Salih Tuna gönül aldı...

Yenişafak yazarı Salih Tuna'dan iki özür...

Bir daha darbe kalkışması olmasın diye, malumunuz, Jandarmanın İçişleri Bakanlığı'na bağlanması gibi düzenlemeler yapılıyor.

Çok da iyi yapılıyor.

Daha birçok şey de yapılacak hiç kuşkusuz.

Naçizane bir önerim olacak.

Bundan sonra tüm TSK mensupları var olan yeminlerin yanı sıra bir yemin daha etsinler.

Bu yeminin adı da Şehid Ömer Halisdemir olsun:

Mesela şöyle:

“Şayet bir gün gelip TSK darbe yapmaya kalkışırsa, sivil halkın üzerine tank sürmeye, bomba yağdırmaya, yüce Türk milletine kurşun sıkmaya emir verenleri alnının çatından vuracağıma namusum şerefim ve inandığım tüm kutsal değerlerim adına yemin ederim."

Saçma mı?

Saçma olsa ne çıkar.

Hayır yani, “saçmalamak" hakkımız değil mi?

Nihayetinde, kendi ordusunun içine sızan asker üniformalı teröristler tarafından F 16 ve tanklarla katledilen bir halkın çocuklarıyız...

TSK böyle, peki ya sivil toplum?

FETÖ daha 98'den itibaren sistemli bir şekilde İ'lây-ı Kelimetullah'tan Peygamberimizi (s.a.v) çıkardı, yani Peygambere iman şart değil, dedi, kimsecikler bir şey söylemedi.

Rab, ilahi ibadet, din kavramlarını altüst ettiler. Hulasa, dine karşı din oluşturdular.

Diyanet'ten tek bir ses çıkmadı.

“Üst aklın" akredite ettiği bu “paralel dinin" mensuplarının dışında kalan tüm Müslümanlar ve cemaatler mobbinge maruz bırakıldı.

İtiraz eden olmadı.

Mobbing ne ki?

Esad Efendi de Bayram Ali Hoca da şehid edildi, kimsecikler uyanmadı.

Her alanda her yerde FETÖ'nün önü açıldı.

Halbuki, görüldükleri yerde enterne edilmeliydiler. Zira paralel din oluşturanlarla hiçbir şekilde “hukuk" geliştirilemez.

Bakınız…

Yahudilerle, Hıristiyanlarla, Mecusilerle, Budistlerle, ila ahir, “hukuk" geliştirebilir, anlaşma yapabilirsiniz.

Misal, savaştaysanız barış yapabilirsiniz. Ve, Kur'an'ın emrettiği üzre onlar anlaşmalarını bozmadıkları sürece anlaşmaya sadık kalmak zorundasınız.

Müşriklerle de anlaşma yapabilirsiniz.

En bariz örneği Hudeybiye Antlaşması'dır. Hani mezkur antlaşma imza altına alınırken müşrikler, Allah Rasulu ibaresine itiraz etmişlerdi de Peygamberimiz (s. a. v) mesele yapmamıştı.

Kafirlerle de “hukuk" geliştirebilirsiniz.

Kâfirûn Suresi bir yanıyla da bunun çerçevesini sunar: “Siz benim taptıklarıma tapmazsınız, ben de sizin taptıklarınıza tapmam; sizin dininiz size benim dinim bana…" dersiniz.

Ama paralel din mensubu FETÖ ile hiçbir şekilde hukuk geliştiremezsiniz.

Çünkü onlar…

Peygamberimizin emriyle yıkılan Mescid- i Dırâr hükmündedirler.

NOT 1: Bir TV kanalında yaptığım bir konuşmada adını vermeden de olsa bir yazara haksızlık yaptım. AK Parti tabanı hakkında daha evvel benzer şeyler söylediği için, hatta AK Parti tabanını utanmazca aşağıladığı için olsa gerek, söz konusu ifadeyi ona hasrettim. Ne olursa olsun dikkatli olmalıydım. Kime ne kadar öfkelenirsek öfkelenelim, hakkaniyetli olmaktan asla taviz veremeyiz. Adını vermediğim için adını vermeden kendisinden özür dilerim. Umarım kendisi de AK Parti tabanından behemehal özür diler.

NOT 2: 15 Temmuz'da FETÖ'nün hayasız saldırısına karşı direnen, çıplak ellerle tankları durduran aziz milletimizin içinde Kazan'ın 70 yaşındaki delikanlıları da vardı, gençlerimiz de!

Bu gençlerimiz arasında benim de 3 oğlum vardı. Cumhurbaşkanımız bitti deninceye kadar meydan meydan dolaşıp nöbet tuttular.

Gelgelelim, gençler dahil bizim en iyilerimiz şehid oldu.

Dünyanın en güzel, en kahraman, en yiğit gençleridir onlar.

Bu gençlerin bir de lideri var: “Topunuz gelin" diyen, egemenlere, müstekbirlere dik duran, zerre miskali eğilmeyen, posta koyan bir lider.

Biz gençliğimizi Akıncılar'da geçirdik.

Gençtik; kıpır kıpırdık, “deli dumrul"du yüreğimiz. Lakin mahzunduk; Erdoğan gibi bir sesin hasretiyle büyüdük.

Bizi o vakitler, Erdem Bayazıt'ın “kızdı mı cehennem kesilir, sevdi mi cennet" veya Osman Sarı'nın “Savaşa girdi kalbim bin yara aldı beni(…) bir Ebubekir kıldı bir Ömer kıldı beni…" mısraları teskin ederdi.

