Ve Şeriat geldi, üstelik yeni değil 5 yıl önce

Demet Cengiz

Demet Cengiz

Birkaç gün önce Brunei Sultanlığı’nın Şeriat’a geçtiğini tüm dünya gibi Türkiye basını da yazdı.

Evet, bundan böyle Brunei’de Şeriat hükümleri yürürlükte olacak ancak Şeriat hukukunun kabulü 2014 yılında gerçekleşmişti. Süreç aşamalı olarak gerçekleşiyor. En son 3 Nisan’da eşcinsellerin ve zina yapanların taşlanarak öldürülmesi (recm), hırsızlık yapanların ellerinin kesilmesi yürürlüğe girdi.

‘Eşcinselliğin itirafı’ veya dört görgü tanığı recm edilme şartı olarak belirlenmiş. Bu koşullarda kim neden eşcinsel olduğunu itiraf etsin ki? Yok, sakın böyle düşünmeyin, itiraflar kimi zaman emniyetin ikna kabiliyetiyle gerçekleşebilmekte.

Şeriat’tan önce de Brunei’de eşcinsellik yasaktı ve cezası 10 yıl hapisti.

Brunei deyince aklınıza ne geliyor?

Benim aklıma gelenler şöyle…

Brunei yıllık 80 bin dolar ile kişi başı milli gelirde dünyanın en büyük 7. ülkesi.

1984’te bağımsızlığını kazanan ülke hâlâ Büyük Britanya koruması altında.

Ülkeyi 1967’den bu yana yöneten Sultan Bolkiah’ın kişisel serveti 22 milyar doların üzerinde.

Şu anda 72 yaşında olan Sultan’ın altın kubbeli sarayında 1800 oda var.

Bu tatlı sultan, 500 araç ile dünyanın en büyük Rolls-Royces koleksiyonuna sahip.

Porsche, Lamborghini, Bugatti, Bentley ve daha pek çok lüks marka araçtan oluşan koleksiyonunun 5 milyar dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor. Tabii kimse sultanın toplam kaç bin aracı var bilmiyor ama üzeri mücevherlerle süslü araçlarından tüm dünya haberdar.

Sultan, Londra ve Beverly Hills dahil dünyanın önemli yerlerinde 9 lüks otele sahip. Tabii ki sultanımız bu otellerde yapılan zinaları, konaklayan eşcinselleri pek önemsemiyor.

Sultanımızın hareminde 15 yaşında çocuklarda dahil yüzlerce kadın var.

1997 yılında Amerika güzellik kraliçesini kaçırıp seks kölesi yapmakla suçlanan sultanımız, diplomatik dokunulmazlıktan yırttı.

Sultan kardeşi Prens Jefri, metresi ve nişanlısıyla birlikte seks yaptıkları anın gerçek boyutlarda yontulmuş heykeline 1 milyon dolar ödedi.

Sultanımız, 1996 yılında 50. yaşını kutlarken konser veren Michael Jackson’a 17 milyon dolar ödemişti.

Bu egzotik Asya ülkesi’nin dili İngilizce, resmi dili Malayca.

Malezya’nın içinde iki ayrı parça olarak yer alan Brunei Sultanlığı petrol ve doğalgaz zengini.

Bulunduğu toprakları zengin eden petrolün, Şeriat arzusu yaratmak gibi bir özelliği de var.

Nijerya gibi çoğu petrol zengini ülke nedense bir türlü huzuru bulamıyor. Petrol Şeriat getirmiyorsa, iç savaş getiriyor! Bakınız Venezuela!

BBC’nin, İngiltere’nin eski sömürgelerinde yükselen Şeriat arzusunu şaşkınlıkla haber yapması da beni şaşırtıyor.

***

George Clooney’in başını çektiği bir grup aktivist, sultanın otellerini boykot çağrısı yaptı. Boykotlar, ülke bloklarınca yapılmadığı sürece hiçbir zaman başarılı olmadı.

Bakalım, Brunei’de recm edilenleri, elleri kesilenleri görecek miyiz?

Hukukun evrimini merak edenler gözlerinin önüne kabileler halinde yaşayan, güçlünün haklı olduğu ve sorunları öç alma prensibiyle çözen insanları getirebilirler. Kan davalarının kökü de bu kadar eskidir.

Adaleti sağlamak için ‘kısasa kısas’ prensibi güçlü ve güçsüzü, zengin ve yoksulu eşitleyen devrimsel bir karardı.

Hammurabi Kanunları, bu dişe diş kana kan ilkesini harfiyen uyguluyordu. Bir adamı üzerine ağaç düşürerek öldüren kişi, üzerine bir ağaç devrilerek öldürülüyordu. Suda boğan suda boğuluyordu.

Roma’da da böyleydi. Hukuk çok uzun yıllar karma gibi işledi. İnsanlar ektiklerini biçti.

Hırsızlık yapan, elleri kesilerek toplum içinde damgalandı.

Eşeği öldürenin eşeği öldürüldü. Duvarı yıkanın duvarı yıkıldı. Çocuğu sakatlayanın çocuğu sakatlandı.

Sırf ibret-i âlem olsun diye infazlar şehir meydanlarında gerçekleştirildi.

Modern hukuk ise, kişinin cezalandırılırken rehabilite edilmesini ve topluma kazandırılmasını esas aldı. Cezai ehliyet şartı aradı. Yaşa göre zihinsel olgunluğu dikkate aldı. Suçu bireyselleştirdi. Masumiyet karinesini öne çıkardı.

İdam cezası pek çok ülkenin yasalarından çıkarıldı. ABD gibi kimi eyaletlerde idam cezası olsa da infazları gerçekleştirmede pek hevesi olamadılar. Olamadılar. Çünkü idamlar geri dönüşü olmayan hatalara neden oldu. Yıllar sonra suçsuzluğu ispatlanan kurbanlar toplum vicdanını yaraladı.

Alan Parker’in Türkçeye ‘Ölümle Yaşam Arasında’ diye çevrilen ‘A Life Of David Gale’ filmi çarpıcı bir biçimde ‘idamı’ işler.

Victor Hugo’nun “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” sözü kimi zaman kılıçları bilemeyi salık verir.

Evet, adaletin kestiği parmak acımamalı ama…

ABD’de elektrikli sandalyede veya zehir enjekte edilerek öldürülen; İran’da, Afganistan’da taşlanarak öldürülen, vinçlere asılan insanları seyretmenin insanlığa nasıl bir katkısı var? Çağdaş insanın izleyecek başka bir şeyi yok mu? Modern insana ders verecek başka bir yöntem yok mu? Göz korkutmak, ne ölçüde insanların suç işlemesinin önüne geçti?

Bu eski sömürgelerden gelen ‘Karun kadar zengin’ kralların, prenslerin, sultanların bir tanesi kendi ülkesinde ölmezken (her nedense İsviçre, İngiltere, ABD, Fransa, Monako, Almanya’da gözlerini yumuyorlar), zevk ve şatafat içinde yaşarken kendi insanlarına reva gördükleri yaşam ve ölüm biçimlerini kimse sorgulamayacak mı?

Diğer Yazıları