Seçmeni ya da sevdiğiniz insanı kazanmak mı istiyorsunuz?

“SEN OLMAK” İSTERİM

Seçmeni ya da sevdiğiniz insanı kazanmak mı istiyorsunuz?

Son 50 yıl, insanın serüveni “ben olmak” üzerine kuruldu.

“Benim önemim”, “benim farkım”, “benim arzum”, “benim şahaneliğim”, “benim bulunmaz Hint kumaşlığım”, “benim kraliçeliğim/ krallığım” yolunda yürürken batağa saplandık.

Halbuki kendi görüntüsüne aşık olmak, Narcissus’a (narsizmin kökeni) verilen cezaydı. Kendisini seve seve ölmek.

Masalda, “Ayna ayna söyle bana, en güzel kim bu dünyada” sorusuyla kıvranan kraliçe, kötülüğün temsilcisiydi.

“Ben”i merkeze alınca “sen”den koptuk.

“Ben”im olabilmem için “sen”in olman gerekiyor, unuttuk.

“Sen”den boşalan yere “o” geldi.

“O” her yerdeydi. Medyada ünlü, sahnede şöhret, modada güzel/ yakışıklı, dizide kahraman.

“Ben”, “onun gibi olmak” istedi.

“Onun gibi olmak” kolaydı, “o” her kimse (şöhret sahibi olan) soru sormazdı, açıklama istemezdi. Zorluk sevmezdi.

Ama “sen” soru sorarsın, açıklama istersin, zorlaştırırsın.

“Onun gibi olma” hevesi, ya ergenlere ya da alt kültüre özgü sanılırken artık öyle değildi.

Doktorlar bile kafalarındaki “o” olabilmek için gündüz kuşağında dansözlük yapmaya, payetli elbiselerle reklam vermeye başladılar.

“Ben”in itibarı, “o”nun şöhretine yenildi.

Daha somutlaştırayım.

Ufukta seçim var ya, siyasi partiler oy artırma telaşına düştüler.

Çalışıp çabalıyorlar kararsız havuzundan o yana, bu yana giden yok.

Tevatürleri bir kenara koyarsak partilerin oylarında da bir artma yok.

Politikacılar için seçmen “o/onlar”dan ibaret. Öyle olunca da araya belirgin bir mesafe giriyor.

Mesafe gerçeği bozuyor.

Tüm sihir, anlamak istediğimiz kişi/ grubun yerine geçmek, “sen”leşmek.

AK Parti’nin sürecin başındaki, CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başındaki başarıları halkın kendisi olmaktan kaynaklanmıştı.

Her tür ilişkimizdeki başarı, karşımızdaki kişi olmayı, “sen olma”yı başarmakla ilişkili.

“Ben”, “sen”in yerine geçmeden, “sen”in gibi düşünemem, “sen”in gibi düşünmezsem “sen”i anlayamam ki.

 

SİZE BİR ŞEY DİYEYİM Mİ?

Bir, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanı adayı olmak için CV bırakanları okuyunca önce katıla katıla güldüm.

Sonra düşündüm.

Size bir şey diyeyim mi, Millet İttifakı’nın adaylık stratejisi üzerine düşünmesi gerek.

İki, gardiyanlarımızdan Zuckerberg (Facebook’un sahibi), “metaverse” adıyla sanal bir dünya oluşturuyor.

Siz orada değilsiniz ama görüntünüz üç boyutlu olarak orada.

Bir süre sonra olacağı şu, sizinle buluşmak isteyen biri siz istemeseniz de görüntünüzü karşısındaki sandalyeye oturtacaktır.

Size bir şey diyeyim mi, biz geçmişe göre kötü olsa da geleceğe göre iyi zamanlardayız.

Üç, Aksaray Üniversitesi, “Uluslararası İlişkiler Bölümü”nde sahte bir doçent görevlendirilmiş.

Aksaray’da neden “Uluslararası İlişkiler Bölümü” var? Başvuru belgelerini inceleyen jüri görevini nasıl yapıyor? Bu kişi bu cesareti nereden buluyor?

Size bir şey diyeyim mi, yükseköğrenim sistemimizdeki anlayış baştan sona değişmeli. Bilimde ilerlemek başka türlü o-la-nak-sız.

Dört, psikolog bir kadın, hasta haklarına giren mahrem görüntülerini ekranlarda paylaşan estetik doktorunu mahkemeye vermiş.

Size bir şey diyeyim mi, tıp dünyasındaki sefilliği mahkemeler falan düzeltemez. Doğru düzgün işleyen bir tıp etik kurulu olmalı ki, soytarılar bir daha doktorluk yapamasın.

Beş, 29 Ekim’de Anıtkabir’de medyanın bir kısmına yasak kondu. Her yere yasak koyabilirsiniz, her yerin sahibi var. Ama Anıtkabir’e olmaz.

Size bir şey diyeyim mi, Anıtkabir’in herkesin mekânı olduğunu bilmeyenler bu gezegenden olamaz.

Altı, Kiğılı’nın sahibi Abdullah Kiğılı “Her işi gülümseyerek yaptım. Kartvizitimle birlikte gülümsememi de verdim” demiş.

