Ver Suriye'yi al Hatay'ı

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Birinci Dünya Savaşı tarihte Türk milletinin maruz kaldığı en büyük bozgun oldu. O bozgun ve akabinde imzalanan Mondros mütarekesi ile asırlara sâri bütün düzeni alt üst oldu.

Daha on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Gladstone’un Türkler Avrupa’dan atılmalı, geldikleri yere geri gönderilmeli yolundaki söylemlerinin gerçekleşmesine hakikaten ramak kalmış, kıtalara hükmeden Türk milletinin Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınmasına yine Ankara Meclisi’nde karar alınmıştı.

Ver Suriye'yi al Hatay'ı

Büyük bozgun neticesi, bugünkü Irak, Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır, Yemen, Hicaz ve daha şehit kanı ile sulanmış birçok Osmanlı coğrafyasının devasa ölçekteki parçaları tek tek kaybedildi. Kudüs gibi kutsal şehirler bile İngiliz ve Fransız ittifakına silah sıkılmadan teslim edildi.

Kaybedilen coğrafyalar ne savaş sonrasında bir daha alınabildi ne de Lozan’da masaya getirildi.

Misak-ı Milli’nin öngördüğü yeni Türkiye’nin sınırları dahi tam anlamı ile tahakkuk ettirilemedi, Misak-ı Milli sadece dillerde ve gönüllerde kendisine yer edindi.

Ortadoğu’da Suriye Fransa’ya bırakılırken Irak, Ürdün, Filistin ve Hicaz’ı ise İngiltere kontrol etti.

Musul ve Kerkük her daim gönül dünyamızı özlemli surette süsleyen beldeler olsa da Hatay savaş sonrasında elde edebildiğimiz tek yer oldu.

Hatay’ın Türkiye’ye dâhil edilmesinin bilinen hikâyesi Arap İzzet Paşanın büyük oğlu Mehmed Ali Beyin Suriye Başkanlığı dönemine denk gelmektedir.

Mehmed Ali Beyin hiç şüphesiz ki rahat ve parlak bir hayatı olmuştu. Şam’da zengin bir evde ve seçkin bir muhitte, konakta doğdu. Özel dersler aldı, titiz bir eğitim gördü. İstanbul’da aristokrat bir ortamda yaşadı. Seçkin ailelerin çocuklarının devam ettiği İstanbul’daki Galatasaray Lisesi’nde okudu. Devlet burslusu olarak Paris’te tahsil gördü. Mezuniyeti akabinde ise vakit kaybetmeksizin Dışişleri Bakanlığında Hukuk Müşaviri olarak çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra Washington’daki ortaelçiliğinin büyükelçilik haline getirilmesine paralel bir şekilde o da, babasının sayesinde, Osmanlı Devleti’nin ABD’deki büyükelçisi oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrası yine babasının siyasi mirası ve Fransız taraftarlığı neticesi Suriye’nin ilk Devlet Başkanı seçildi. Söz konusu görevlere yükselişindeki hız bu görevlerinden düşüşünde de aynı surette devam etti.

Ver Suriye'yi al Hatay'ı - Resim : 2

Mehmed Ali Beyin bütün hayatı tümüyle babası İzzet Paşa sayesinde şekillendi. Mehmed Ali Bey, Philip S. Khoury’nin de ifade ettiği üzere, Osmanlı kamu hizmetinde oldukça hızla yükselmişti. Babasının gölgesinde büyüyüp yetişmişti. O, kiminle evleneceğine dair karar verme fırsatı dahi bulamayıp babasının karar verdiği biriyle evlenmişti.

Mehmed Ali Bey hiç şüphesiz ki Cemal Abdünnasır’ın karizmasından, Şükrü el-Kuvvetli’nin ya da Hafız Esad’ın politik kurnazlığından yoksundu. Fakat böyle olmakla birlikte o, Suriye’nin modern siyasi tarihinde takip edilecek olan zeminin oluşumunu sağlayan hırslı bir devlet adamı oldu.

Mehmed Ali Beyin Suriye Devlet Başkanlığı sırasında en ziyade bilinen iki icraatı söz konusudur.

