Ya her şeyim ya hiçim...

“Ya her şeyim ya hiçim,

Sorma dünyam ne biçim

Bir kördüğüm ki içim

Çözdükçe dolaşıyor…”

Siz de mırıldanmaya başladınız değil mi, Hümeyra’nın bu en sevdiğim şarkısını?

Son aylarda ben sıkça mırıldanıyorum.

Biz deprem, çığ felaketi, uçak kazası, sınır ötesi mücadele ile uğraşırken.

Diğer ülkeler de başka meselelerle kördüğüm olmuş durumda.

Avustralya yanıyor, aylardır.

Bir kıta viran oluyor, sonuçlarından dünya etkilenecek ama umursamıyor gibiyiz.

Ülke fark etmez, “küre”sel dertler var.

İklim değişiklikleri, çevre katliamları, göç dalgaları…

Nüfus artıyor, düşünen (ve de üreten) makineler çoğalıyor, sonuçta işsizlik, kaçınılmaz olarak yükseliyor.

İnternet teknolojisi bireysel yaşamları alt üst ediyor.

Salgın hastalıklar türlü türlü.

Dünya kördüğüm.

Tamam hepimiz saptama yapmakta müthişiz.

Çözümlere gelince, birkaç bilim insanı grubu dışında dişe dokunur çözüm yok.

Mevcut durumun geçici olduğunu düşünerek geçmesini bekliyoruz.

Geçmeyecek.

Yapılması gereken, kördüğümü kalıcı kabul etmek.

Durumu kabullendiğimiz zaman, çözüm için daha gerçekçi yaklaşımlar geliştirebiliriz.

İşsizlik yükseliyorsa, işsizlerin yaşadığı toplumu tasarlamak gerek.

İklim değişiyorsa, “yemek yaparken tencere kapağı kapatın” diyerek önlem alamazsınız, yeni duruma göre planlama yapmalı.

İnternet teknolojisi bireysel yaşamları tehdit ediyorsa, bireyleri daha bilinçli yetiştirmek lazım.

Afetlere hazırlık çalışmalarıyla oyalanmak yerine sistem, her an olabilecek afeti zararsız atlatacak şekilde işlemeli.

Uçakların, trenlerin, otobüslerin kazalara neden olan “kâr” amaçlarını dengeleyen kontrol mekanizmaları kurulmalı.

“Neo liberal” acımasızlıkların yerini “neo sosyal” çalışmalar almalı.

Başka yolu yok…

“Ya her şeyim ya hiçim,

Sorma dünyam ne biçim…”

İLKER BAŞBUĞ

Anneme FETÖ konusunda yazmayacağıma söz verdim, yazmayacağım.

Ancak kendisini tanıyan biri olarak diyebilirim ki İlker Başbuğ;

Bir, düşünmeden konuşmaz.

İki, ağzından laf kaçırmaz.

CHP PROTESTOSUNU GENİŞLETMELİ

CHP, CNN Türk’ü protesto kararı vermiş.

Koptu kıyamet.

Taraflı yayınmış da değilmiş de falan. Geçelim.

Sadede gelelim.

Medya siyasal iletişimde konfor alanıdır.

Üç yayına çıktın mı, seçmene ulaştığını sanırsın.

Oysa. İzlenme oranları ortada.

Herkesin kendisine yakın bulduğunu izlemesi ortada.

Güvenilirlik ortada.

Oy teşkilat çalışmalarıyla kazanılan bir şeydir.

CHP, bu konfor alanından çıkıp, tüm televizyonları protesto etse o zaman oy artırmaya başlar.

Diyor ya Kemal Bey “Aile sigortasını anlatamadık.” Anlatacağınız yer televizyon değil de ondan.

Ahmet Hakan’ın, Ekrem İmamoğlu’na “Hani partisizdin, Parti kararına nasıl uyarsın” demesine ise takılmayın.

Partisi olmayanın, parti disiplinine uymayanın siyasi hayatı da olamaz.

HANGİSİ DAHA “KORKUNÇ”

KKTC Cumhurbaşkanı, İngiltere’ye Türkiye’yi şikâyet etmiş.

KKTC’nin Türkiye’ye bağlanma ihtimali için “korkunç” demiş.

KKTC Başbakanı da “oy için yapıyor” dedi.

Türkiye’ye “korkunç” demek, KKTC halkında prim yapıyorsa bu daha da korkunç değil mi?

BENCE

Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan dizilerden şikâyet etmekte haklı. Dizilere bakarsanız aile kavramı çürümüş, çökmüş.

Ve fakat.

Dayının, amcanın, yengenin birbirini “götürdüğü” dizilerin reyting almasının sosyolojik açıklaması olmalı.

İki, korona virüsü konusu fazla abartılıyor. Paranoya salgını daha tehlikeli.

Üç, herkesin bir kız çocuğu olmalı. Dursun Çiçek’in kızı İrem Çiçek’i her görüşümde böyle diyorum.

