"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ

"Tek son dakikamız: Kıyamet günü" diyen Diriliş Postası Genel Yayın Yönetmeni Erem Şentürk, SuperHaber Röportaj Editörü Hülya Okur'a konuştu. Erken seçimde Erdoğan'ın karşısına çıkartılacak adayları tek tek değerlendiren Şentürk, Meral Akşener için "Karanlıklar kraliçesi" benzetmesini yaptı. Yılmaz Büyükerşen'in Eskişehir'den çıkamayacağını iddia eden Şentürk, güncel tartışmaya ilişkin ise "Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" dedi.

SuperHaber'den Hülya Okur, "Diriliş Postası"nda kendine münhasır tarzı ile Türk medyasına farklı ve aykırı bir soluk kazandıran Erem Şentürk'le gündemi, medyayı ve özel dünyasını konuştu. 

“ERDOĞAN’LA YAKINLAŞMAYI HİÇ ARZU ETMİYORUM”
“ERDOĞAN’IN 10 DAKİKASINI ALSAM, VEBALİNİ ÖDEYEMEM”
"Recep Tayyip Erdoğan´ı 1994´ten beri aktif takip eden bir gazeteciyim. 1994´ten beri konjonktür değişti, siyaset değişti, ama Erdoğan´da bazı şeyler hiç değişmedi" dediniz. Değişmeyenler, bilinmeyenleri, denklemleri ve dengeleri neler? Malum içerik biraz farklı olsa da Cumhubaşkanı ile çay sohbetleriniz var.. Bir çay mesafesinde nasıl gördüğünüze dair yorumlar almak isterim…
Tayyip Erdoğan'la ilgili çok önemli bir uyarı yapacağım, ben Tayyip Erdoğan'ı hayatımda yakınen bir kere gördüm. Tayyip Erdoğan'la yakınlaşmayı hiç arzu etmiyorum, bilakis bunu zul kabul ederim. Gerek yok. Tayyip Erdoğan'la yakınlığı mı size tarif edeyim, bunun bilinmesi önemli. Tayyip Erdoğan'la ben görüşsem ve bana 10 dakika ayırsa, kendimi o 10 dakikayı ümmeti Muhammed'den, 80 milyondan çalmış kabul ederim. Ömrüm müddetince de 10 dakikaya ödeyemem. Böyle bir veballe ölmem. Tayyip Erdoğan benimle 10 dakika konuşacağına gidip uyusa daha iyidir, ne konuşacağım ben o adamla. Çünkü Tayyip Erdoğan'ın bu dünyada bilmediği ve benden öğreneceği bir şey yok. Koca koca adamlar, fotoğraf çekilip, o fotoğrafları kullanıyorlar. Bütün kitap yazanlar Tayyip Erdoğan'ın elini kitap tutuşturuyor. Tayyip Erdoğan'la ilgili iki şey söyleyeceğim; birincisi bu adamın formülleri yok, o yüzden herkesi çok panikletiyor. İngiltere'de vs eğitim görse siyasete bakış açısı şu diyebiliriz. Ekolü, formülü falan yok, bu onu çok tehlikeli yapıyor. Çünkü ön göremiyorsunuz, hesaplayamıyorsunuz. Bana en parlak siyasetçiyi gösterin, o konuşmadan, söyleyeceklerini önden söylerim çünkü onun tabi olduğu sistemi tanıyorum. İrancı adamın ne söyleyeceğini, nasıl takiye yapacağını, kendini nasıl gizleyeceğini bilirim. Tayyip Erdoğan’ın gavur açısından problemi, adamın formülü yok, bu onu öngörülemez yapıyor. Bu şahane bir şeydir, bu dünya için çok lazım bir şeydir. İkincisi, sene 1909, aylardan 6 Kasım, Cuma günü, yer: Haydarpaşa. Sultan Abdülhamit hazretleri geliyor, burada bir tıp fakültesi kuruyoruz, mekteb-i tıbbıyeyi şahane, bütün dünyaya tıp hizmeti, doktor ve ilaç götürecek, doktor verecek, eğitilmiş doktoru gönderecek, oralarda hastane açacak, dünyanın en büyük tıp fakültesinde. İngilizler, İstanbul’u işgal ettiğinde, mektebi tıbbıyeyi şahanenin öğrencileri toplanmışlar, toplanmak da yasak o günlerde, tıp bayramı da öyle çıkıyor, İngilizler Osmanlı döneminde mektebi tıbbiyeyi şahaneyi yıktırıyorlar, önce Haydarpaşa’ya, sonra Marmara Üniversitesine devir oluyor ve yok ediliyor.

Afrika’ya gidin görün, niye yok ettiklerini anlarsınız, Fransa’da Fil Dişi'nde, hamile kalıp da iş güçleri düşmesin, madenlerde çalışabilsinler diye kadınların rahimlerini alıyorlar, bunu da oraya götürdükleri tıp hizmeti sayesinde yapabiliyorlar. Afrika’nın hemen yerinde yüz binlerce çocuk sakat doğdu, çünkü ilaç deneyleri yapıyorlar. Tıp, batının, emperyalizmin sömürge enstrümanıdır. Bunu kırmanın yolu, Abdülhamit Han hazretlerinin yaptığı şeydi, kendi yollarını açabilmek için bunu bozdular, aradan geçti yıllar, sene oldu 2015, gene 6 Kasımda, dönemin Cumhurbaşkanı Sağlık Bilimleri Üniversitesini açtı. Şimdi Somali’de var… Birleşik Arap Emirlikleri inşallah onu da biz alırız. Türkiye’den baktığında Recep Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığını anlamıyorsun da, gavur anlıyor. Gavurun yerinde olsam, bunu yapan adamı asardım, bırak karşısına terör örgütü çıkartmayı, dolarla maniple etmeyi, gavurun yerinde olsam asarım. Erdoğan milleti siyasete yol arkadaşı kabul etmiş tek siyasetçi.

Normalde siyasette grup halinde hareket edersin ama o milletten başka kimseye tabi değil. Ve Allah'tan başka kimseden korkmuyor. Ve şunu sağladı emperyalizminden korkun gerçekten çünkü emperyalizm sizin aranızdaki çatlakları kullanarak iş yapar, ne zaman ki bir konuda birlik beraberlik içerisinde olursunuz, o zaman bütün sömürgecilere karşı gerçekten güçlenmişsiniz ve korunuyorsunuz demektir. O gün geldiğinde emperyalist güçler seninle uğraşmayı bırakıp, uzlaşmaya bakar. Emperyalisti uğraşma pozisyonundan, uzlaşma pozisyonuna çekebilecek yegane yol: birlik olmaktır.

Son tahlilde pragmatisttir, kendi çıkarını düşünür, bakar ki çıkarsız, bu sefer uzlaşmaya bakar. Bunun yolu, sembolik, birleştirici bir liderin etrafında toplanmaktır. Bugün, 100 yıldır, Anadolu’da ilk defa Erdoğan yaptı bunu. Sadece Anadolu'da değil, bütün etrafımızdaki coğrafya ya da cesaret verdi, bağımsız olabilirsiniz, IMF'ye borcunuzu kapatabilirsiniz, sömürgeciler ülkenizden kovabilirsiniz, bu adamların rekabet edebilirsiniz, bütün bunları yaparken de kendinizi askeri darbelerden koruyabilirsiniz, satılmış medyayı halledebilirsiniz, bunları hep birlikte yenebilirsiniz, sadece açık açık savaştığınızı ilan edin ve bir arada olun, dedi. Recep Tayyip Erdoğan açık açık savaşta olduğunu söyledi ve hep bir arada olmak zorundayız dedi. Erdoğan'ın ağzından son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz tek laf ne: tek millet, tek bayrak, tek Devlet. Çünkü biliyor ki, bu milletin bekası için elimizdeki tek gerçek müdafaa hattı. Kendini emperyaliste karşı para ile müdahale edemezsin, para ile müdafaa edilseydi Suudi Arabistan Kralı Selman ederdi.

“ERDOĞAN’IN SİYASETEN KUSURLARI VAR”
Tayyip Erdoğan müdafaa hattı üzerinden gidiyor ama İslami gruplarla da karşı karşıya getirilmeye çalışıldı.. 40 derece hasta iken annenizin sizi yataktan kaldırarak verdiği bir haber oldu, Sayın Cumhurbaşkanımızın güncelleme ile ilgili sözleri. Önce "demez öyle şey" diye bir tepki gösterdiniz. İslami temsil ve yaşayış açısından nasıl bir değerlendirmede bulunabilirsiniz?
Erdoğan İslam’ı tam olarak temsil edip, yaşayabiliyor mu? Bunu dünyada Aleyhissalatu Vesselam dışında hiç kimse için söyleyemezsiniz. Peki Erdoğan’ın hataları yok mu, olmaz olur mu, eşyanın tabiatına aykırı, bir insanın tamamen kusursuz olması, veya tamamen kusurlu olması. Böyle şeyleri İranlılar söyler, biz faşist, Persler gibi hiç kimseyi mazlum, günahsız ilan etmeyiz. Bu meselede çerçevemiz kelime-i şehadette çizilmiştir. “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden” den sonra…. Abduhu ve Resuluhu” diyoruz. Ben Aleyhissalatu Vesselam için önce Allah’ın kulu ve sonra Resulü diyeceğim, sonra Erdoğan kusursuzdur diyeceğim, bu mantığa, İslam’a, akla aykırı.

