Süheyl Batum: Kendi isteğimle istifa etmedim!

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Merkez Yönetim Kurulu, geçtiğimiz pazar günü yaptığı açıklamada "Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantımızda; Genel Başkanımız Sayın Prof. Dr. Süheyl BATUM Genel Başkanlık görevini bırakmıştır" ifadeleri kullanmıştı. Batum, istifasının perde arkasını anlattı.

Süheyl Batum ise "Gerekli açıklamayı ilerleyen günlerde yapacağım" demişti.

“KENDİ İSTEĞİMLE İSTİFA ETMEDİM”

Batum’dan beklenen açıklama geldi. Batum açıklamasında, “İlk önce haklı olarak, en çok merak ettiğiniz hususla başlayayım. Ben ‘ADD Başkanlığından kendi isteğimle istifa etmedim’. Hele hele yorulduğum, mücadeleden bıktığım için hiç etmedim” dedi.

Batum açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Bunu her şeyden önce, vurgulamak istiyorum. Çünkü hiç bir Yöneticinin, bu ‘yoruma sığınmasını’, hiçbir gerçek Atatürkçünün de, bilmeden ya da bilerek, ‘bunu söylemesini, bahane göstermesini, ya da görmezden gelmesini’ istemiyorum. Doğru ve adil bulmuyorum.

Beni tanıyanlar bilir. Hiçbir zaman mücadeleden bıkmadım, yorulmadım, sıkılmadım. Ve kaçmadım. Bu tutum, ‘Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına’ karşı çıkarken de, ‘Anayasa Komisyonunda yapılmak istenenleri’ görüp engel olmaya çalışırken de, benim her zaman zararıma olmuş olsa da, hiç vazgeçmedim.

ADD bünyesinde de, seçildikten 6 ay sonra, ne sıkıldığım için, ne yorulduğum için, ne korktuğum için, “istifa ederek, ADD Başkanlığını” bırakmadım.”

“UTANÇ VERİCİ BULDUM”

“Pekiyi bu ‘görevi bırakma’ nasıl gerçekleşti?” diye soran Batum açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Çok basit ve açık. Beraber yola çıktığımız arkadaşlarımdan 17’si, diğer listeden gelen iki arkadaşımızla da birleşerek, bir anda, karşıma ‘2/3 imzayı aşan bir güvensizlik dilekçesi’ çıkardılar. GYK olağan Toplantısından bir gün önce, bana ve birlikte yola çıktığımız diğer arkadaşlara hiçbir bilgi vermeden, yani gizlice bir araya gelerek, bir gün önce imzaladıkları bir ‘güvensizlik önergesini’ ortaya koydular.

Gerçi ‘görevi bırakmama’ yol açan süreç, kesinlikle son bir günün, hatta bir kaç günün sorunu değildi. Nitekim, yola çıkarken verdiğimiz sözlerin yerine getirilmesi aşamasında bile, gerek yorumlarla, gerek karşı çıkışlarla, türlü türlü engellemelerle karşılaştığımı fark ettim. Bazı, inanamadığım davranış ya da ‘alışkanlık biçimleri’ ile yorulmaya zorlandığımı gördüm.

Hatta bunun üzerine, ilk önce, tüm mesai arkadaşlarımı, Denetleme Kurulu ve Disiplin Kurulu üyeleri dahil, bir ay önce, toplantıya çağırmış, tüm sorunları, tüm yapılmak istenenleri, bütün açıklığı ile paylaşmıştım.

Ama seçimde o kadar oy veren Başkan ve delegenin, üyenin güvenini ve desteğini, üstelik seçimler sonrasında da arkamda hissettiğim için, istifayı hiç mi hiç düşünmemiştim.

Daha sonra, bir hafta öncesinde, benzer bir baskı büyük bir maharetle uygulamaya koyuldu. Genel Başkan Yardımcısı istifa ettirildi ve ‘hemen orada istediklerine karar vermediğim takdirde, 17 kişinin birlikte hareket edecekleri’ açıklıkla anlatılmak istendi. Hatta daha o gün, hatırlamak bile istemediğim, cesaret edilebileceğini hiçbir zaman düşünmediğim, bir ortak dilekçe hazırlanması olayı uygulamaya konuldu. Ben bunu yazmak istemiyorum, çünkü utanç verici buluyorum. İsteyenler bunu sorup öğrenebilirler.