Bunlardan ilki, Fransa’nın isteğiyle, Suriye topraklarının muayyen bir parçası üzerinde Lübnan diye bağımsız bir devletin kurulmasına izin vermesidir ki bu kararı kendisinin Lübnan’ı satmakla suçlanmasına neden oldu.

İkincisi ise Hatay konusunda Paris’te yapılan gizli görüşmeler neticesinde Türkiye lehine kapı aralamasıydı. Onun bu tutumu hiçbir surette hoş karşılanmadı. Hatta bu tavırlarından dolayı Suriye’de ciddi bir itibar kaybına uğradı. Suriyelilerin gönlünde ve zihninde kendisine sempati duyulmayan bir kişi olarak yer almasına sebebiyet verdi. Dün olduğu gibi bugün de Suriye tarih kitaplarında adına layık-ı veçhile yer verilmedi. Suriye’de hatırasını takdir anlamında tek görünür şey, adının Şam’da bir caddeye verilmesi ile sınırlı tutuldu.

Hatay’ın Türkiye’ye terki konusu bazı zevat ve bazı kaynaklar tarafından bu suretle anlatılsa da ABD belgelerinde yer alan bilgilere göre, söz konusu terk genel olarak bilinenin aksine, Mehmed Ali Beyin Suriye Devlet Başkanlığı sırasında onun iradesi dışında şekillenmiş olan bir siyasi gelişmeydi. Hatta denebilir ki onun bu mesele ile alakası ve bu konudaki tasarrufu o tarihlerde Suriye’de iktidarda bulunmuş olması ile sınırlı olmaktan ibaretti.

Mehmed Ali Bey 1936 yılı Aralığında muhalefet grubunu oluşturan Ulusal Cephe’nin iktidara gelmesi üzerine kendi isteği ile dört buçuk yıldır sürdürmekte olduğu görevinden 1936’nın 21 Aralığında ayrıldı (11 Haziran 1932 - 21 Aralık 1936).

Görev süresinin Suriye’deki Fransız mandaterliği dönemi ile paralellik arz etmesi ise ilgiye değer bir durumdur. 

Mehmed Ali Bey istifası sonrasında Suriye’den ayrılıp Güney Fransa’da Nice şehrine yerleşti. Hayatının geri kalan kısmını orada oldukça refah içerisinde geçirdi.

ABD belgelerinde yer alan bilgilere göre; Mustafa Kemal, Suriye'yi mandasında tutan Fransa ile 1921'de bir anlaşma yapmış ve Fransa'nın sancakta yaşayan Türk azınlığa tanıdığı tavizler karşılığı olarak, Sancak üzerindeki Türk egemenliğinden feragat etmişti. Sonraki zamanlarda Sancak’ın akıbeti Lozan'da müzakere konusu olmuşsa da, mezkûr Fransız-Türk anlaşması hiçbir surette değişmemişti.

Ver Suriye'yi al Hatay'ı - Resim : 3

1936'da Suriye'nin nihai bağımsızlığını sağlayan Fransa-Suriye antlaşmasının imzalanması üzerine Mustafa Kemal Atatürk, mevcut düzenlemenin münhasıran Fransa ile Türkiye arasında olduğunu, dolayısıyla da Türkiye ile Suriye arasında geçerli olamayacağını ifade ederek Hatay’a dair iddia ve taleplerini gündemde tutmaya devam etmişti.

Fransa ve Türkiye, meselenin sonuca kavuşturulması amacıyla Milletler Cemiyeti'nin hakemliği konusunda aralarında anlaşmışlarsa da Milletler Cemiyeti, bir Avrupa savaşının muhtemeliyetini dikkate alarak, Sancak'ı, Suriye'nin bütün protestolarına rağmen, bir vilayeti haline gelmek üzere, Türkiye'ye bırakmıştı. (1)

Bu durum Türkiye-Suriye ilişkilerinde temel bir problem olmuş ve yakınlaşmalarını her daim engelleyen en önemli anlaşmazlık unsuru olarak mevcudiyetini sürdürmüştür.

 

(1) Metin Hülagü, Arap İzzet Paşa, Ayasofya Yayınları, İstanbul 2021, s. 151-152.

 

Diğer Yazıları