Sanat ne, sanatçı kim?

Veda Kılıç

Veda Kılıç

Sanatı duygu ve düşüncedeki kuvvenin aşkın bir estetikle tasarlanıp ifadelendirilmesi, yapıtla ortaya konması diye anlıyorum.

İnsanlık potansiyelindeki biricik dışavurumların tarihi, genelde binlerce yıl önce yapılmış mağara resimlerine dayandırılırdı.

Ancak Urfa’da oraya çıkarılan Göbekli Tepe insanoğlunun yaşam ve sanat macerasının bilimsel kabullerin söylediği zamandan binlerce yıl evvel başladığını ortaya koydu.

Günümüzden 12000 yıl; piramitlerden 7.500 sene öncesi!

Mekânın, anlattıklarını düşündükçe: ”Demek o zaman insanı da bugünkü gibi varoluş anlatımlarını maddeye dökme, dönüştürme ihtiyacı duymuştu.” diyorum.

“Onlardaki bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarla bugünküler arasında ne değişti ki!”

Belki de “şeylerin” araç değil amaç olduğu; insanın kendini kullandığı materyallerle nitelendirdiği popüler yaklaşım konusudur ayrım noktamız! Bilemiyorum!

Emin olduğum tek şey tarih öncesi ataların yaptığı kabartma eserlerin, bugün profesyonel malzeme ile oluşturulan benzer yapıtların çoğundan sanatsallık bağlamında daha estetik olduğudur.

İnsan ruhunun bir ifade ve rahatlama biçimi olan sanat, sanatkâr için yaşamsal bir ihtiyaç. Bu yüzden sadece eğitimli yeteneklilerce değil, potansiyeli olan herkesçe ortaya konabiliyor.

Görebilen gözler, duyabilen kulaklar ve kalpler oldukça” sanat hem sanat, hem de toplum için var olmayı sürdürür.

Ama bugün sanat hakkında en çok konuşulan şey sanat- maddiyat ilişkisi olduğu için bambaşka bir noktadayız.

Aslında yan yana gelişleri ifadelenirken bile iğretileşen bir yakınlık bu.

Ama “sürdürülebilir üretim ve tüketim çağında” sanatın da endüstriye dahlini seslendiren uygulamalar, her şeyi olması gereken yerde görmek isteyen için acıtıcı da olsa bir gerçeklik ifade ediyor.

Eskiden sanat eserine sahip olmak (maddi veya manevi) bir zenginlik ifadesi olarak görülürmüş. Bu olgu zamanla sanat eserlerinden soyluluk gücü devşirme yöntemine dönüşmüş. Yani satın alıp biriktirdiği eserler varsılın da âdetini edindiği soylular gibi görülmesine kapı açmış. Böylelikle sanata talep artmış ve akabinde elitist bir ticaret şekli gelişmiş.

Şimdi kolleksiyoner sayısının artışı, özel müzeler, galerici ve fuarlarla sermaye gücü belirgin bir piyasa var.

Bu piyasa da sanatın ve sanatkârın belirleyicisi halktan ziyade sponsorluk kurumları ve küresel şirketlerdir.

Çerçeveye uygun mal talebine karşılık vermesi mümkün olmayan doğal sanatçı tanımının olguya uygun formatlanması da akışın bir sonucu.

Yeni moda sanatçı tanımı başı sonu belli bir şey değil artık. Neyin sanat, kimin sanatçı olduğunu medya belirtirken; muhataba da sunulanı alıp kabulüne yedirmek kalıyor.

Resimci, heykeltıraş, şarkıcı, türkücü, dansçı, oyuncu derken, birileri duruma, kişiye göre “sanatçı” markasını basıveriyor.

Hadi bakalım sanatçı!

Sonra sanatçı festivalde, sanatçı a malının, b şirketinin reklamında, sanatçı reklam tabelasında, sanatçı sokak gösterisinde; sanatçı siyasi iktidara çelme senaryolarında, sanatçı magazinde vs.

Böyle mi, bu mu yani!

Hayır.

Kesinlikle hayır!

Sanatçı evvela toplumunun kültürel ahlakı ile var olan “insandır”.

Ruhi yansımasında güzel ve estetiğin yegâneliğini sergilerken, kendini var eden toplumun yaşam kodları ile çekişmeyendir. Yanlışı doğru düzlem ve düzeyde anlatabilendir. İyi olmadan estetik olamayacağını; milli olmadan evrenselliğe varılmadığını, üstün yeteneklerin insana bir hak ve sorumluluk yüklediğini bilendir.

Sanatçı kendini bilmekle denge noktasında duran; durduğu noktayı susuz ruhlara gürül gürül akıtabilendir.

Kendini bilmekle bilen ve eyleyen değerli sanatkârlara selam ile.

Diğer Yazıları