Sana hiçbir şey için söz veremem

Geçen hafta.

Muharrem İnce ile yaptığım bir konuşmayı, elbette onun da iznini alarak yazmıştım.

Hiç de siyasetle ilgilenecek ruh halinde değilken.

İnce’nin parti kurma söylentileri ortalığa yayılınca, eski dost sıfatımla kendisine sormuştum.

Verdiği cevap, siyaseten getiri potansiyeli yüksek bir cümleydi: “İktidara da, muhalefete de karşıyım!”

Bizim cümle gitti siyasi gündemin ortasına düştü, medyamız üstüne atladı.

Gelinen nokta şu:

Muharrem İnce parti kurarsa yüzde kaç oy alır?

CHP’yi böler mi, bölmez mi?

Yüzeyde takılmaktan içine girip bakan yok.

İnce gibi biri CHP’den ayrılırsa, oy bölmekten daha büyük bir sorun çıkar; artık CHP, kuruluş felsefesindeki CHP’den başka bir şey olur.

Yüzer gezer bir parti olur.

Zira CHP’nin, bir başka parti olmaya değil, küllerinden doğmaya ihtiyacı var.

Tanıdığım Muharrem İnce de CHP dışında soluk almak istemez.

Hissim şu ki, CHP’nin üç büyükşehir belediye başkanı da üç güçlü cumhurbaşkanı adayı gibi görününce, İnce, kendi adaylığını garantilemek istiyor.

Bildiğim ise hiçbir kişi ya da kurumun geçmişte aldığı oy artık orada değil.

O nedenle de ittifaklar tartışılmaya başladı.

Hangi siyasi parti hangi ittifakta nasıl durur?

Tartışma bu ama bu sorunun hiç önemi yok.

Siyasetin bir türlü kafasının basmadığı “yeni zamanlar” şöyledir;

Bir, politik ya da kişisel hiçbir ilişki sonsuza kadar sürmez.

İki, sadece siyasette de değil her türlü ittifak, bozulmak üzere kurulur. (Saptama adamım Bauman’ın.)

Üç, hiçbir verilen söz, akit olarak algılanamaz. “Ölene kadar” sözü en anlamsız ifadeler arasındadır.

Dört, her ilişki karşılaşmalardan doğar ve başka bir karşılaşmaya kadar sürer.

Çünkü kimsenin derinleşmeye, emek vermeye zamanı yoktur, “hız” ilişkinin düşmanıdır.

Beş, her ilişki düzeyinde ilişkisel kararları ilkeler değil, ihtiyaçlar belirler.

Kıssadan hisse bir: Siz siz olun, siyasette de gündelik yaşamda da, verilen hiçbir sözü ciddiye almayın. Hayatınızı o sözlere bağlamayın.

Kıssadan hisse iki: Her kim ki size “Sana hiçbir şey için söz veremem” diyorsa doğru söylüyordur ve elbette ki “doğru”ların çoğu gibi üzücüdür.

AKILLI MI, SAF MI?

Manken Tülin Şahin, nam-ı diğer “yerli Cindy”, geçen yıl evlenip çocuk yaptığı Pedro’dan ayrılmış.

Bu kısmıyla bize ne.

Ve fakat açıklamasında dile getirdiği durumlar bizlik.

Aslında iki kişilik ilişkilerde gerçeğin ne olduğunu kimse bilemez. Duruma mesafeli durmak lazımdır.

O nedenle haklı/haksız arayışında değilim.

Tülin Hanım eşinin “güzellik takıntılı olduğunu, doğumdan hemen sonra kilo vermesi için baskı uyguladığını” açıklamış.

Kendi okurumun dikkatini buraya çekmek isterim.

Güzellik takıntısı bir karakter bozukluğuna işaret eder.

“Takıntı” zaten bir psikiyatrik hastalık.

Ve bu bozukluk, öyle evlenince falan ortaya çıkmaz. Adamla diyalog kurduğunda anlarsın.

Birlikte olduğun süre içerisinde birçok ipucu verir.

Ya Tülin Hanım, bu ipuçlarının hiçbirini göremeyecek kadar saf biriydi.

Ya da farkındaydı ama sonuç odaklıydı. Evlenmek ve çocuk yapmak istediği adamın takıntılarını görmezden geldi.

“Erkek adam canım, kıskanır” dedi.

Kişisel fikrim, profesyonel yaşamına bakınca “saf, kolay aldatılabilir” biri olduğunu sanmıyorum.

Siz siz olun kimsenin evlenince değişeceğine inanmayın. Söylenene değil söylenmeyene, yapılana değil yapılmayana bakın. Gerçek orada duruyordur.