Dört, neredeyse yılda iki kitap yazan İskender Pala gıcık bir tip. Kendisine acayip imreniyorum.

Beş, TRT yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Elde malzeme yok, keşke olsa düzgün işler bizden çıksa” derken söylediklerine kendileri bile inanmıyordur. Sözü edilen TRT!

NE OLACAK BU ALİ’LERİN HALİ?

Bilen bilir, günümüz iletişim yönetimine dair iki argümanım vardır;

Bir, hep daha kötüye gidiyoruz.

İki, iletişim yönetiminde bir gecekondulaşma var.

Geçen hafta. Uçağı pistten çıkınca, Pegasus’un kurumsal iletişimi çuvalladı.

İlk basın açıklamaları yetersizdi.

Basın toplantıları gecikmişti ve yaptıklarında da soru almamak hataydı.

Üstelik CEO Mehmet Nane, en soğukkanlı olması gerektiği anda ağladı!

Patron Ali Sabancı, iletişimcilerine para ödemek yerine amcası Sakıp Sabancı’dan öğrendiklerini yapsa daha iyi.

Gelelim diğer Ali’ye, Ali Koç’a.

Fenerbahçe için yaptığı her açıklama, mevcut durumu daha kötüye götürüyor.

O da iletişimcilerine para ödemek yerine babası Rahmi Koç’un yanında staja başlamalı, acilen.

AŞK PIRLANTA DEĞİL, ARAZİ İSTER

Yine 14 Şubat geldi.

Yine reklamlar baştan sona, sevgilinize ne hediye edeceğinizi öğütlüyor.

Aşk verilen hediyeyle kanıtlanan bir şey değildir.

Bazen hediye, aşksızlığı gizlemeye bile yarayabilir.

Hediyeler, çıkılan yemekler yani göze hitap eden ne varsa nafile.

Aşk mülk ister. O mülkün arabalarla pırlantalarla ilgisi yoktur. Nesnel değildir.

Aşk kafayı araziye takmıştır. O arazi ise sevdiğinin göğüs kafesinin altında ve az sağında olup dünyanın en güzel manzarasına sahiptir.

Aşk o araziyi, yani sevdiğinin kalbini telle çevirip “burası benim” demek için yanıp tutuşmaktır.

GERÇEK AŞKIN TARİFİ

Aktör Ahmet Mekin, eşinin cenazesinde şöyle dedi: “Keşke o değil de ben ölseydim…”

İçime oturdu o cümle.

Babam da annemin cenazesinde aynı cümleyi söylemişti: “Keşke ondan önce ben ölseydim…”

Aşk, her zorluğu birlikte göğüsleyip, her engebeli yolu birlikte yürüyüp onun yokluğunda da hayatın tüm anlamını yitirmesidir.

Aşk, bir alma verme ilişkisi değil. Aşk sadece adanma ilişkisi.

Pahalı hediyelerle ilişkisiz, iki kişilik bir zenginliktir.

Aşk, her “seni seviyorum” demenin, “beni sev yoksa ölürüm” anlamına gelmesidir.

NE VARSA ESKİDE VAR

Müzikte bugüne ait olan ve geleceğe bırakacağımız ne var?

Aşık oluyoruz gerilere gidip Sezen Aksu şarkısına sığınıyoruz.

14 Şubat reklamlarında en güzel cıngıl 30 yıllık Melih Kibar şarkısı “Hayat seninle güzel.”

Uluslararası piyasada en çok ilgiyi gören Altın Gün’ün söylediği “Goca dünya” türküsü yüzyıllık.

Hangi diziyi açsanız en az 30 yıl öncesinin Neşet Ertaş, Selda türkülerinin klibi gibi.

Tam 14 Şubat karabasanı gelirken…

Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı şarkıların albümü çıktı. İsmi “2020 Model” ama müzikleri eskilerden.

VAY CANINA!

Söylediğim çıktı, Prens Harry aşkı istediği için değil servetine servet katmak için saraydan kaçtı.

İlk konuşmasında 3.1 milyon TL kazanmış!

Prens ne konuşabilir?

“Ben nasıl prens oldum?” Anlatacak bir şeyi yok.

“Ben nasıl başardım?” Prens olmasaydı görürdük başarıyı..

O da ne yapsın “Annem Prenses Diana” anlatmış.

Ben konferanslarımda onun 300 bin kat fazlasını anlatıyorum, işe yarar bilgi paylaşıyorum o benden 300 bin kat fazla kazanıyor!

Nerede bu adalet?

AKLIMDA KALAN

23 Nisan’ın 100’ü:  Aylardır burada geriye sayıyorum. 23 Nisan’ın 100. Yılı bir daha başımıza gelmeyecek bir fırsat. Toplumun bütünü şenliklerle, içimizdeki çocukları sokaklarda festivallerle eğlendirme fırsatını kaçırmayalım diye. Tek tek sesler çıkıyor ama o kadar. İşte kaldı 74 gün. @23nisanin100u #23nisanin100ü

 

 

Diğer Yazıları