Erdoğan’ın siyaseten kusurları var mı, çokça var hem de. İslami açıdan kusurları var mı, gözümle şahit olmadım ama biliyoruz ki hepimiz günahkarız. Hz. Ebubekir’in yanına bir sahabe gelir der ki, ‘Ya Ebubekir, bana dua eder misin?” dediğinde, ellerini kaldırır ve der ki: “Yarabbi bir günahkar geldi, bir günahkardan dua istiyor, sen bu iki günahkarı da affet” Hz Ebubekir öyle dediyse ben de öyle derim.

Erdoğan için: “Yarabbi Erdoğan’ı ve beni, bu iki günahkarı affet” der, konuyu kapatırım ben. Ama "İslam güncellensin" asla demedi, demez. Onu onlar diyor. Erdoğan sünnilik, şiilik konusunda ‘meshepsizim’ dedi mi, numara yapmayın, iftira etmeyin, yalan söylemeyin, söylemedi, söylemez.

İstanbul işgal edilirken, namaz sırasında sinekten çıkan kanın abdesti bozup bozmadığını tartışan adamlar var. Sarayburnu’na gemi gelmiş, adamlar bunu tartışıyor. Bugün de aynı şey var.

Dedi ki: “Yanıyor ortalık, dünya yanıyor, ne yapıyorsunuz siz, bu milletin çocukları bir sürü gavurun elinde oyuncak haline döndü, İslam diye bir taraftan DAEŞ, bir taraftan FETÖ belası, brahmanizm, Biz dinleri birleştirdik yeni bir din kurduk diyen Ekber Şah saldırıyor, bir taraftan Suud, Vahabi saldırısı altındayız, bir taraftan aramızdaki İrancılarla Şia saldırısı altındayız, memleket elden gidiyor, çocukların vatan millet tarifi elden gitmiş, siz ne konuşuyorsunuz?”

Bunu niye okuyamıyorsunuz, çünkü işinize gelmiyor. İrancılık Milli Güvenlik problemidir, bu ülkede Ehli sünnet dışında her ekol, her aksiyon bir Milli Güvenlik problemidir, çünkü İrancılar adamın aidetini bozar. Çünkü adamlarda imanın yedinci şartı, velayeti faki. Niye "Savaş çıksa İran'ın yanında yer alın" diyor bunlar? Çünkü İran'ın yanında yer almayan adam kafir olur.

İrancıların, vahabilerin, Fethullah’ın, DAEŞ’in peşinden gitmek Milli Güvenlik problemidir. Günümüzde bu sorulara cevap üretebilen bir akla ihtiyacımız var. Güncelleme bu işte. Görmek istemiyorsun çünkü burada dikkat çekilen meselelerden birisi de sensin, o yüzden görmek istemiyorsun. Sensin suçlu. Daha düne kadar “Hadis-i Şerifler için onlar tarihseldir, Kuran'ın sağlamasını mı yapacaksınız, Kuran bize yeter” diyen hıyarlarsınız siz.

Aleyhissalatu Vesselam için niye salavat getiriyorsunuz, yalakalık yapıyorsunuz, Allah hiç salavat getirmemiş diyen kurnazlarsınız. ‘Kuran’ı anlamak için başka kitaba gerek yok’ diye kitap yazan ‘çelişkili’ adamlarsınız. O zaman kendi kitabın da gereksiz. Sonra da güncelleme üzerinden Erdoğan'a sataşıyorsun. Aleyhissalatu Vesselam’i sevmeyi bir çocuğa, bir insana öğretirsen her şey değişiyor. Resulllah’ı sevme meselesi, bir insanın oradaki muhabbetle tanıştığı anda işler değişiyor. Zaten o yüzden Resulullaha düşmanlar, O yüzden iki cihan sultanına sataşıyorlar. Çünkü biliyorlar ki o muhabbet, sevgi kalbe düştü mü işler değişiyor. Merhamete, akıllı olmaya ve ilme ihtiyacımız var. bilimsiz şeytanla mücadele edemeyiz. Biz neden İmam Maturidi’yi, İmam Serahsi’yi okumuyoruz, anlatmıyoruz? Karahanlılar döneminde kuyuya(zindana) atıldı, hiç isyan etmedi, kendisi kuyuda, öğrencileri kuyunun başında ders çalışmışlar. 31 cilt El Mebsut’u yazmış.

“ERDOĞAN, TAKTİR EDİLMİŞ BİR NETİCEDİR”
“YURT DIŞINDA DOLAŞAN HERKES ERDOĞAN’IN ZEKATINI TOPLAR”
Sayın Cumhurbaşkanımızın üzerinde bir ümmetin yükü var ama o aynı zamanda bir dava adamı. Ak Parti’nin Menderes, Erbakan, Özal ile bedeller ödeyerek bu noktaya geldiğini söylüyorsunuz. "Türkiye kontrolden çıkıyor" başlığı altındaki tahayyüllerinize göre AK Parti'siz büyük Türkiye olmaz mı?
Allah bir şey murat etmişse, Allah'ın muradı yerine gelir. Ben zuhurata teslim olan bir yapıdayım. Benim üzerinde iman ettiğim basit kural şu: Hacer annemiz, İsmail Aleyhisselamı susuzluktan ölmesin diye, çalının altına bıraktı ve koşarak su aramaya başladı, koşarak su aranmaz ama o kadar samimi bir çabaydı ki o. Allahü teala onun o çabasını, İsmail Aleyhisselamın ayağı altında bereketlendirdi. Ben burada koşarım Allah, orada bereketlendirebilir. Ben burada gayret ederim ama Allahu Teala başka bir yerde hediye edebilir. Ak Parti meselesi bir gayrettir. Allahım nasıl taktir edecek bilmiyorum, ilgilenmiyorum da. Çünkü Allah’ın taktir edeceği neticeler üzerine konuşmak, küstahlıktır. Allah'ın bana seçim kazan diye bir emri yok. Seçim, sınav, savaş kazanmak gibi emirleri yoktur Allah’ın. Allahu teâlâ'nın ‘gayret’diye emirleri vardır. Ben gayret ederim, Allah bana bir netice takdir eder ve ben zuhurata teslim olurum. AK Parti; doğrudan Türkiye için, dolaylı olarak Ümmeti Muhammed için en bereketli gayret sahalarından biridir. O sahada gayret etsin. Sonra Allah bize ne netice takdir edecek bilmiyorum. Bu arada Erdoğansız bir Türkiye mümkün mü, değil mi, Erdoğan gidince batar mıyız, öyle bir şey olur mu? Kaç bin senelik millet, kaç bin senelik devlet. Uyanık olun. Elinizde bir fırsat var, Allah size bir şeyi takdir etmiş. Erdoğan takdir edilmiş bir neticedir. Sen bu neticeden faydalansana Müslüman. Uyanık, kurnaz ol! Allah sana bir Erdoğan nasip etmiş. Onun yaydığı cesaret alanından yürü! Erdoğan’a şımarıklık yapan yardım dernekleri var. “Ulan küstah, sen Katar’da, Suriye’de, Mısır’da dolaşırken Erdoğan’ın zekatını topluyorsun, utanmaz, nasıl şımarıklık yapabilirsin” diyorum. Bugün yurt dışında dolaşan herkes, maddi-manevi Erdoğan’ın zekatını toplar. İster ateist ol, ister Erdoğan’dan nefret et, elinde Türkiye Cumhuriyeti pasaportu varsa, Erdoğan’ın zekatını toplarsın kardeşim. Erdoğan, bahşedilmiş bir netice ve her ölümlü gibi 2 metreküp mezara gömülebilir, fırsat bu fırsat faydalan, memlekete hizmet et, okullar aç, faaliyetler yap, nesil yetiştir, evlat yetiştir, lider en az 3 çocuk diyor, uyanık ol, "yatak odamıza bile karışıyor" diye saldıranlar olacak, bırak o numarayı, gördüğü tehlike Avrupa insiyonaja başladı... 45’inde emekli ettim, 90 yaşına kadar yaşıyor, 40 sene maaş veriyorum diyor, çocuk da yok... Çünkü memleketin yarısı eşcinsel, kalan yarısı bencil, çalışacak adam da yok, bittiler. Kaddafi’nin güzel bir sözü var: İntihar bombacılarına ihtiyacımız yok, siz çocuk doğurmadınız, biz çok çocuk doğurduk, bir kaç yıl sonra dünya bize ait olacak, demişti. Bütün bunları ayarlamış, görmüş bir lider nasip etmiş Allah sana. Ben demiyorum ki, Erdoğan halife, sen Erdoğan’dan niye halife performansı bekliyorsun ki. Ben demiyorum ki, Erdoğan Ulul Emr. Erdoğan Ulul Emr, halife değil, siyasi lider. Her kesimin siyasetçisi. Cumhurbaşkanı seçildiği zaman da herkesin Cumhurbaşkanı oluyor ama o siyaset sahasının ihtiyacı olan dengeleri yapacak ya, sen uyanık ol, büyüyorsun. Sen hangi İslami hizmeti yapacaktın da Erdoğan seni engelledi? Neye sataşıyorsun?