Henüz 13-14 yaşındayken belimizde çakar almaz bir silah, Salih Mirzabeyoğlu'nun Aydınlık Savaşçıları'ndan mısralar yazardık duvarlara: “Sen oradan kıracaksın zinciri /ben buradan / bir gün mutlaka kavuşacak /ellerimiz…"

Erdoğan'ımız yoktu ama mısralarımız vardı. Şimdi Erdoğan'ımız var “mısralarımız" yok!

Sayın Cumhurbaşkanımızın 15 Temmuz gecesi telefonda “ölümüne, ölümüne" vurgusu nasıldı öyle, bütün ölümleri öldürmüşçesine…

Hele o “topunuz gelin" resti neydi öyle.

Bu bakımdan şimdiki gençler çok şanslı.

Ülke TV'deki bir programda “Reis"in bu soylu çıkışının altını çizip AK Parti'li gençlik teşkilatları hakkında birkaç şey söyledim. Manidar olan sözlerimin çarpıtılması veya 17- 25 Aralık 2013 öncesi bir videonun sonrasıymış gibi sunulması densizliği değildi. Manidar olan söz konusu konuşmanın yayımlandığı Perşembe gecesi değil de, 3 gün sonra tepki gösterilmesiydi.

Meydanlardaki AK Parti'li gençlere söylediğim bir şey yoktu. Nasıl söyleyebilirdim ki; dedim ya, 3 oğlum da onlarla birlikteydi.

Hayır, 15 Temmuz gecesi için de söylediğim hiçbir şey yoktu; çünkü o an canhıraş şekilde vatanımızı kurtarmak için sokaklara dökülmüş, tankların karşısına dikilmişlerdi.

Dillerinde de en yüce kelam, Allahu Ekber vardı.

Benim sözüm 15 Temmuz sonrası, 24 gün 24 gece meydanları dolduran o kahraman gençlerimize slogan, marş, İngilizce başta olmak üzere birkaç dilde döviz, fotoğraf, resim, karikatür, pandomim, koreografi, ila ahir.. üretmeyen (profesyonel) gençlik teşkilatınaydı. (Şehid Mustafa Cambaz kardeşim yaşasaydı 15 Temmuz'un en güzel fotoğrafını çekerdi…)

Demem o ki, ellerindeki mukavva kağıtlara tükenmez kalemlerle yazı yazmak zorunda kalan meydanlardaki gençlerimize 15 Temmuz devrimini yansıtan çarpıcı (elbette parti spotu değil) dövizler verilemez miydi?

Mısır'daki kardeşlerimiz Rabia işaretini armağan etmişlerdi zalimlere boyun eğmeyenlere, yani, yeryüzünün tüm mazlumlarına.

Peki bizim o şanlı 15 Temmuz direniş destanımızı yeryüzünün tüm mazlumlarına taşıyacak herhangi bir sembolümüz, sloganımız, sözümüz neden yoktu? Sözümün alt metninin de üst metninin de hülasası bundan ibaretti.

Şükür ki şükür bir Allah'ımız, tanklarına kafa tutan gençlerimiz ve bir de Erdoğan'ımız var.

Buraya kadar düştüğüm nota “BU BİR" diyelim.

Yok biz çok harikaydık; teşkilatta bu işlerle meşgul olan arkadaşlarımız çok üretkendi diyorsanız, sözüm yok.

Hatta, madem öyle, size bühtan ettiğim için özür dilerim.

Buna da, “İKİ" diyelim.

Şimdi herkes bu seçeneklerden kendine yakışanı seçsin.

Bakınız…

Çakalların ve fırıldakların kol gezdiği bir dönemde, velhasıl, herkesin ganimet peşine düşmüşcesine 15 Temmuz direnişini pazarlamaya kalkıştığı bu netameli günlerde malum “siyaset hırsızlarının" içerde bıraktığı parçaları da “Erdoğan düşmanı AKP'li fırıldaklar" da bana bu dünyada hiçbir şey yapamaz. Zira bu dünyanın hiçbir nimetine zerre minnet eylemem.

Erdoğan'ın yanında duran yazarlarla hesaplaşmak isteyenlerin oyununa gelirseniz üzülürüm o kadar.

Meydanlardaki o türküde, “dostun kim düşmanın kim sez oğlum…" denilmiyor muydu?

Dostunuzu düşmanınızı iyi tanıyın yeter.

Bu arada, Biden geliyor 24'ünde. Can Dündar'ın oğluna “çok cesur bir baban var; onunla gurur duyman gerekir" demişti. Malumunuz Can'cık kaçak. Hadi gençler, “Can Dündar'ı almadan gelme" mi ne diyeceksiniz deyin şu Biden'a; tweetleri boşa harcamayın.

NOT 3: PKK, AK Parti Beytüşşebap İlçe Gençlik Kolları Başkanı Naci Adıyaman'ı şehid etti. Şehitler yolumuzu aydınlatan kutsal meşalelerdir. Şehid Metin Yüksel'in dediği gibi, “Şehadet çağrıdır tüm nesillere ve çağlara…"

Salih Tuna gönül aldı... ile ilgili etiketler Haber
GÜNÜN VİDEOSU

Körfez'de sel felaketi! Umman'da ölü sayısı 21'e yükseldi! Yarısı çocuk...

Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni vuran tarihi yağışlar, son 75 yılın en büyük sel felaketine yol açtı. Umman'dan gelen son bilgilere göre sel felaketinde ölenlerin sayısı 21'e yükseldi. Ölenler arasında servis araçları suya kapılan 10 öğrenci de bulunuyor.