birlik konuşlandırılması,

- Yabancı devletlerde konuşlu bulunan Rusya Federasyonu askeri varlığını hedef alan silahlı saldırıların düzenlenmesi,

- Rusya Federasyonu’nun askeri yönetim sisteminin çalışmasını engelleyecek, küresel ve bölgesel istikrarı zedeleyecek nitelikteki, stratejik nükleer silahların, füze savunma sistemlerinin, uzayın kontrolünün söz konusu olduğu girişimlerin ortaya çıkması,

- Rusya Federasyonu’nun ve müttefiklerinin askeri güvenliğine zarar veren düşmanca iletişim,

- Uluslararası terör. (8)

 

Dış Politika Doktrin değişikliği

Bu değişikliklerin son halkasını da Dış Politika Doktrin değişikliği oluşturdu. 28 Haziran 2000 tarihinde kabul edilen Dış Politika Doktrini’nde ön plana çıkan tehdit algılamaları ise şu şekilde sıralanabilir:

- Dünya ekonomisinin küreselleşmesi ve bu çerçevede dışa bağımlılığın artması,

- Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası örgütlerin rollerinin yoğunlaşması,

- Bölgesel ve alt bölgesel örgütlenmelerin gelişmesi,

- Devletlerin egemenliklerini görmezden gelen müdahalelerin artması,

- Ayrılıkçı hareketlerin, etnik ve dini aşırılıkların, silahlanma çabalarının, terörizmin, uluslarüstü örgütlü suç örgütlerinin, yasadışı uyuşturucu ve silah ticaretinin yoğunluk kazanması. (9)

Bu üç doktrinde de Rusya Federasyonu’nun çok kutuplu bir dünya düzeninden yana olduğu açıkça ortaya konulurken, ABD’nin uluslararası politikada öne çıkmasından, NATO’nun genişlemesinden ve BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan girişilen operasyonlardan duyulan rahatsızlık vurgulanıyordu.

SONRAKİ BÖLÜM: SOROS HAREKETLERİ VE RUSYA’NIN KUŞATILMASI

 

  1. Aleksandr Dugin, “İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya”, “Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Nisan 2017, s. 38

  2. http://www.pusula.tv/modul_haber/tumbolumler_detayli.asp?Gundem=824

  3. Oligarklar Putin’i öldürecekti, Milliyet Gazetesi, 20 Ekim 2003

  4. http://iloblog.vegernu.com/mehmetseker?Home&post=3

  5. Mehmet Perinçek, Avrasyacılık Türkiye’deki Teori ve Pratiği, Bilgi Yayınevi,  2006, s. 36

  6. Rusya’dan nükleer gözdağı, 15 Ocak 2000, Milliyet Gazetesi

  7. ABD, Kremlin’den kaygılı, 16 Ocak 2000, Milliyet Gazetesi

  8. Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 2001, s. 39

  9. Mehmet Perinçek, age., s. 37

Diğer Yazıları