Vahametli yıllar

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

En azından son üç asırdır, her yüzyılın başında, sanki otomatiğe bağlanmış gibi, Türk toplumu tekerrür edegelen siyasi-askeri darbelerle karşı karşıya kalmaktadır:

1807-1808: Kabakçı Mustafa Darbesi

1908-1909: 31 Mart Darbesi

-2016: 15 Temmuz Darbesi

Bu tarihsel-siyasi-askeri darbe kırılmaları ne kadar tabii birer gelişmedir, üzerinde biraz da olsa düşünmeyi herhalde hak etmektedirler.

Yıl dönümü olması nedeniyle 1909 olayları üzerinde biraz durmak istiyorum.

31 Mart 1909 hadisesinin son dönem Türk tarihinin en önemli siyasi ve askeri hadiselerinden birisi olduğunda şüphe yoktur. Zira bugünkü bir çok uygulamanın, kurumsallaşmanın ve zihni değişimin hem belirleyicisi hem de öncüsü durumunda olmuştur.

Ancak 31 Mart hadisesi gerek Doğu’da gerekse Batı’da hep “Kansız” bir darbeymiş gibi anlatılmış ve bu nokta, hep özel bir vurgu yapılmak suretiyle zikredilmiştir.

Esasen gerçek hiç de öyle değildir. Böyle bir vurguyla bu gayrimeşru darbenin insani ve vicdani boyutuna ironi olarak dikkat çekilip meşruiyetine adeta zemin hazırlanmaya çalışılmıştır. Veya en azından darbenin bu yönüne fazla dikkat edilmemesi ve sorgulanmadan geçiliverilmesi hedeflenmiş gözükmektedir.

Oysaki 31 Mart askeri darbesi, yakından incelenip bakıldığı zaman görüleceği üzere, oldukça kanlı ve gayet vahametli bir darbedir.

Selanik, Makedonya veya İttihatçı ordu dediğimiz kuvvetler ile İstanbul’daki askeri birlikler arasında şehrin muhtelif yerlerinde, yüz yıl öncesinde, iki hafta boyunca ciddi çatışmalar yaşanmıştı.

31_Mart_yargilananlar_-idam-cezalari-ibret-icin-gunlerce-sokaklardan-kaldirilmadi2

Beyoğlu, Taksim, Taşkışla, Tophane, Üsküdar, Selimiye ve hatta Şile… çatışmaların gerçekleştiği yerler arasındaydı.

İttihatçı liderler daha çatışmalar esnasında arananlar ve cezalandırılacak olanlar için bir liste hazırlamışlar ve bu listeyi Sultan Abdülhamid’e göndererek sözü edilen şahısların bir an evvel kendilerine teslim edilmesini istemişlerdi.

Çatışmalar noktasında Yıldız’da Sultan Abdülhamid’in emrine uyulup karşı konulmadığı için sessiz sedasız bir teslim gerçekleşmiş, ancak diğer mıntıkalarda, iki taraf arasında yaşanan çatışmalar nedeniyle, ciddi zayiatlar verilmiş ve oldukça fazla miktarda kardeşkanı akmıştı. Özellikle Taksim ve Taşkışla mıntıkası zayiatın en ziyade gerçekleştiği çatışma alanları olmuştu. Taksim’deki çatışmalar neticesinde en az 1000 askerin öldüğü kayıtlarda yer almaktadır.

31 Mart, genel sonuç itibarıyla, çoğunluğu İttihatçı askerlerden olmak üzere, toplamda asgari 2.000 askerin kanını ve canını kaybettiği bir vahametin adıdır. Bu vahim olayda yaralı sayısı da yine en az 2.000 civarındaydı. Bu yaralılardan 500 kadarı ancak hastaneye kaldırılabilmişti. Kızılhaç Cemiyeti gibi örgütler o sıralar daha ziyade, yaralı Ermeniler gibi, İstanbul azınlıklarının hizmetine koşmuştu.

Darbe sırasında kanını ve canını verenler sadece rütbesiz askerler de değildi. Rütbeli sınıftan bir hayli asker, 35 kadar subay da yaşanan çalkantı ve çatışma içerisinde hayata veda etmek zorunda kalmıştı.

Çatışmada ölen 300 İttihatçı asker, Enver Paşanın da katıldığı bir törenle İstanbul’da defnedilmişti. O güne, o günlerde kan ve can veren, ölen ve defnedilen askerlerin hatırasına Şişli’de bir Abide-i Hürriyet inşa edilmişti.

Ekran_Resmi_2018-04-09_09.16.39

Darbe günlerinde askerlerin dışında basın mensuplarından ve sivillerden de ölenler vardı. İngiliz, Amerikan ve Avusturyalı dragoman ve elçilik görevlilerinden yaralananlar olmuştu.