"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ

"BAHÇELİ UYANIKLIK YAPTI"
Acaba MHP de bu uyanıklık içerisinde mi? AK Parti'nin MHP ile ittifak sürecinin başında, ilanının, hangi konuda anlaştıklarından daha önemli olduğu yorumunda bulunmuştunuz. İttifaka bu çerçeveden mi bakmalıyız?
Aynen öyle. Bahçeli, "Bu bir alan açıyor, bir hizmet alanı, cesaret alanı açıyor, ben niye inatlaşacağım" dedi. O da o alandan faydalanıyor, bu güzel bir şey. MHP’li olmaktan veya şu ana kadarki politik duruşundan vazgeçti demek değil ki. Açılmış alanı memleketin hayrına kullanmak demek. Devlet sırrını yayınlıyorsun, sen al takke ver külah para pul peşindesin sonra da "Bana gazetecilik yaptırmıyorlar" diyorsun. Bu gazetecilik değil ki, sen devlet sırrını satan ajansın. Sen milleti sırtından vuran hainsin, bunun gazetecilikle ne alakası var? Öğretmenim numarası yapıyorsun, evlerde çocukları topluyorsun, sonra Erdoğan öğretmenlere şunu yapıyor, ama sen öğretmen değilsin ki. Bir marangozun, Bismillahirrahmanirrahim diyerek başladığı iyi niyetli bir iş, yaptığı şahane bir masa bütün dünyayı dolaşıp tek başına tebliğ edebilir. ilk zamanlarda insanlar dalga dalga İslam'a geldiğinde, taşların üzerine çıkıp konuşan sahabeler sayesinde mi, hayır, Müslüman tüccarlar hatta aralarından bir tanesi de kekeme, gayrimüslimler soruyorlarmış: siz nasıl oluyor da hiç çürük mal satmıyorsunuz, borcunu zamanında ödüyorsunuz, kekeme: ‘Kur'an-ı Kerim’ deyip, bırakıp gidiyormuş. İşinizi iyi yapın, besmele ile yapın, sonra bir şey anlatmanıza gerek kalmayacak, o iş tebliğini yapar.

"BIRAKIN DA, MİLLİ HATAMI YAPAYIM"
O tebliğlerden biri belki de Başkanlık sistemi. Başkanlık sistemi, hızlı, manevra kabiliyeti yüksek, batıyla ilişkisi olmayan bu topraklara uygun en iyi yönetim biçimidir. Başkanlık sistemi ve ittifak ülkenin dokunulmazlığı için yeterli olur mu?
Birkaç adımla birlikte kesin ve mutlak bir korunma yaşayabiliriz. Çünkü ilk adımı atmazsak ikinci adım atamayız. Birinci adım bu. Önemli ve ilk adım yola çıkmak. Bize şu ana kadar devlet ayrı bir şeydir, millet ayrı bir şeydir diye anlattılar. Devlet diye gizli fantastik bir şey var halkın bu konuda yetkisi yok, hükümet önemli değil, yetkisiz sen kime oy veriyorsan ver, demek . Biz bunu değiştireceğiz bu ülkede. Millet kime oy veriyorsa devlet odur. Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletinse böyle olur... Eğer devlet ayrı, millet ayrı diyorsan, milletin bir hakimiyeti yok, demektir. Devlet diye bir şey var, kim olduğunu bilmiyoruz nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz, hükümet diye bir şey var, bizimle dalga geçiyorsunuz, Türkan Saylan'ın yaptığı bir konuşma: "Menderes'te çok oy almıştı bakın sonunda ne oldu" dedi. Devletin çok canı sıkılırsa halkın oy verdiği hükümeti alaşağı eder. Bu değişecek. Devlet, millete teslim edilir mi, millet hata yapar, sana ne, ben 100 yıldır Fransızın, İngilizin hatasını yapıyordum zaten, bırak yerli, milli hatamı yapayım.

“PENSİLVANYA’NIN PARTİSİ, CHP”
"Küçük ihtimallerin içindeki büyük krizler" başlıklı yazınızda aslında CHP'nin iktidar olma yollarını sunmuştunuz. Tabii hiç bir taktik tutmayınca, hiç bir akıl alınmayınca, hiç bir tavsiyeye uyulmadıkça CHP'nin durumu değişmiyor. İstifa eden 15 milletvekili kendi kaderlerini değiştirmeye yetecek mi?
15 milletvekili, Kılıçdaroğlu, Meral Akşener’e 25 bin’lik himmet verdi. Çünkü Akşener grup kurdu, 1,2 milyonluk seçim yardımı döndü sana 25 milyon. O zaman soru şu: komisyon için pazarlık yaptınız mı? Bu 15 Milletvekili CHP’ye zarar vermekten başka bir işe yaramayacak. Üstelik bunlar, tarihe satılık ve kiralık adamlar olarak geçmenin ötesinde umuma açık rezaletlerin tekamülde nasihat özelliği vardır. Umuma açık rezaletler, tekamüle faydalı olabilir, ibreti alem dediğimiz sistem. Siyaset bilimi açısından ibret alınacak bu vaka ile gençleri eğitebiliriz ama görüyoruz ki, Pensilvanya’nın partisini herkes Akşener zannediyor ama, bence Pensilvanya’nın en derinden kontrol ettiği parti, CHP. Bu kadar Pensilvanya’ya emre itaati kendileri bile beklemiyordu çünkü hepsi şoktalar. Tam FETÖ usulü soygun. Fethullahçılar, hep kanuna uygun soygun yaparlar. Yasal hırsızlar, her şeyi kılıfına uydururlar. Ben istiyorum ki, doğru düzgün bir muhalefet olsun da, 5 milyar dolara yaptığınız köprüyü niye 4 milyar dolara yapmadınız diye sorsunlar. Üçüncü köprüyü yaptınız, niye dördüncü yapmıyorsunuz desin. Memlekete fayda bunlar.

“MEMLEKETİN CHP’YE İHTİYACI VAR”
Kılıçdaroğlu köksüzlüğü diye bir tabiriniz vardı.. CHP'nin kökü de mi kurtaramaz partiyi?
Eğer Kılıçdaroğlu'ndan kurtulurlarsa, CHP'nin içindeki o vatansever damar, Kılıçdaroğlu'nu ve Kılıçdaroğlu'nun merkeze yerleştirdiği örgüte yakın adamlardan kurtulmanın bir çaresini bulurlarsa, CHP tekrar ayağa kaldırabilirler çünkü memleketin CHP'ye ihtiyacı var.

"Pazarlığın faturasını CHP mi, İyi Parti mi ödeyecek?" diye sormuştunuz, cevabını bulabildiniz mi?
Yok. Hilton Otelin parasını kimin ödediğini hala bulamadık.

"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ - Resim : 2

“AKŞENER AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET YER”
İyi Parti'nin denkleme yerleşmesinde AK Parti'nin stratejik veya taktiksel bir hatası olduğunu düşünüyor musunuz?
İyi Parti benim hayatımda gördüğüm en sönük köpük. Saadet Partisi'nin sönünce bir nemi kalır altında ama İP’den nem bile kalmaz. Meral Akşener, MHP’nin içindeyken ben şöyle bir yazı yazmıştım: Meral Akşener meselesi, MHP’nin iç meselesinden daha büyüktür. Bu memleketin en kanlı döneminin İçişleri Bakanı'dır. Meral Akşener, İçişleri Bakanı iken mafyaya teslimdi, her sabah bir faili meçhul cinayetle uyanıyorduk, bu kadın karanlıklar kraliçesidir, bir doğru düzgün çalışma yapılsa, bir savcı faili meçhul soruşturmalarında hakkında iddianame hazırlasa, ağırlaştırılmış müebbet yer. Böyle birinin bırak siyasi partiyi, çocuklara yaklaştırılmaması gerekiyor.

“MUHARREM İNCE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNİ KAZANABİLİR”
“OYUMU ERDOĞAN’A VERMEYECEK OLSAM MUHARREM İNCE’YE VERİRDİM”
Siz adaylar arasındaki Muharrem İnce için ne söylersiniz?
Kazanır, kazanabilir bu adam. Çok ciddiyim. Muharrem İnce, siyasetçidir ve oy verilebilir bir adamdır. Kendi düşünce dünyasında iyi iş yapar. Ben kendi adıma, Erdoğan’a oy vermeyecek olsaydım, Muharrem İnce’ye verirdim. Bu adam gerçek bir adam. Çok da güzel Cumhurbaşkanlığı yapabilir. Kılıçdaroğlu’na, Temel Karamollaoğlu’na, Meral Akşener’e, Selahattin Demirtaş’a, Fethullah Gülen’e ellerimi kırsan oy vermem, verilmez. Bu adamların siyasetten uzaklaştırılmasını düşünüyorum.