Ancak, ne yalan söyleyeyim, ben, yine de, bu ‘birlikte hareketin’, ‘bir ortak oldu bittiye’, -(ne yalan söyleyeyim, komplo demek istemediğim için, en hafif deyimiyle bu kelimeyle ifade ediyorum) - dönüşebileceğini düşünmediğim için, ertesi hafta, hiçbir haber ve bilgi vermeden, planlı ve bilinçli olarak, ‘17 yol (!) arkadaşımın’, bir gün önceden toplanarak, dilekçe hazırlayacaklarına inanmadım. Toplantı başlar başlamaz, anında bu dilekçeyi okutacaklarını ve oya sunacaklarını düşünmedim.

Çünkü yaşamım boyunca, ne böyle bir ‘oldu bitti’ planladım. Ne de böyle bir ‘gizli hazırlanmış bir oldu bitti’ ile karşılaştım. Üstelik Atatürkçülerin yer aldığı bir kuruluşta, böyle bir ‘oldu bittinin’ uygulamaya koyulabileceğini hiç düşünmedim.”

“BU ANCAK KOMPLO KELİMESİ İLE AÇIKLANABİLİR”

Süheyl Batum açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Hiç kuşkusuz, arkadaşlar arasında bir tartışma olabilir. Tartışmada her türlü oy kullanılabilir. Kavga bile edilebilir. Ama bir gün önceden, Genel Başkandan ve bazı arkadaşlarından gizli olarak toplanmak, bir dilekçe imzalamak, sonra hiçbir şey olmamış gibi, ertesi gün toplanarak, toplantı açıldıktan bir dakika sonra, güvensizlik dilekçesini ortaya çıkarmak. Bu, ancak komplo kelimesi ile açıklanabilir. Ama biz, yine de ‘oldu bitti’ kelimesini kullanalım.

Bu ‘gizlice ve aylarca planlanmış, kotarılmış oldubittinin’ Atatürkçülükle, hatta Atatürkçülüğü bir yana bırakın, insaf ve ahlakla kesinlikle bağdaşmadığı açıktır. Ama bazı arkadaşlarımızın vicdan ve anlayışları ile bağdaştığı açıklıkla ortada.

Ve işte, bu ‘oldubittiyle’ karşılaşınca, bu planlı hareketi kurgulayanlarla, hiçbir şey olmamış gibi aynı Yönetim Kurulunda yer almayı, ne ahlakla, ne onurla bağdaştıramadığım için, ‘Yönetim Kurulundan da’ istifa etme kararını aldım.”

“‘GÖREVİ BIRAKMAMA’ NEDEN OLANLARLA DA, MÜCADELEDEN VAZGEÇMEYECEĞİM”

Açıklamasında “Pekiyi neden üç gün bekledim?” diye soran Süheyl Batum şunları kaydetti:

“Pazar günü, gerçekleşen bazı olaylar sonucunda ‘görevi bırakmamın’ sonrasında, bir çok Başkanımızdan ve yol arkadaşımdan, telefonlar ve mesajlar aldım. Doğal olarak, görevi niçin terk ettiğim, neden istifa ettiğim sorusu soruldu. Ben de, Genel Merkezdeki diğer arkadaşlarımın gazetelere yaptıkları açıklamaların şimdilik yeterli olduğunu söyledim.

Ancak bazı Başkanlarımdan, nedeni anlamak için Genel Merkez’e sorduklarını (hatta onlar tarafından arandıklarını) ve ‘istifamın kendileri ile bir ilgisinin ve bilgilerinin olmadığı, benim tek taraflı olarak istifa etmiş olduğum’ yönünde yanıtlar aldıklarını öğrendim. Hatta bazı dostlarımızdan ‘bir kişi istifa eder, gemiyi terk eder, geri kalanlar yollarına devam eder’ türünde suçlayıcı ya da en azından hiç sorgulamadan geçiştiren yorumlar gördüm.

Benzer davranış, tutum ve yorumları, Ekmeleddinİhsanoğlu’nun adaylığına karşı çıktığımızda da görmüştüm. Üstelik ‘ihraç mekanizması’ gibi ağır bir mekanizma işletildiğinde de, bazı kişilerin, bunu ‘bir istifa’ biçiminde yorumladıklarına, ‘neden istifa ettiniz’ türünde anlamsız ve gerçek dışı sorularla beni suçladıklarına, aynı şekilde ‘zamanı mıydı’ türünde sorularla geçiştirdiklerine, hatta ben, dava açarak, 28 günde partiye geri dönmeme karşın, bilmezden, görmezden gelmeye çalıştıklarına tanık olmuştum.