TAM DA BU

MHP ile yolları ayrılan Cemal Enginyurt “Solcularla ülkücüler okumama, dinlememe ve anlamama sıkıntısında aynı noktaya geldiler” deyince, “tam da bu” dedim.

Erzurum’da bakandan belediye başkanına dizilip sinyalizasyon programı açılışından sonra, Mezitli’de AK Parti’li, CHP’li vekillerle belediye başkanlarının toplanıp mutfak atölyesi açılışı yaptıklarını görünce “Boş gezenin boş kalfası dedikleri tam da bu” dedim.

Muhafazakâr kadınların, lafından haberi olmayan muhafazakâr erkeklere “Ağzından çıkanı kulağın duysun” dediklerinde, “kadının fikren gelişmesi tam da bu” dedim.

Hürriyet’te Nuray Babacan’ın, Hakkı Süha Okay üzerinden “siyasette kulis yapmak yerine taban tarafından sevilirseniz taban sizi taşır” cümlesini okuyunca “Siyasetin sihri tam da bu” dedim.

Dövüş hocası Enis Tayman’ın kadınlara öğüt olarak “ ‘İmdat beni öldürüyorlar’ diye bağırmayın, aman karışmayalım diye yardıma gelen olmaz. ‘Yangın var’ diye bağırın. Kendi evlerine de sıçrar korkusuyla herkes koşar” öğüdünü okuyunca “tam da bu” dedim.

MERAK EDİYORUM

Bir.

Sidney Poitier’e olan siyahi oyuncu hayranlığımı, Denzel Washington’a devretmiş biriyim.

Orlando Bloom yakışıklısı, bizim Denzel’in masasındaki Katy Perry’e kur yapmak için kıza göz kırparak “Hey Denzel bir tane burger verir misin” demiş.

Acaba Denzel içinden “Zıkkım ye” demiş midir?

İki.

Genç bir teknik direktörle anlaşıyorsunuz. Pırıl pırıl bir adam. Büyük hedefleri var onun da, taraftarın da.

Anlaşmayı “… sezonunda şampiyonluk golünün pasını veren adam” diye yapmak saçmalığın daniskası.

Beklentiler “gol pası” düzeyine indirilir mi?

Kim yapıyor Fenerbahçe’nin iletişim işini? Çok merak ettim.

Üç.

Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Öz’ün köşe yazısında geldiği nokta şu: “Teflon tavayı temizlemek için metal kullanmayın. Tavayı süngerle temizleyin.”

Bunu bilmeyeni bu ülkede döverler. (Şiddete karşıyız, lafın gelişi.)

Ortalama bir Amerikalı zekâsına sahip Mehmet Öz, Türkiye’yi ne zannediyor?

Eblehler topluluğu muyuz onun kafasında?

Tamam bilmeyen olabilir ama o da, zaten kendisini okumaz ki.

Hürriyet yönetimi, kendisine ne kadar maaş ödüyor çok merak ediyorum.

Söz bana söyleyenin ismini yazmayacağım.

YAZIN BİR KENARA

Beşiktaş’ın teknik direktörü Sergen Yalçın 47 yaşında.

Fenerbahçe’nin teknik direktörü Erol Bulut 45 yaşında.

Galatasaray’ın teknik direktörü Fatih Terim ise 67!

O da yetmezmiş gibi en güvendikleri transfer Arda Turan 33 yaşında.

Yeni zamanlarda rekabeti, sıra dışı düşünenler kazanır. Şaşırtanlar kazanır. Ezber bozanlar kazanır.

Galatasaray için durum, zor dostum zor.

Sonra da “nerden bildin” diyorsunuz…

AKLIMDA KALAN

“Cemil’ler ölmez!” sözü: Çok eskiden, “Bizimkiler” dizisi vardı. Bir apartmanın sakinlerinin gündelik yaşamını anlatırdı. Büyük olaylar, büyük ihanetler, kumpaslar falan olmazdı. Mütevazı hayatlar hepimizi ekran başına toplar, o apartmanı gözlemekten keyif alırdık. Apartmanların bir prototipiydi gibiydi. Penceresi giriş kapısına bakan, gireni çıkanı gözleyen “Cemil”imiz vardı. O ölümsüz karakterin aktörü Uğurtan Sayıner hastaneye kaldırıldı. Büyük olasılık bakımsızlıktan. Az toparlanınca açıklama yapmış “Cemil’ler ölmez!” Cemil’ler ölmesin zaten, pencereden sokağa bakan Cemil’ler gidince, evlerinde cep telefonlarına gömülenler kalır geride. Ve sokaklar eskisi kadar tekin olmaz. Cemil’ler ölürse masumiyet de ölür biraz…

Diğer Yazıları