“YILMAZ BÜYÜKERŞEN ESKİŞEHİR’DEN ÇIKAMAZ”
Yılmaz Büyükerşen?
Yılmaz Büyükerşen efsanesi Eskişehir’den çıkınca biter çünkü Eskişehir’in masonlarını Ankara’ya taşıyamazsın. Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir masonları tarafından parlatılmış bir adamdır, o kadardır. Yılmaz Büyükerşen’i, Eskişehir’den çıkarttın mı söner, çıkmaz zaten kendisi.

“ABDULLAH GÜL SEÇİME GİREMEZ, DARBE OLURSA TAYİN EDİLİR!”
Abdullah Gül?
Abdullah Gül, hayatı boyunca ilk defa seçime girmiş olur, Abdullah Gül'ün seçime girecek cesareti olduğunu düşünmüyorum. Abdullah Gül atama ve tayin adamıdır. Seçimle falan gelemez Abdullah Gül, korkmayın. Darbe olursa tayin edilir. Seçime giremez çünkü Abdullah Gül'ün seçim tecrübesi yok.

Başka tecrübeleri var. Ak Parti’ye karşı koz olarak kullanılmasının Ak Parti’ye bir zararı olur mu?
Başka ne tecrübeleri olacak. Birleşik Arap Emirlikleri ile Muhammed Dahlan ile bir şeyler yapabilir. Başka ne yapabilir?

"DİN İLE YÖNETİLMEK DİYE BİR DÜŞÜM OLMADI"
Laiklik için de gazetenin çok net bir duruşu var. Hatta logonun hemen altında yazıyor. Din ile yönetilmek gibi bir tahayyülünüz var mı?
Hayır, yok. Hiç bir zaman olmadı. Din ile yönetilmeyi hiç bir zaman beklemedim. Batının devlet modelleri ‘eşitlik’ vadeder. İslam ile yönetilmek gibi bir talebim yok ama şöyle bir talebim var. Batılı devlet modelleri, haz serbestiyetini eşitlik olarak anlatır, özgürsün der ve devletini de şöyle tarif eder, “Senin zevk serbestliğin, başkasının zevk serbestliğinin başladığı noktada biter” Benim devlet modelim ise adalet vadeder. Benim kamuoyum adalete muhtaçtır, adalet ister. Onlar zevk serbestliği vadederler, benim devlet modelim adalet vadeder. AK Parti'yle çatıştığım bir kaç noktadan biri bu. Bemin ütopyam: başından sonuna adalet vadeden yeni bir devlet modeli teklif ederiz. Sadece batılı devlet modellerini modifiye ederek iş yapmak ne dünyanın bu tarafına uygun, ne bu millete uygun, ne de gerçek. Ben adalet esasından yeniden devlet inşa edip, bunu bütün dünyaya ihraç edebilirim. AK Parti'nin böyle bir hedefi olmadığını biliyorum. Bu benim AK Parti'den memnun olmadığım taraflarından biri. Laiklik meselesine gelince, bize yıllarca; "Kamusal alanda dindar olmayın, gidin evinizde dindar olun, bizim de başörtülü babaanneleriniz var" dediler. Ben de onlara: "Gidin evinizde laik olun" diyorum. "Benim de laik arkadaşım var" diyerek alay ediyorum onlarla. Kendi hayatımda laik falan değilim ama AK Parti'nin laik bir parti olduğunu biliyorum. Bu da benim AK Parti ile çatıştığım, çeliştiğim diğer konulardan bir tanesi.

"AK PARTİ İLE ÇELİŞTİĞİM KONULAR: ADALET, LAİKLİK VE HELAL SERTİFİKASI"
Hepimizin sorduğu sorular diye bir yazınız vardı. Orada büyüme rakamlarının vatandaşa neden yansımadığını soruyordunuz. AK Parti ile çeliştiğiniz konular: Adalet, Laiklik ve?
Üçüncüsü de ne biliyor musunuz? Benim bir ütopyam var, helal sertifikası. Bu dünyaya teklif edebileceğimiz en büyük hazinemiz. AK Parti niye bu konuda çalışmıyor? Helal akreditasyon denilen bir birim yapıldı ama bunlar yetersiz. Benim tanımladığım helallik: Helal yumurta satmak demek; tavukları beslediğin arazi helal mi, helal, yetmez. Bunlara kurduğun kümes helal mi, evet, yetmez. Yediği, çevreye zarar veriyor musun, başka hayvanların ve canlıların hakkına giriyor musun, işçinin alının teri kurumadan işçinin hakkını ödüyor musun, helal, işçine yediğinden yedirip, içtiğinden içiriyor musun, parana faiz bulaştırıyor musun, adaletsiz bir şey yapıyor musun, sevkiyatı yaptığın kamyonlar var ya, senin şoförün trafikte başkasının hakkına giriyor mu, artık sen helal üretebilirsin dediğin yumurta helal oluyor. Bu güvenli, sağlıklı ve adil alışveriş oluyor. Bu gayrimüslimin de ihtiyacı olan bir şey, bu dünya barışının anahtarı. Kobalt madenlerinde çalışan çocuklar, orası bütün dikdatör devletlerde olduğu gibi adlarında 'demokratik' kelimesi var, demokratik kelimesi duyduğunuzda korkun ya terör örgütüdür, ya dikdatörlüktür, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde bütün çocuklar köle çünkü o madenlerde ancak çocuklar girip çıkabiliyor, kobalt Almanca'da felaket demek, Zahireli çocuklar kobalt çıkartırken ölüyor, sonra o kobaltlar şu telefonun bataryası oluyor, ben bataryam biraz daha uzun dayansın diye Kongolu çocukları öldürüyorum. Elinizde tuttuğunuz telefonun arkasında mutlaka ölü bir Zahireli çocuk var. Diyorum ki, sen ülkene helal sertifikalı bir ekonomi sistemi getirsen, çocukları öldürerek kobalt çıkartan Kongolular sana batarya satabilir mi? Hiçbir AK Parti'li yöneticiyi, gelin ekonomik sistemi baştan aşağı değiştirelim, helal ve adaletli bir ekonomik sistem kurmaya ikna edemem. AK Parti'nin her şeyinden memnun musun, yeni basılan kimliklerden memnun değilim, niye benim kimliğimde İngilizce yazılar var, yurt dışında geçerli olacakmış, yurt dışına pasaportla çıkılır, niye Türk bayrağı yok o kimlikte mesela, bizim bayrak şekil kanunu diye bir kanunumuz var, o ölçülerde Türk bayrağını orada görmek istiyorum.

"HERKESİ KEMALİZM İLE KAVGAYA ÇAĞIRIYORUM"
Laikliğe olan mesafenizi daha iyi anladım biraz da Atatürk ile olanı sormak isterim. Yaptığı iyi şeyleri görüyor musunuz? Gençlik ve Spor Bakanlığının gençlik buluşmalarına katılmıştınız. 19 Mayıs Gençlik Haftası, Anıtkabir'e çelenk konularak başladı.. O kısmında yer aldınız mı?
Hayır yer almadım. Ben hayatım boyunca hiç bir zaman Kemalist olmadım, bütün hayatımı Kemalizm ile mücadeleye ayırdım, Allah'tan bir Kemalist düşmanı olarak ölmeyi niyaz ediyorum. Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bir sözü benim için burada referanstır. “Benim güvenilecek bir amelim yok ama Allah'ın düşmanlarına düşmanlığım var” ve benim en büyük duam: Ya Rabbi bulunduğum çağda ben zalimlere düşmanlık ettim, beni bu iman ile öldür! Mustafa Kemal'in şahsı ile kavga edilmeye değer bulmuyorum. Umurumda da değil ama Kemalizmle çok büyük kavgam var benim. Ve herkesi Kemalizmle kavga etmeye çağırıyorum. Kemalist kodları tehlikeli, ırkçı, bu ülkenin geleceğine dair tehlikeli buluyorum. Ben Osmanlı Milletler sistemine inanıyorum. Bir vatandaşlığın ırk ile ilgili olmadığını düşünüyorum. Herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabileceğini ve bunun için bir ırka ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Ben şu an Kemalizmle çeliştim, nasıl karşı olmayayım. Ben DNA frekansına inanıyorum, ben genetik havuzun ne kadar bereketli bir şey olduğuna inanıyorum. Ben ayeti kerim de: "Sizi kavimler halinde yarattım" diyen Allahu Teala'nın kavimler üzerindeki bereketine inanıyorum. Bana da yazılmış sınırların benim olmadığına inanıyorum. Ben; devlet, vatan ve yurt kelimesini ayrı ayrı anlamlarda kullanıyorum. Kemalizm'in ırka dayalı bütün teorileri çürüktür, ulusalcılık teorileri kötüdür ve sömürgeye açıktır, kendi kimliğimizi sattırmak, kendi tarihimizin içini boşaltmak memlekete ihanettir. Bunların hepsinin içinde delile tabi fikirlerim var. Bana saldırmaya ocaklarını garanti etsinler ve akla tabi olsunlar, her Kemalistle görüşürüm. AK Parti gayet naif, ılımlı bir parti, Mustafa Kemal ile de aralarında bir problem yok, benim var ama onların yok.