İstanbul o tarihlerde sadece darbe ile çalkalanmamış, fakat aynı zamanda bir dizi insanın cinayete kurban gitmesi ile de sarsılmıştı.

Ali Rıza Paşa zannedilerek Nazım Paşanın canına kıyılmış; Tanin’in editörü Hüseyin Cahid Bey farz edilerek Lazkiye Mebusu Emir Muhammed Aslan ile İsmail Mahir Paşa ve Binbaşı Muhtar Bey öldürülmüştü. Yine Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey olduğu düşüncesiyle Yüzbaşı Bettelheim askerlerin elinden zoraki kurtulmuştu.

Darbe sırası ve sonrasında ise isyan çıkardıkları yahut isyana karıştıkları gerekçesi ile sivil ve askeri sınıftan onlarca insan asılmış yahut kurşuna dizilmişti.

Askeri mahkeme tarafından yargılanan ve idam yahut kurşuna dizilmelerine karar verilenlerin cezaları ise geciktirilmeden derhal infaz edilmişti. Bazen yargılamaya bile gerek duyulmadan doğrudan cezalandırma uygulamaları da vakiydi.

Darbe sonrası İstanbul’un muhtelif yerlerinde idam sehpaları kurulmuş ve onlarca insanın nefesleri kesilerek hayatlarına son verilmişti. İdam ve infazlar 31 Mart darbesinin bir başka yönünü ve gerçeği olmuştu. Hatta gerçekleştirilen infazlar İttihatçılarca bir anlamda iyi bir motivasyon unsuru olarak görülmüş ve yönde değerlendirilmişti. Mahmut Şevket Paşa Hadımköydeki askeri kumandanlara çektiği bir telgrafla Abdülhamid’in birkaç casusunun idam edildiğini haber vermiş ve bu suretle oradaki İttihatçı askerleri moral açıdan desteklemek istemişti.

Harbiye Nezareti’nin girişi o günlerde infazların gerçekleştirildiği yerlerden biriydi. Diğer bir idam mahalli ise sabah akşam kalabalık bir insan kitlesinin gelip geçtiği Galata Köprüsüydü. Sirkeci ve Beyazıt Meydanı da darağaçlarının kurulduğu İstanbul’daki diğer yerler arasındaydı.

İttihatçılar tarafından idam edilenlerin ötesinde, Sultan Abdülhamid'in yaveri Şakir Paşa gibi, adeta harakiri yapmayı tercih eden ve intihar ederek hayatına kendi elleri ile son verenler de yok değildi.

Çatışmada ölenler, asılanlar, kurşuna dizilenler bir bütün olarak ele alındığında bu vahim olay sırasında hayatını kaybedenlerin sayısı en az 6.000 kişiyi bulmaktaydı. 10.000 kişi tutuklanmış ve binlerce asker de esir! alınmıştı. Bir hayli insan ise sürgüne gönderilmişti.

31 Mart Askeri Darbesi, tutuklamaları, yargılamaları, yargısız infazları, idamları, ölenleri, yaralıları ve sürgün edilenleriyle incelenip değerlendirildiğinde, anlatılan ve inandırılmaya çalışılanın tam aksine, son derece kanlı bir surette vuku bulmuştu. Bugün hala o günkü çatışmaların kurşun izlerini İstanbul’un bazı binalarında bulmak ve izlerine rastlamak mümkündür.

İlginç olan o ki; darbe nedeniyle akan kan sadece o günler ve çatışan askerlerle sınırlı kalmamış, gün gelmiş darbenin elebaşlarına kadar uzanmış ve darbenin baş aktörleri de kendi kanlarına bulanmaktan kurtulamamışlardı.

15 Temmuz ihanet darbesi şükür ki başarılamadı. Çünkü: Millet, daha öncekilerde olduğu gibi sinmiş ve sindirilmiş değildi; Saray tevekkülle teslimiyeti değil cesaretle direnmeyi tercih etmişti; Asker, hak ve hakikati sezme ve anlamada artık yeterince tecrübeliydi…

Şayet, kökleri mazide ve diyar-ı küfürde olan bu tarihi-siyasi-dini-bürokratik-askeri-yarımaydın ihaneti kazara başarılı olsaydı… Vahşet ve denaette 31 Mart hadisesinden hiç de geri kalınmaz… Allah bilir neler neler vuku bulur… Ne ocaklar söner ve hanümanlar viran olurdu…

Kim bilir belki de (Allah muhafaza) Akif’in Bülbül’ünde dediği gibi bir manzara oluşurdu:

Bugün bir hânümansız serserîyim öz diyârımda!
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin, Fâtih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkus inlesin beyninde Osmân’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Diğer Yazıları