Bugün de, ADD’de, benzer algı operasyonları ile, benzer yöntemler ile, üyelerimize ve Başkanlarımıza, ‘durup dururken kendi başıma istifa ettiğim’ şeklinde bir bilgi verilerek, aleyhimde bir hava yaratılmaya çalışıldığını gördüm.

Ama burası Atatürkçü Düşünce Derneği. Ve burada yer alan hiçbir kimse, görmezden gelmeye, geçiştirmeye çalışmaz. Bu bir.

İkincisi olayın gerçekte ne olduğunu, nasıl gerçekleştiğini herkesin bilmeye hakkı var diye; ve ayrıca böyle kulaktan dolma ve tamamen yanlış bilgilerle olayın geçiştirilmesini istememe hakkım var diye de düşünüyorum.

Üçüncüsü de, ben bundan bir yıl önce, ADD Genel Başkanlığına adaylığımı koyarken, inandığım tek şey, ADD’nin, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor koşullarla baş edebilecek en önemli ve belki de tek kuruluş olduğunu düşünmem, ve bu mücadelenin, Atatürkçülerle ve ‘halka dokunarak, kendini göstererek’ kazanılacağına emin olmamdı. Üstelik, 16 Nisan halkoylamasında, dünyanın, herhangi bir ‘kendini demokrasi addeden’ ülkesinde görülmesi mümkün olmayan anti demokratik, siyasal yönden ahlak ve eşitlik dışı bir oylamada, Türk Milletinin yüzde ellisinin, tüm bu ağır ve eşit olmayan koşullara ve baskılara karşın, hiç korkmadan, ‘Atatürk Cumhuriyeti’ yönünde oy kullanmıştı. İşte bu ‘yüzde 50’yi’ yanına alan bir ADD ve Atatürkçüler, Atatürk Cumhuriyetini ve ilkelerini rahatlıkla koruyabilirlerdi.

İşte ben buna, o gün de inanıyordum. Bugün de inanıyorum. Ve bu yoldaki mücadelemi, o gün üstlendiğim gibi, inanın ki, yine sürdüreceğim. Kendim aday olmayabilirim, bir listede yer almayabilirim. Ama açıklıkla bilin ki, ADD ve Atatürk düşmanları ile olduğu gibi, bugünkü ‘görevi bırakmama’ neden olanlarla da, mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Kazanana kadar.

Hepiniz göreceksiniz. Ne 'bazı güç odakları', ne de 'ADD’yi bir partinin arka bahçesi olarak görmek isteyenler', başaramayacaklar. Ve mücadeleyi de, sonuçta bizler kazanacağız.”

“15 KİŞİYİ, NASIL VE HANGİ GEREKÇELERLE, GİZLİ OLARAK, İKNA ETTİĞİNİ DE BİLİYORUM”

Süheyl Batum yazılı açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Gelelim son noktaya. Bu ‘oldu bitti’ acaba neden kurgulanmış olabilir?

Yani yol arkadaşı diye yola çıktığım 17 kişinin, ‘bir gün önceden planlı ve bilinçli bir şekilde’, ve hiç haber vermeden toplanıp, bir güvensizlik dilekçesi hazırlamalarına; imzalamalarına; hatta Yönetim Kurulu toplantılarına genelde katılamayan bir arkadaşımızın bile gidip gizlice imzalamasına; hangi gerekçe, hangi bahane, neden olmuş olabilir?

Sizlerden ricam, bunu 17 arkadaşımıza da sorun lütfen.

Hatta en başta ‘bu oldu bittinin’ bizzat hazırlayıcısı olan, bu planı, her hafta yeni bir bahane, yeni bir gerekçe ile, bizzat uygulamaya sokan Sayın Genel Sekreterimize de bir sorun lütfen. Sorun ki, bir daha, hiç bir Başkan, 6 ay sonra, böyle bir durum ile karşılaşmasın.

Açık söyleyelim, elbette ki bazı durumlarda Yönetim Kurulu üyelerinin, Genel Başkan’a olan güvenleri sarsılabilir. Hem de 6 ayda. Ama hangi durumlarda olur bu sizce?