"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ - Resim : 3

“15 TEMMUZ’UN ÇEKİRDEK KADROSUNDAN BİRİ CUMHURBAŞKANIMIZDI”
15 Temmuz darbe girişiminin cesur gazetecileri ödülü aldınız.. 15 Temmuz'u insan yönünüzle nasıl yaşadınız... Herkes birbirine o gece ne yaptığını soruyor. Siz ne yapamadığınıza üzüldünüz?
Ömrüm boyunca 1 dakika vardır, bütün ömrüm boyunca 1 dakikayı beklersin. 15 Temmuz’da hayatta olan Türkiyelilerin karşılaşabilecekleri çok büyük bir nimet ve fırsattı. O 1 dakikada ne yaptın, yaptın... Ondan sonrasının bir önemi yok. Allahu Teala 15 Temmuz'da zalime karşı durma fırsatı verdi ve o fırsatı verdikten sonra da kalbimizi örtebilirdi. Göremeyebilirdik sonra ayrılabilirdik. O anda zalime isyan edenlerden zalime hakkı haykırabilenlerden olduk, hamdolsun. Bu doğrudan nasiptir, bunun kimse ukalalığını yapmasın. Tarih boyunca toplumların hep yüzde bilmem kaçı kahramandır, geri kalanlar şu çoğunluk olarak kalırlar. Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale’deki kahramanlar o toplumun %100 değildi, kaçanlar da oldu, kaçarken çarıkları, kumanyaları bile alanlar oldu. Korkaklık gayet insani bir şey. Çoğunluğun da ayetlerden ne olduğunu biliyoruz, çoğunluk gaflet alemindedir, çoğunluk yalancıdır, çoğunluk korkaktır, bu insanlık tarihince böyledir. Ama her milletin bir çekirdek kadrosu vardır. O çekirdek kadro; şoför, çöpçü, işçi ,hasta, engelli, çiftçi, öğretmen vs olur. Bizim çekirdek kadrolarımızdan biri de Cumhurbaşkanımızdı. Elhamdülillah. Anadolu'da çekirdek kadrodan olan, bir kaç yüz bin insan var. Onların dedeleri de Çanakkale'den kaçmamıştı, onların dedelerinin dedeleri de Uhud'da kaçmamıştı. Biz de televizyon kanalına çıkıp organize olduk.

"15 TEMMUZ'DA YAZMAK İSTEMEDİM"
15 Temmuz'un yaşandığı gün ve dönem, Haziran ve Ağustos ayları arasında gazetede bir yazınız çıkmadı.. Bunun özel bir sebebi var mı?
15 Temmuz’dan sonra çok yazmak istemedim. Her yazdığım 15 Temmuz’a kayacaktı. Ve başkaları zaten benim yazacaklarımı yazıyordu, bir daha aynı şeyleri tekrar etmemin anlamı yoktu, bir de sokakta çok mesaim vardı, 15 Temmuz’u her yazmak hit için, reyting için 15 Temmuz’u satıyor gibi olacaktım, sahnelere gidiyordum, insanlar 15 Temmuz sahnesinden çıkınca para alıyorlardı, dedim ki: "Kurban olayım yapmayın, 15 Temmuz’u satıyor gibisiniz." Sonra para alanlar, "Sen niye para almıyorsun" diye bana kızdılar, "Senin yüzünden bize de laf geliyor" dediler. Ben hayatım boyunca sahneden para almadım. Birkaç gün sonra Kastamonu'ya gideceğim, gençler buluşacağım, “Para, Erem abi?” diyorlar. Ne parası, "Ben kimden almışım da sizden alacağım" diyorum. Bazen maaşım bitiyor, uçak, otobüs bileti al alamayacaksam hizmet düşüyor, geriliyor.

"ERDOĞAN KRİZİ İYİ YÖNETİYOR"
Darbeyi isimlendirmenin üzerinde çok durdunuz. Eğer ismini Erdoğan koymasaydı, başkaları koyacaktı, halktan da bu yönde talepler aldınız, eğer adını koyamasaydı yöneteni de olamazdı görüşündeydiniz. Erdoğan krizi hala iyi yönetiyor diyebilir misiniz?
Evet hala iyi yönetiyor, Cumhurbaşkanının meselenin adını koyması ihtiyacı, bu memleketin en acil ihtiyaçlarından biriydi. İşgal teşebbüsü, dedi. İRA’ya hiç İKO dendiğini duydunuz mu, çünkü örgütün adı ingilizce. PKK’nın Kürtçedir, niye KİP demedik, madem öyle Arapça adı olan bir örgüte niye İŞİD dediniz? Dünyada her terör örgütü, hangi dildeyse onun harflerini kullanarak söyleniyor da, DAEŞ demek yerine niye İŞİD dediniz, çünkü örgütü Türkiye ile ilişkilendirmek istiyordunuz. Çünkü adını koyan süreci yönetir. Bu prensiple Türkiye’yi DAEŞ ile lekeleyecektiniz. O yüzden Erdoğan "IŞİD deği, DAEŞ" dedi. Aynı şey 15 Temmuz süreci için de geçerliydi, 15 Temmuz; darbe mi, kalkışma mı, askeri darbe mi? "Darbe" denseydi, askeri darbe çerçevesinden değerlendirilecekti. Bu işgaldi. Bu adamlar gelecek, ortalığı karıştıracak, askerler birbirine girecek, Cumhurbaşkanı öldürülecek, aramızdan bir tane adam çıkacak, o en azla Erdoğan’a ağlayanlardan olacak, sonra o Erdoğan’ın intikamını alacak, onu Başkan yapacağız, ülke daha azla karışacak, asker postalları müdahale edecek, işgal altında kalacağız, bize "demokrasiyi" getirecekler, insanlara işkence yaptıktan sonra da Amerika’dan Humeyni uçakla buraya inecekti. Bu ne? İşgal. Bütün çark, Recep Tayyip Erdoğan; krizlerin, olayların, terör örgütlerinin, vakaların adlarını koyarak, o süreci yerli ve milli merkezden doğru anlaşılmasını sağladı.

“15 TEMMUZ’UN ÇARESİ VARDI”
Öyle ama çözümler, çareler, mücadele konusunda yazılarınıza baktığımda, suçlu ile mücadele edilmez, suç ile mücadele edilir, ayrıntı olarak gördüğünüz FETÖ’yü Osmanlı’dan, Asrı Saadete kadar defalarca yaşadık, şeytanla kul olarak mücadele edemeyiz, diyorsunuz. Yani vaz mı geçelim, kul gibi değil de şeytanlar gibi acımasız mı olalım?
Hayır ikisi de değil, kural basittir. İlkelerin için savaşırken, ilkelerinden vazgeçersen, savaşı kaybedersin. Kadın hakları için yola çıkıp kadınları öldürmek mümkün mü? Hürriyet, adalet, Allah rızası için savaştığımız ilkeleri koruyacağız. Bunu korumanın yolu; panik yapmayacağız. Tarihteki örneklerimizden ders çıkaracağız. Hayber’i bilmeden İsrail konusunu konuşmak gibi mesela. Allah Resulü ordusunu Hazreti Ali'ye teslim edip, Yahudilerle savaşmak için Hayber’e doğru gittiğinde, “Yahudilerin 7 kalesi var çok güçlü” diyorlardı. Yahudiler, bütün müşriklerle ittifak halindeler ve bütün dünya onların arkasında. Hayber’deki Yahudilerin paralı askerleri var, anlaşma yapmalıyız diyorlardı, bak şimdi de aynı şeyi söylüyorlar. Sonuç ne oldu, Resullallah bunların hiç birini ciddiye almadı. Gayret etti, Allah onları zaferle neticelendirdi. Sen Hayber’i, Selahaddin Eyyubi’yi, Babil Kralını bilseydin İsrail için böyle konuşmazdın. İnsanlık, bilhassa İslam tarihine geri döndüğünüz zaman her şeyin çaresi vardı, 15 Temmuz’un da çaresi vardı. Hepsi denenmiş. Biz şeytanla savaşırken şeytanlaşmak zorunda değiliz. Şeytana karşı kaybetmenin sebebi Allah rızasından vazgeçmiş olman. Ne zaman ki Kemalist oldun, ne zaman ki sonuca giden her yol mübahtır demeye başladın, ne zaman ki savaşmak için çıktığın yolda ilkelerinden vazgeçtin, savaşı kaybetmiş oldun. Dolayısıyla hemen tarihe dönüp, o çerçevede değerlerde anlaşmamız gerekiyor. Çünkü biz biliyoruz 15 Temmuz’un aynısı var.

