Sultan Abdülhamid ve otomobil –IV/V

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

OTOMOBİLE YASAK ÜLKELER

Dönemin yayın organlarından biri olan Şehbal’de, mesela, Times nehrinin üzerinde inşa
olunan köprünün fotoğrafına yer verilerek; “Daha uzun süre bigâne (kayıtsız) kalmaya
mahkûm olduğumuz asar-ı temeddün (medeniyet eserleri)” denmekteydi.

Bu hayıflanmanın yer aldığı aynı sayfanın hemen altında ise başka bir fotoğrafa yer verilerek
“Ma’mûre-i Konstantiniyye’de görülmeyen umranlardan biri (Bayındır İstanbul’da
görülmeyen gelişmişliklerden biri)” denilerek hayıflanılmakta ve “İstanbul’a nispetle
İngiltere’nin ikinci derecede bir şehri olan Doncaster’de otomobil nakliyatı” ile fotoğrafı
verilen bir otomobile işaret edilmekteydi.

Bu hayıflanmalar pek tabii ki belli ölçüde hem isabetli hem de doğruydu. Zira bu tarihlerde
Osmanlı ülkesine otomobilin girişi yasaktı. Hatta dönemin etkin ve zengin zümresi
otomobilin imparatorluğa bir an evvel girmesine izin verilmesini sağlamak maksadıyla
yıllarca mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Asya’nın birçok geri kalmış bölgeleri modern
araçların işgali altında bulunurken otomobilin Osmanlı sınırlarından içeriye girmesine izin
verilmemesi itiraz konusu olmuştu. Uluslararası otomobil firma ve üreticileri de Osmanlı
ülkesindeki yasağın kaldırılması yahut değiştirilmesi için çok gayret sarf etmiş fakat netice
itibariyle hiçbir şey elde edememişlerdi. Zira yasakların serbestiyete dönüşmesi için sadece
Osmanlı Devleti, idarecileri ve halkının değil, genel anlamda dünyada bütün ülkelerin,
kralların ve halkların muayyen bir zamanın geçmesine ihtiyaçları vardı.

Serbestiyetin gerçekleşmesi öyle hemen bir çırpıda olacak bir şey de değildi. Olabilmesi için
öncelikle bu yeni icat otomobillerin kanıksanması, ihtiyaç duyulur hale gelmesi, yol ve köprü
gibi altyapının oluşması gerekmekteydi. Bunlar da doğrusu, zamanla olabilecek şeylerdi.
Hakikaten de aradan geçen muayyen bir süre sonra Osmanlı ülkesine de otomobil ithal
edilmesine izin verilmişti. Fakat verilen izine, ülkeye sokulacak otomobillerin şehir ve
köylerde bulundurulmaması kısıtlaması ilave edilmişti. Otomobil sahiplerinin otolarını sadece
şehir dışında bulunan yollarda kullanmaları mümkün olabilirdi. Şehre girmek isterlerse
otomobillerini adeta kucaklarına alıp taşımaları gerekmekteydi. Fakat şu da bir gerçekti ki,
yasa varsa mutlaka bu yasaların her zaman için kullanılabilecek açıkları da vardı. Ancak bu
yasal açıklar derde deva olmaları bakımlarından tek başlarına yeterli olmayıp ondan
yararlanmak için ilgili avuçlara sıkıştırılacak birkaç kuruşa ihtiyaç duymaktaydı. Böyle
davranıldığı takdirde otomobillerin kucakta değil, tekerleri üzerinde şehre sokulmaları
mümkün olabilirdi.

YASAĞIN DELİNMESİ

Bazen olmadık şeyler olur, o güne kadar olagelenler de bütünüyle değişmek zorunda kalır.
Bu anlamda günün birinde yürürlükteki yasağa rağmen bir otomobilin hiçbir yasak yokmuş
gibi İstanbul’da Pera Caddesi’ne kadar geldiği görülmüştü.
Otomobilin şoförü, yaşlı, genç, hiç kimsenin korku dolu bakışlarına aldırmamış, aralarından
geçerek ilerleyip gitmişti.

Otomobil Homolles adlı bir Fransız’a aitti ve Paris’ten İstanbul’a kadar hiçbir sıkıntı
yaşamadan günde 300 km yol kat ederek Pera’ya kadar gelebilmişti.

Homolles’in bu başarısının ardındaki sır tabii ki bütünüyle duygusal sempati ile alakalıydı. O
duygusal sempatiye gayet iyi bir surette hitap etmiş ve yolculuk güzergâhı boyunca muhatap
olduğu memurların gönüllerini hoşnut kılmıştı. Dolayısıyla da tarihte düşmanın bir türlü
geçemediği Şıpka Geçidi’nden, hiçbir savunma ve saldırıya uğramadan ve oradan da Pera’ya
kadar var olan bütün kasaba ve şehirleri hiçbir engellemeye maruz kalmadan, rahatlıkla
geçebilmişti.

SULTANÎ DEĞİŞİMLER

Gerçi bu tarihlere gelindiğinde dönemin Sultanı II. Abdülhamid’in de otomobile bakışında
ciddi bir değişim söz konusu olmaya başlamış, o da kendi hayatında otomobiller için yeni bir
sayfa açmış, yeni bir safha başlatmıştı. Sayıları az da olsa otomobillerin yurt içine
sokulmasında herhangi bir sakınca görmemeye yönelmişti.

Ulaşım için dönemin yolları otomobillerin kullanımı için henüz yeterince hazır değildi. Hele
hele bu noktada Avrupa ile mukayese edilebilecek ve Fransa’daki yollarla rekabete
girişilebilecek bir durumdan ise hiç söz edilemezdi.

Yasakların delinmesi ve Sultan’ın çağdaşı birçok kral ve hükümdar gibi otomobile “Şeytan
Arabaları” diye bakmaktan artık vazgeçmeye yönelmiş olması; imparatorluk sınırlarının
mahdut bir şekilde de olsa otomobillerin girişine açık hale getirilmesi talepleri; yasakların
ihlal edilmesi ve otomobille şehir merkezlerine girişi için talep ve baskıların giderek artması
eskisine nispetle daha belirgin bir hal almıştı.

Tam da bu tarihlerde, 1904 yılının ilk ayında, İstanbul’daki Alman Konsolosluğu
çalışanlarından birinin Almanya’dan elektrikli bir otomobili şehre getirme teşebbüsü ortalığı
birbirine katmak için yetmişti.

Beyoğlu Mutasarrıflığı ve Zaptiye Nazırlığı konu ile yakından ilgili olmuştu. Muhatap Alman
Sefareti olunca Zaptiye Nazırlığı talebe nasıl cevap vermesi gerektiği konusunda mütereddit
kalmıştı. Verilecek olumlu bir cevabın benzer talepleri kamçılayacağı gibi tabii bir endişe
vardı. Endişenin doğruluğu muhakkak ise de neticede kerhen de olsa talebe olumlu bir cevap
verilmişti. Ve hakikaten korkulan da olmuş, kısa bir süre sonra Fransız Konsolosluğu da
Marsilya’dan getirmek istediği araçlar için izin talebinde bulunmuştu. Ona da istemeye
istemeye evet denilmişti.

 

Diğer Yazıları