Örneğin Genel Başkan, söz verdiği halde bir türlü Tüzük yapmaz ya da yaptığı Tüzükte, Atatürk ile hiç bağdaşmayan hükümler koydurmaya çalışır ya da kendisi için süresiz Başkanlık ya da Tek adamlık yetkileri ister. İşte o zaman güven kalmayabilir tabii ki.

Ya da Genel Başkan, tüm ısrarlara rağmen, yerinden bile kalkmaz, ‘Malatya’ya gidelim, İzmir’e gidelim, Mersin’e gidelim, Muğla’ya, Erzurum’a, Gazipaşa’ya, Dörtyol’a, Samsun’a gidelim’ dediklerinde, ‘hayır, olmaz’ der.

Ya da örneğin Bölge sorumlularının ısrarlarına rağmen, örneğin Mersin’e ya da Muğla’ya, ya da Kırşehir’e katılmayı reddeder.

Ya da Genel Başkan, yine tüm ısrarlara karşın, ‘Toplum Akademisi’ ya da ‘Ata Evi’ gibi projelere katılmıyor, bunların uygulanmasını engelliyordur.

Ya da Atatürk gençlerini bünyeye katmak için toplantılar yapmayı, Tüzüğü değiştirmeyi, Yönetim Kurulu’na gençleri almayı, Genel Başkan reddeder. Hatta gençlerin daha etkili olabilmeleri için burs sisteminde değişiklik yapılmasını ısrarla kabul etmez.

İşte bu gibi nedenler güvensizliği tabi ki gerektirebilir. Ama ‘benim nedenim’ bunlar mı? Değil. Kesinlikle değil.

Pekiyi ne? Ben, gerçek nedeni biliyorum. Kesinlikle biliyorum. ‘Kimlerin’, diğer 15 kişiyi, nasıl ve hangi gerekçelerle, gizli olarak, ikna ettiğini de biliyorum.

Öyle ki, tam da etkin bir yöntem olabilecek ve sistemi kırabilecek bir adım atma yolunda iken, ‘seçimlerin eşit olmayan koşullarda yapılması, seçme ve seçilme hakkına aykırıdır’ diyerek ve 100.000 kişinin dilekçesi ile ‘önce YSK’ya, sonra AYM’ye, o da olmazsa AİHM’ne gideceğiz’ görüşünü ortaya attıktan ve İstanbul ve Ankara Baro Başkanlarıyla görüştükten hemen sonra, üstelik dilekçeyi hazırlayıp, Yönetim Kuruluna getirdiğim gün, bir anda “bu güvensizlik dilekçesinin” getirilmesine neden olan gerçek sebebi biliyorum. Bunun arkasındaki tüm güç odaklarını da biliyorum.

Ama istiyorum ki, lütfen sizler, onlara sorun. Bakalım 17 arkadaşımızı bu şekilde birleştiren temel ve ortak neden neymiş?”

"MÜCADELEDEN VAZGEÇMEYECEĞİM"

Batum açıklamasını şöyle noktaladı:

“En başında söylediğim gibi, Atatürk Cumhuriyetinin kazanacağına o gün de inanıyordum. Bugün de inanıyorum. Ve bu yoldaki mücadelemi, o gün üstlendiğim gibi, inanın ki, yine sürdüreceğim. Yine dediğim gibi, artık kendim aday olmasam da, ‘ADD ve Atatürk düşmanları’ ile olduğu gibi; bu ‘gizli saklı, bilinçli oldu bittiyi kurgulayanlarla’ da, dahil olanlarla da, mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Ve kazanacağız. Atatürk Cumhuriyetini yıkıp, yerine kendi Cumhuriyetini kurmak isteyenlerin de hevesleri kursağında kalacak, ‘güç odakları ile komplo kurup, nedenini bahaneler üreterek anlatmak isteyenlerin ”geçici başarıları (!) da’, işlerine yaramayacak.”

Süheyl Batum: Kendi isteğimle istifa etmedim! ile ilgili etiketler
GÜNÜN VİDEOSU

Sidney'de ayin sırasında kan donduran olay! Gazze ile ilgili vaaz veren piskopos bıçaklandı...

Avusturalya’nın Sidney kenti yakınlarında vaaz veren piskopos, Gazze’deki deneyimlerini anlatıp, Gazze’de küçük çocukların öldürülmemesi gerektiğini belirtirken bıçaklı saldırıya uğradı. O anlar saniye saniye YouTube'da canlı yayınlandı.