“15 TEMMUZ’UN BETERİ OLACAK”
Bundan sonra da olacak demek mi bu? Hegel’in bir sözü var: Tarihin trajedileri ikinci kez insanlığın önüne geldiğinde yeniden trajedi olarak tekrarlanmaz. Tekrarını bekliyorsunuz yani?
15 Temmuz’un beteri olacak. Ama belki bana, belki çocuklarıma. Bilmiyorum. Nereden biliyorum. Aleyhissalatu Vesselam’a oldu mu, oldu. Dişini kırdılar. “Bu mecnun, buranın delisi, inanmayın” dediler, sonunda sürmediler mi, hicret etmek zorunda kalmadı mı? Düşman saldırmaya devam edecek, bir yolunu bulacak ve gelecek sana doğru. Ben de diyorum ki: gelirken hep aynı yoldan geliyor, hep aynı silahı kullanıyor, sen niye her seferinde hafızan sıfırmış gibi davranıyorsun? Ben en cahil Müslüman olarak 16 vaka listeliyorum. “Ey hocalar, birbirinize sataşıp duruyorsunuz, şu İslam tarihi vakalarını bugüne bir güncelleyip bir işe yarasanıza” O kadar kitabı ezberlemiş, ilim sahibi olmuş, birbirine sataşan hocalara, “Kitap taşıyan katırlar” diyorum.

“MEDYA ÇÖP”
2014’te medyanın bağımsız olması imkansız diyordunuz. Bugün medyanın bağımlılığı dışında neye güdümlendiğini düşünüyorsunuz?
Medya kuruluşu itibariyle yanlış. Neresinden tutup düzelteceksin. Kamunun da ihtiyacı var. büyük gazete boyutuna bakın ve düşünün, gazete diye bir şey bilmiyorsunuz, bana bu boyutta bir gazete yapar mısınız? Kim 50*70 boyutta bir kağıdı birinin eline verir de, “al bunu oku” der. Musa Aleyisselamın tabletleri bile daha küçüktü. Buradan anlayın ki; Medya çöp. Gazeteler eskiden bir sayfa boyutundaydı, sonra Avrupa Kralı: biz sayfa başına vergi alacağız dedi, sonra sayfa başına 1/4 daha az vergi ödemek için 4 sayfayı yan yana getirip bir sayfaya bastılar, bugünkü ölçü çıktı ortaya. İlk gazetenin milattan sonra 200’de, Çin’de olduğu düşünülüyor, medyanın 1800 senedir para kazanmaktan başka derdi yok.

Diriliş Postası da buna dahil mi?
Dahil. Bu bir iş. Bu bir meslek. buradaki arkadaşlara "Millete hizmet için buradasınız, reklam da almıyoruz, maaş da almıyoruz" de bakalım kaç tane gazeteci kalıyor. Bu mesleği yaparken ahlak ve namusla yapmayı tartışacaksak bu başka bir şey. Reklam alarak para kazanırsınız, ya da patronunuz vardır, Aydın Doğan gibi yan şirketleri vardır, rakiplerini ekarde etmek, hükümetlere baskı yapmak, vergi müfettişlerinin yolda yürüyüşlerini yavaşlatmak gibi doğrudan ticari ve en vahşi türden kapitalist amaçlar için gazeteyi tetikçi olarak kullanırsınız. Buna da medya denir.

"AYDIN DOĞAN BU KADAR KOLAY GİTMEMELİYDİ"
Peki denizde amiral gemisi artık yok. Sizin kayıklarla çarpışmıyor, karşılaşmıyor. Aydın Doğan ve Fethullah Gülen için, "Türkiye’ye düşman olamaz" diyordunuz. Hiç bir zaman gözünüzde büyütmediniz ama medyadan çekilişi karşısında neler hissettiniz?
Kimin kime neyi sattığı umurumda değildi. Ne zaman ki veda yazısı okudum, “80 yaşına geldim, ben gidiyorum, 1 milyar dolarımı da aldım, bana müsaade” diye. Bu kadar kolay gitmemeliydi. O kadar acısız, hesapsız, pervasız elimizden kaçırmamalıydık bu adamı. Bu adamda benim hesabım var, bu adamın bana ettiği iftiralar var. Bu adamın gazetesinde, namaz kılan çocuklara sanki uyuşturucu kullanıyorlarmış gibi saldırması var ya. Bu adamın yıllarca memleketi manipüle etmesi var ya. Bu adamın gazetesinde doğum kontrol adı altında ‘köpek gibi doğruyorlar’ şeklinde haberler çıktı ya. Biz böyle bir adamı, elini de 1 milyar dolar verip saldık, bu benim zoruma gitti. Yoksa Fethullah Gülen, Aydın Doğan kim, benim düşmanım Netenyahu, onun da tankı topu vardı diye ya. Rus emperyalizmi, İran’ın molla emperyalizmi, Çin büyük düşmanlar. Bu adamlar da bazen Avrasyacı oluyorlar, bazen Çin’in, Rusya’nın rublesiyle iş yapıyorlar, bazen NATO’cu oluyorlar, vitrinde durdukları için ben de bunları şamarlıyordum. Sıkıntı yok, yerine kim geliyorsa onu şamarlarız ama asıl düşman onlar değil.

"BU SİSTEM AYDIN DOĞAN'I SALAR"
28 Şubat dolayısıyla yargılanmalı mıydı sizce?
Yargılansa ne olacak? 28 Şubat’ın askerleri hepsi sokakta. Çevik Bir hapiste mi? Çevik Bir’i salan sistem, Aydın Doğan’ı da salar. Başka bir çare bulmamız lazım. Şuur. Gerçek mücadele, gerçek şuur. Adam ifadesini verdi, kararı bile beklemeden çıktı gitti, sonuç belli kimse bana ceza veremez diye gitti, aynı hakim aynı sistem Aydın Doğan'ı da yargılasa sonuç değişmeyecek, yaşından dolayı serbest kalacak. O yüzden iyi ki Müslümanım. Müslüman olduğum için onları Allah’a havale edebiliyorum. Düşünsene Allah'a havale edemeyip, adaleti kendimin aradığını.

"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ - Resim : 4

“ODA TV’NİN ÇUKURUNA DÜŞMEKTEN KORKUYORUM”
Samimiyet unsurunu yazılarınızda kullanıyorsunuz.. Gazetecilikte başlangıç noktası neresiydi bilmiyorum ama Diriliş Postası bitişe uzak güzel bir noktada gibi. Ama aynı şeyi rakipleriniz için söyleyemiyoruz galiba. T24, Diken, Hürriyet, Birgün çukurlarına düşmekten bahsediyordunuz. "Zındıka komitesi" diye tabir ettiğiniz şey dağıldı. Medyada gözünüze çarpan, sizi rahatsız eden daha başka çukurlar da var mı?
Olmaz olur mu, bir sürü var. Bazen bir şey söylemek istiyorum ama sırf Odatv, Diken alır da, benim söylediğimi benim arkadaşlarıma karşı kullanırlar diye yapmıyorum, onların çukuruna düşmekten çok korkuyorum. Bazen sırf Odatv vs’nin ağzına sakız olmamak için “Şu gavura sakız vermeyeyim, çiğnemesin” diye bir çok yazımı geri çektiğim vardır. O zındıka komitesinden çok korkuyorum. Çünkü lekelenirim. Düşünsenize HDP sizi övüyor.

“ALLAH’I İNKAR ETSENİZ DE SİZİ SEVMEYECEKLER”
“ODATV, DİKEN VS’YE YARANMAK ONURSUZLUKTUR”
O grubun size “Aferin” demesinden korkuyorsunuz…Peki oradan gelip de üzüldüğünüz bir haber var mı?
Çünkü benim çok net hayat prensibim var. Onların (bir Fethullahçı, DAEŞ militanı, T24, Odatv, Selahattin Demirtaş) beni övmesi, yanlış yaptığım, hemen istifa edip kaçmam gerektiği anlamına gelir. Çünkü kural şu: “Onlara hiç bir zaman yaranma, onlara hiç bir zaman yaranamayacaksın, ta ki onlara benzeyene kadar”...

Benim iktidar siyasetinde de, muhalefet siyasetinde de en çok rahatsız olduğun bir şey; Siz nasıl göremezsiniz, onlara yaranamayacağınızı? Sizi hiçbir zaman sevmeyecekler.

Ya da Oda tv, Diken, Hürriyet'in en sevmediği bizim mahallede kim varsa, boynunu vurun, kesin, yine sizi sevmeyecekler. Yetmez, diyecekler. “Allah’ı inkar et” diyecekler, sonunda oraya kadar gelecekler. Sen Allah’ı inkar edersen, "Yetmez inkar ettiğin Allah’a söv" diyecekler, onu yapacaksın (haşa), "Yetmez bir de bizim putumuza tap" diyecekler. Buraya kadar götürecekler seni. Herkesin anlaması gereken şey şu: Ne yaparsanız yapın, hangi sarı öküzü verirseniz verin sizi sevmeyecekler, sizden hoşnut olmayacaklar. İkincisi; şerefli, namuslu, onurlu bir Müslüman onlara yaranmaya çalışmaz, onlara yaranmak onursuzluktur.