Pek çok konferansını “güler yüz biriktirin” temennisiyle bitiren biri olarak size bir şey diyeyim mi, gülümsemenin üzerinde bir iletişim yöntemi bulunmadı daha.

Yedi, Fenerbahçe son zamanlarda üst üste yenilgi alıyor. Herkesin açıklaması farklı. Size bir şey diyeyim mi, bu yenilgilerde esas sorun Başkan Koç’un üst perdeden esip gürleyerek yenilgiyi kendileri dışında gerekçeler göstermesiydi.

Yenilgilere bahane sunan başkan varken takım neden oynasın?

Sekiz, Beşiktaş’ın yenilgileri ise Sergen Yalçın’ın konsantrasyonunun dağılmasından.

Size bir şey diyeyim mi, takıma odaklanmak yerine reklamlarda oynamak, havalara girmek zor çıktığın zirveden kolay indirir.

 

ÇOK AMA ÇOK KORKUYORDUM

Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yıkılırken çok ama çok korkuyordum.

Yeni binanın ismi değişecek diye korkuyordum.

Yine çirkin bir beton yığını dikilecek diye korkuyordum.

Selçuklu mimarisine saplanıp kalacaklar diye korkuyordum.

29 Ekim’de korkularım gitti. İsmi değişmedi, mimarisi betona gömülmedi.

Ve fakat şimdi de, o dev salon siyasi partilere, düğünlere derneklere kiralanacak diye korkmaya başladım.

 

TÜKETİCİ TUTSAK, MARKETLER SERBEST

Özetinde liberalizm der ki, piyasa kendi dengesini bulur. Bunu da “görünmeyen el”iyle yapar.

Gerçekte ise piyasayı para yönetir. “Görünmeyen el” paranın “kirli el”idir.

İşte o “el”, Migros, BİM, A101, Şok ve CarrefourSa arasında danışıklılığa dayalı ilişkilerle fiyat oluşturuyormuş.

Bunlara “Yudum” vs. sıvıyağ üreten Savola dahil.

Fiyat indirimi yasak, fiyat bindirimi serbest. Fiyat indirenin ürünlerini de toplatıyorlarmış.

Rakip sandığın aslında işbirlikçi.

Rekabet Kurulu böyle dedi, cezayı kesti.

Peki bu kirli düzeni tüketici nasıl boykot edecek? Rekabet Kurulu “tüketici tutsaklığı”nı bitirecek bu sorunun da yanıtını vermeli.

 

DİYANET KİŞİSEL TAKILIYOR

Diyanet İşleri Başkanı ve ekibi, Mustafa Kemal Atatürk’e husumete varan bir tavır içerisinde.

Kimileri diyor ki, cesaretini iktidardan alıyor.

Araştırdım, 29 Ekim mesajlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan Atatürk’ten söz etmiş, TBMM Başkanı Atatürk’ten söz etmiş, bakanlar Atatürk’ten söz etmiş.

İçlerinde Atatürk’ü seven vardır, sevmeyen vardır ama mesajlarına koymuşlar. İç dünyaları ne olursa olsun dışarıya hakkı teslim etmişler.

Diyanet İşleri Başkanı makamını kişisel zevkleri için kullanıyor belli ki, ciddiye almaya gerek var mı, emin değilim.

 

BEN “KASANDRA” DEĞİLİM

Hakkımda “Kasandra” benzetmesi yapanlar var. Olacakları önceden bilen ama buna kimseyi inandıramamakla cezalandırılmış mitolojik karakter.

Öyle özel bir becerim yok. Sadece parçaları bilgi tutkalıyla birleştirmek benim işim.

Dizi sezonu açılmadan bu köşede, iki berbat dizi başladığını yazdım; “İçimizden Biri” ve “Uzak Şehrin Masalı.”

“İçimizden Biri” için “Yabancı Damat” ile, “Yeni Gelin”den ortaya karışık demiştim, birkaç bölümde yayından kalktı.

Fox’un “Uzak Şehrin Masalı” ile dalga geçmiştim, oyunculuktan senaryoya o kadar kötü demiştim, ömrü çok kısa oldu.

Siz siz olun dizilerle ilgili görüşlerimi ciddiye alın.

Not: Tam “Yalancılar ve Mumları” dizisinin de günü ve saati yanlış, değiştirmezlerse o diziye de yazık olabilir yazacaktım ki yazmama bile fırsat kalmadan dizi kaldırıldı.

 

DAHA

Bazen aklımdan “daha”lı cümleler geçiyor;

Daha az çalışmam lazım.

Daha güler yüzlü olsam iyi olacak.

Daha esnek olmam şart.

Daha çok uyumalıyım.

Daha az insanla daha çok zaman geçirmeliyim.

Daha kontrolsüz yaşamam gerek.

 

AKLIMDA KALAN

“Spor Federasyonlarını yıkmadan olmaz” kararım: Basketbol Federasyonu başkan adayı Erman Kunter’in “Belgrad’a özel uçakla gidiliyor, makam aracı önden gönderiliyor. Oysa Anadolu takımlarının deplasmana gidecek parası yok” demesi çok önemli. Üstelik sadece basketbol değil başta futbol olmak üzere tüm spor federasyonları yıkılmadan sporda iyileşme olmaz. O sorun ya da bu sorunla dikkat dağıtılır o kadar.

 

Diğer Yazıları