“TEK SON DAKİKAMIZ: KIYAMET GÜNÜ“
Bizde tek bir kural var, son dakikaya yetiştirmemiz gereken, telaşlandıracak bir tane haber var… Bir gün “İsrafil Aleyhisselam suru üfledi, kıyamet kopuyor, elinizdeki fidanı dikin” haberi son dakika önemli bir haberdir, bunun dışında hiç bir haber son dakika değildir benim için. Hiç umurumda değil. Bir gün ben tweet attım, Alev Alatlı’nın batıya yön veren kitaplarını çok pahalı, indirim yapın diye kitap dünyasına çağrı yaptım. Amacım kitap fiyatlarının yüksekliğine dikkat çekmekti. Bunu duyan insanlar Erem ağabeyin parası yokmuş diye alıp alıp hediye etmeye başladılar. Ben de dağıtmaya başladım. İnşaatçı bir iş adamı o kitaplardan birini hediye etti. Buraya geldi, kitabı verdi, çay içtik, çıkış saatiydi, beraber çıktık, benim arabam hiç olmadı, araba kullanmayı da bilmiyorum, ehliyetim de yok, hiç bir zaman bir araba alacak kadar param olmadı benim, öyle olunca araba almanın hayalini de kurmuyorsun. Buranın dönüşünde, beni yürürken bulunca, aracı sordu, yok dedim, adam beni bıraktı, TEM'den bastı 20 dakikada beni bıraktı, kapıyı açtım, "Bir insana zaman hediye etmek çok değerli" dedim. Ben kapıyı kapatırken arkadan beni tanıyan, bizim camiadan biri fotoğrafımı çekmiş, “Görün, görün, ümmet, cihat diyenler 1,7 milyonluk jeeplerle dolaşıyorlar, yalancı bunlar” diye tweet atmış, ciddiye almadım, kalbimi de üzmüyorum. Bunu bir gazete aldı, haber yaptı. “Dinci Genel Yayın Yönetmeni havuzdan aldığı parayla…” aradım haberi yapan çocuğu, "Efendim Erem Hocam" dedi, bu arabanın benim olmadığını bildiğini söyledi, "Niye yapıyorsun?" dedim, "Yap dediler yaptık" dedi, numara verdi, “Beyefendi benim ehliyetim, arabam yok” dedim, soğuk bir ifadeyle "güncelleyeceğim" dedi, yarım saat sonra güncellendi, “Dinci Genel Yayın Yönetmeni kanun tanımadığını, ehliyetsiz araba kullandığını itiraf etti” diye yazdı. O yüzden gazetecilik, medya gibi işler sıkıntılı işler. Medya, bilgi kaynağı değildir çünkü bilgi bir süreçten geçer.

“DELİLERLE BÜYÜDÜM”
“BOSNA BENİM AKLIMI ALDI”
Dedesinin dedesinin mezarını bulan birisinin evveline dair anlatacağı çok şeyi vardır da dedesinin mezar taşını okuyamadığı için Osmanlıca öğrenen birinin ahireti için yaptıklarını bilmek daha çok heyecanlandırıyor beni…
Kendimle ilgili örnek vereceğim başarılarım falan yok. Eğer benim hayatımdan ibret alınacaksa, benim hayatım birine ilham olacaksa, rahmetli babamın benimle ilgili söylediği bir söz vardır, demişti ki: “Herkesin bir işi vardır, seni de Taksim meydanına diksek, insanlar sana baksa ‘ Elhamdüllillah böyle de olabilirdik’ deyip moral bulsalar, topluma faydan olur”... İyi örnek olmayabilirim çünkü arkamda parlak başarılarım yok benim. Çok fazla hatalarım var ama bu hataları faydaya dönüştürebiliyorum ben. Benden sonraki nesle: Bak ben bu hataya düştüm, sen düşme, ben bu kafese girdim sen girme, bana bu tasmayı taktılar, sana takamasınlar, beni boynumdan sürüklediler, seni sürüklemesinler, diyebiliyorum. 74 yılında İstanbul'un Eyüp semtinde doğmuş, abilerimin etkisiyle Eyüp Sultan’da, ömrü gerçek manada delilerle, meczuplarla geçmiş bir ilk gençliğim var benim. Sonra lise okuduğum okulun müdürü ve aynı zamanda din kültürü öğretmenimizdi Mustafa Ata Özer’e (ki kendisi daha sonra İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü olacaktır) ve öğretmenlerime baktığımda bu eğitim sisteminin bana vereceği bir şey olmadığını gördüm. Bunu okul okumayın, okula gerek yok anlamında söylemiyorum. Okuduğum okul, bana zarar verme, hayatımı kaydırma noktasındaydı, dilekçe verdim istifa ettim. O arada sürekli insan hikayelerinin peşinde koştum, o arada elimi attığım ne iş varsa elime yüzüme bulaştırdım. Fakat bu elime yüzüme bulaştırmaların hepsinin başlıca bir hikaye olduğunu anlayınca işler değişti. O zaman yazmaya başladım. Uzun yıllardır yazıyorum; buna senaryo, dizi, belgesel, masal yazmak dahil, sonunda da gazetede yazıyorum. Çok kalpten söylüyorum; gazetecilik, bir gazetede yazmak, bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olmak… Gözümde zerre değeri olmayan şeyler. Asla kendimi gazeteci olarak tanımlamadım, diğer gazetecilerin yanında gazeteci sayılmayabilirim, gazetecilik çok da umurumda değil 20 saniye sonra buraya bırakırım, şu kapıdan çıkıp gittiğimde benim burayı unutmam 10 saniye sürmez. İnsanın kendisini mesleği ile tanımlaması ne kadar büyük bir hakaret, insan orijin bir şeydir, orijinaldir, benzersizdir, bütün bu şahane yapıyı bir meslekte tanımlamak iyi bir fikir gibi gelmiyor. Şu anda Diriliş Gazetesi’ndeyim, bana bir şeyler yazdırıyorlar, yazılarında hata var mı diye kontrol etmemi istiyorlar, oturuyorum ve bu işi yapıyorum. Yarın her şeyi değiştirebilirim. Fakat peşinden gittiğim şey hiç değiştirmedim. Peşinden gittiğin bir şey: dışarıda bir hikaye var, ve yabancı parça imiş gibi duran hikayeyi, Anadolu’ya, aslına taşıma gibi bir motivasyonum var. Ve bunu yaparken gazeteci, senarist ne gerekiyorsa hepsi olurum fark etmez. Benim aklımı açan şey, ben çok gençken Bosna savaşı oldu, Biz yabancı bir ülkede savaş olduğunu biliyorduk ama ne zaman işin içine girdim baktım ki, Bosna yabancı bir ülke değilmiş, bizim akrabalarımızmış, orası bizim toprağımızmış. Benim kardeşlerimin evine girilmiş, kız kardeşlerime tecavüz ediliyormuş, benim ağabeyimin evi yanıyormuş, benim bir arka sokağımda çatışma oluyormuş. Ben bunu anladığımda çok yıkıldım. Ve bugünkü sisteme; devlet, hükümet, Cumhuriyet ne diyorsanız bunun adına hepsine çok fena öfkelenmiştim. Bana bu yalanı nasıl söylersiniz, benden Bosna'yı nasıl gizlersiniz? Siz, soyumun Sümerlerden geldiği yalanını nasıl söylersiniz? Ve benim haritamın, ülkemin, şu Misakı Milli denilen yer olduğunu zannettirdiniz. Bu çok büyük bir ihanetti. Bunu yapan herkese çok fena öfkelenmiştim. Hala da öfkeliyim. Ve dedim ki: Bunun doğrusu anlatılmalı.

“SURİYE, KERKÜK...ANADOLU'NUN FANTOM AĞRILARIDIR”
Ve Müslüman coğrafyayı içine alan yeni bir harita çizdiniz…
Aynen öyle. İnsanlar; Suriye'ye, Bosna'ya, Doğu Türkistan'a bu kadar kafayı niye taktığım için kızdılar. Tıpta ‘Fantom ağrısı’ diye bir şey var. Bir sebeple kolu kopmuş bir insanın, uzun yıllar kolu olmamasına rağmen, kolum ağrıyor diye doktora gidebilir, ilaç yazarlar çünkü gerçekten ağrıyabilir, o kopmuş kolu idare eden yapı beyinde hala duruyor. O kopmuş organın ağrısına da fantom ağrısı deniyor. Bosna, Suriye, Kerkük gibi bir sürü yer, Anadolu’nun Fantom ağrıları. Anadolu'da hala kendi organlarımızı toplayıp ayağa kalkmaya çalışıyoruz, Bu mesele hayatta kalma meselesi değil, ayakta kalma meselesidir.

"BATI'YA 'LA' DİYEREK KARŞI ÇIKIYORUM"
Aslında yine de bir evrilme söz konusu gibi. Yapımcı ve senaristlikten İslam yazarlığına. "Türkiye kendini arıyor" diye bir yazınız vardı, onu size uyarlarsak, kendinizi, hakikati arama yolculuğunu tamamladınız mı, devam mı?
Aaa, devam. Kendimi arama yolculuğunu hiçbir zaman tamamlamadım. Hatta bilakis ben kendimi aramaya ısrarla ve tekrarla devam ediyorum. Çünkü benim varlığıma dair yapılan tanımlamaların hepsi başkaları tarafından yapılmış. Benim kim olduğum, benim tarihinin ne olduğu, nereden geldiğim, şu anda nerede durduğum, neye üzüleceğim, niye sevineceğim, kurallarım, hukukum, Medeni Kanunum, nasıl evleneceğim, nasıl boşanacağım, miras nedir, anne nedir, baba nedir...vs bunların hepsini başkaları yapmış. “Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah” dediğinizde, ağzınızdan çıkan ilk kelime “La: “İnkar” diyorsunuz ki, yoktur Allah’tan başka ilah!. Ben de batının bana dayattığı her şeye karşı “La” diyerek yola çıkıyorum. Tarih bilgisi psikolojik sağlıktır. Tarih bilgisini yitirmiş toplumlar, demans hastaları gibidirler. Bir genç kıyafetin en güzelini seçebilir, evlendirsen çocuğu olur, ama eğer demans hastası ise bütün bunlar onun canlı olduğunun belirtileridir, hayatta olduğunun belirtileri değildir. Memleketin son yüzyıldaki hali: Demans hastası. Kişisel tarihini yitirdiği için savruluyor, canlılık belirtilerini de hayatta kalmak olarak zannediyor. Üzerinde durduğunuz büyük hikayeyi fark ederseniz, tam olarak kim olduğunuzu anlarsınız. Ben bunu gittiğim İslam ülkelerinde gördüm, yaşlı teyzeler gömleğimizin üzerindeki tüm Türk bayrağını gelip öpüyorlar. Çünkü sizi o büyük hikayenin üzerinde görüyorlar. O yüzden ben nasıl kendimi buldum diyebilirim?

“İSLAM BİR TEKLİFTİ, TEKLİFLERİMİZİ KAYBETTİK”
Baktığmızda tüm dünya ile birlikte her şeyi yöneten onlar, sanatı bile. "Sinemayı en güzel Müslümanlar yapmalı, Müslümanların sahip olduğu medeniyet ve müktesebat buna çok müsait." diyerek kısa film yarışması düzenleyen Siyer Vakfına destek verdiniz. Sinema üzerinden gidersek Müslümanın ilerlemesini durduran nedir?
Bütün hassas Müslümanlar, Hollywood'un bize yaptığına karşı çok öfkeliler. Diyorlar ki: bunlar bize şarapı, içkiyi, kumarı, zinayı, bencilliği özendiriyorlar ve Allah’ın yasak ettiği şeyleri normalleştiriyor, bunlar taktik. Ben de diyorum ki: Hollywood'da kara gözlüklerini takıp insanlara şarabı özendirecek bir film yapalım mı diyorlar? değil. Kapitalizm, içki, kumar gibi bu dünyaya ait fenalıkları özendirdikleri normalleştirdikleri filmleri sana taktik olarak yapmıyorlar, şarabı anlatan adam şarabı çok seviyor, şarap konusunda çok samimi, şarabı çok iyi biliyor, o senaryoyu yazarken de normal hayatında aynı filmde gösterdiği gibi iyi tüketiyor, ve bu adam kendi hayatındaki güzel bir şeyi sana teklif ediyor. Sen bir gün hadisi şerif ile ilgili film çekerken, dikkat et kendine bakalım, o Hollywood’daki adamın şaraba olan samimiyeti sende hadisi şerife karşı var mı, yok. sen Hadisi Şerif'i samimi olarak yaşamadığın için samimi olarak anlatamıyorsun, samimi olarak anlatamadığın için de taktik olarak anlatmak zorunda kalıyorsun, sonra da zannediyorsun ki gavur sana taktik yapıyor, kusura bakma, gavur yaptığı şeye inanıyor ve samimi, senin kumar dediğin şeye adam kumar demiyor, şans diye bir şey uydurmuş, senin emeğinin karşılığını da aldığın şeye onlar şans demiş, adam bu kavrama inanıyor. Adam kendi güzel hayatını sana teklif ediyor. bizim en büyük hazinemiz de biz tekliflerinizi kaybettik. İslam bir teklifti. Resullullah (S.a) dünyaya; temiz olmayı, adil olmayı, merhametli olmayı, iyi olmayı, dürüst olmayı, sana ihtiyacı olanı korumayı, ve ila nihayet cenneti tekli ediyordu. Müslümanın elindeki en kıymetli hazine teklileriydi. Sen tekliflerini yitirmişsin, taktik yapıyorsun, olmuyor, kusura bakma. Herkes kendi dünyasını teklif eder. Evinde örnek verdiğin hadisi şerif gibi yaşıyor musun, karına Allah’ın emrettiği gibi mi davranıyorsun? Twitterda, köşe yazında ne yazdığınla ilgilenmiyorum. Çok basit bir soru bu. Niye başkalarının çocuğuna twitterda ilgili davranıyorsun çünkü kendi çocuğunu sevmiyorsun. Ben evde oğluma adam gibi tahammül edemiyorum, adam gibi sevemiyorum, sonra sokağa çıkıyorum başkasının çocuğuna fena halde tahammül ediyorum, beni dışarıdan bir görsen ne kadar çok çocuk sevdiğimi, ne kadar çok kadın haklarını koruduğumu düşünürsün.. Bu evdeki eksikliği, dışarıda tamamlama telaşı. Sen numara yapmayı bıraktığında, evde eşinle aranı düzelttiğinde, dışarıdaki dünya da düzelecek. Çektiğin film de düzgün olacak, yaptığın siyasette, yazdığın kitapta şahane olmaya başlayacak.

“HEPİMİZİN DEİST DÖNEMİ OLABİLİR”
Son sorum deizm ile ilgili. Gençlere çok kafa yoruyorsunuz, şimdiyiz, diyorsunuz. Kim yapıyor bu deizm reklam kampanyasını diye sordunuz. İmam Hatipler DEAŞ militanı yetiştiriyor diyenlerin, aynı imam hatipliler için dinsiz dediklerini ifade ediyorsunuz. Bizim için deizm diye bir tehlike var mı?
Gençler arasında deizm denilen bir tehlike yok, deizm başladığı noktada duruyor. Konya'daki iki işgüzar kimse, yeni bir şey keşfetmiş gibi ellerine almışlar bir şeyi dolaşıyorlar. Dünyada deizm diye bir şey var ama hep aynı düzeyde var. Bir modadır, ergenlik ile yetişkinlik arasındaki kafa karışıklığında herkes bir süre deist olabilir. Sonra işler toparlanır. Bunun oranı çok düşüktür ve yüzyıllardır da böyledir. Ama sen oldu, oluyor diye reklam yaparsan bunun İslamdaki karşılığı; ifsattır. Konya'daki iki işgüzar bir fesat çıkartmak peşindeydiler. Gençlerle ilgili tehlike; şuursuzluk, bağımlılık, kendini satın alarak var etme, telefonla, saç modeli ile kendini inşa edebileceğini düşünme, kompleks tehlikesi var. Kendilerini güzel zannetmeyen gençler yetiştiriyorlar, güzelliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bir otistik genç, Bakara Süresi üzerinden sordu: "Bunları Allah bize mi söylüyor, hepsini mi bize söylemiş?"...  "Evet, hepsini" dedim... "O zaman bizim hepsini okumamız lazım, okumazsak Allah’a çok ayıp olur" dedi. Bu aklı ümmeti Muhammed'e yaysam dünya kurtulacak. "Ayıp olur" meselesine dair bir örnek daha verdi, okuduğu okulda kendisi gibi olan öğrencilerden erkek olan, bir kıza "çirkinsin" demiş, arkadaşı Esma'ya dönmüş demiş ki: "Sen hiç üzülme hiç çiçekler körler onu görmüyor diye üzülür mü?"

Her kul Allah'ın benzersiz ve orijinal kuludur. Kendinizi başka kullarla kıyaslamayın. Kendinizi başka kulların altında da hissetmeyin üstünde de hissetmeyin. İkisi de aynı günahtır, ikisi de yaratan Allah'a karşı küstahlıktır. Biz parmak izimizle, dil izimizle ve kalp atış frekansımızla benzersiziz.

"Seçime giremez Abdullah Gül, darbe olursa tayin edilir!" / ÖZEL RÖPORTAJ ile ilgili etiketler erem şentürk
GÜNÜN VİDEOSU

326 yolcu taşıyan uçakta korku dolu anlar! Piste sert iniş yaptı... O anlar kamerada

Alman Lufthansa’ya ait Boeing 747 tipi uçak Frankfurt-Los Angeles seferi sonunda piste sert iniş yaptı. 326 yolcu ve 19 mürettebat bulunan uçak iniş sonrası kontrollerin ardından Frankfurt’a geri döndü. Korku dolu anlar kameralara yansıdı.