Sadece hayalperestler gelecek planı yapabilir

Ülkemizin gerçeği, bir siyasi karakter olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaseti domine ettiğidir.

Ezberlerle yaşayanlar, kafayı devreye sokmadan, bu cümleden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a övgü anlayacaklar.

Onlara not: “Domine etmek”, olumlu / olumsuz tüm siyasi oluş bitişleri içine alır, artık nereden bakarsanız.

Geçen gün. Ali Babacan’ı izledim, Teke Tek’te.

Liderlik iletişimi açısından hiçbir hazırlığının olmadığını gördüm.

Çevresi ona şöyle diyor olmalı: “Boş ver liderlik iletişimini, seni iktidara taşıyacak şey, gündemin kendisi ve o gündemin belirleyicileri.”

Hemen belirteyim siyaset, küresel ölçekte, büyük, bağlayıcı cümleler kurmaya asla izin vermeyecek zamanlardan geçiyor.

Bu nedenle.

En tepeden en aşağıya, en sağdan en sola 2023’ü konuşanlar da, gelecek yılı tasarlayanlar da rahatlıkla hayalperest olarak tanımlanabilir.

Ali Babacan’ın, Ahmet Hakan ve Didem Yılmaz gibi iki güçlü moderatör yerine Fatih Altaylı’ya konuk olması cesurca bir hareketti.

Zira, yeni bir parti kuruyor olsam, dünyanın tüm sivri zekâları da iteklese, beni Fatih Altaylı’nın karşısına çıkaramazlardı.

Nedenim çok basit, bu alemdeki tüm moderatörlerin tüm sorularını tahmin etmek mümkünken, Fatih’i tahmin etmek imkansızdır.

O yayın yaparken biraz delidir, dengesizdir, denetlemez ve kontrolsüzdür.

Bence bu nitelikler, güdümsüz bir televizyon adamının olmazsa olmazlarıdır.

Teke Tek’e çıkmak cesaret gösterisiydi tamam da, Babacan’na en son gereken şeydir cesaret.

Ne demek istiyorum?

Babacan siyasette var olacaksa, lazım olan cesaret değildir, hem o kulvar dolu.

Yeni bilgi ve politikalarla ilerlemesi gerek.

İşte orada “bir kenara yazın” diyeceğim cümle de “zamanın karakteri”nden.

Ali Babacan’ın siyasi yükselişi, Erdoğan’ın yol açmasıyla olur, yani, Erdoğan siyaset dünyasında var olduğu sürece başka türlüsü olmaz.

O nedenle, Babacan ile Erdoğan’ın kapalı kapılar arkasındaki görüşmeleri (ki varsa) dikkatle izlenmelidir.

Ülkemiz siyasetinin geleceği açısından, o görüşmelerin çıktıları önemlidir.

Erdoğan yol açarsa, bugün Babacan’a “vasatın bir üstü” diyen gazetecilerin, Babacan saflarında en önde yer aldıklarını da görürüz.

BENCE…

Bence, Milli Eğitim Bakanlığı, her gün yeni bir değişiklikle eğitim işini gecekondulaştırmak yerine, derli toplu tek bir paket açıklayarak eğitimi düzenlemeli.

Bence, Ahmet Hakan’lı Hürriyet, gazı kaçmış kola gibi. Ahmet’in elinden geleni yaptığından, tiraj yükseltmek için çırpındığından hiç kuşkum yok. Ama hissiyatım böyle.

Bence, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Necati Şaşmaz’dan boşanmaya çalışan Nagehan Şaşmaz’ın mahkemeye sunduğu bilgilere medya üzerinden değil, daha yakından bakmalı.

Bence, TRT Müzik’te yayınlanan “Herkes Şarkı Söylese”, harika bir program. İnsanın şarkı söyleyesi geliyor. Programın danışmanı ve sunucusu Mete Gökçe’yi kutlarım.

Bence, Karaca satın aldığı Alman Weimer porselenlerinin başına bir Türk CEO atamalı. Almanya’daki Türklerin bu morale ihtiyaçları var.

Bence, “Çatımı yıktılar” diye kıyamet koparan Ahsen Unakıtan, Üsküdar Belediyesi’ne yarıyor. Kadının “çatı” dediği yer bile kaçak kat. Boğaza nazır villalara rağmen “paramız yok” diye ağlaması yok mu, kesin Üsküdar
Belediyesi’ne sempatiyi artırıyor.

Bence, Göztepe’nin teknik direktörü İlhan Palut’a dikkat edin. Ülkem futbolunun “şeytan üçgeni”nin dışında, mütevazı, korunaksız, gücünü işini yapmaktan alan bir spor adamıyla karşı karşıyayız.

Bence, kendisine iyilik yapmak isteyenler, Miyazaki’nin animasyon filmleri kürü uygulasın. “Rüzgâr Yükseliyor” ile başlayarak…

HAYATIMIZIN SİHRİ ANNEMİZMİŞ MEĞER

Dün benim annemin doğum günüydü. Bir yıl önce bu dünyadan giden annemin.

Günlerdir kafamda dolanan bir düşünceyi dün netleştirebildim:

Meğer anneler, çocuklarının dünyasında gerçekten sihirler yaratıyorlarmış.

Yokluğunda anlıyorsunuz.

Meğer anneler, pek çok gerçeği çırılçıplak görmemizi, üzülmemizi engelliyorlarmış.

Birçok sorunla sizin aranızda durup, sizi koruyorlarmış.

Tahammül düzeyleri o kadar yüksekmiş ki, meseleler o duvardan aşıp size gelemiyormuş.

Gizli bir derleyici toparlayıcılarmış. Dağılmanızı önlüyorlarmış her anlamda.

Ne zaman ki anne gidiyor, siz yetişkin oluyormuşsunuz, yetişkin olmanın da yaşla hiç ilgisi yokmuş.

BİR MAGAZİN FİGÜRÜ OLARAK BEN

Normal bir dünyada. Normal akan bir zamanda, bir profesörle bir popçu, karşı karşıya gelemez.

Bir popçu, bir üniversite hocasına laf yetiştirmez.

Ve fakat. Zaman pek de normal değil.

Demet Akalın ve ben karşı karşıya geldim.

Hem de sudan sebepten!

Son yazımda “Mucize Doktor”umuz Taner Ölmez’in kalıcı olması için iletişimsel bir saptamada bulunmuştum.

“Kuraklığa dikkat çekiyormuş gibi yapıp Finish satın almanızı isteyen” reklamdan söz etmiş, Taner Ölmez’e bağlam olarak uymadığını yazmıştım.

Demet Akalın çıkıp “Jean reklamında oynasa sorun olmayacak mıydı” demesin mi?

Ne alâka!

Absürtlük, sosyal medyanın hasta ortamında, “Finish kuraklığa dikkat çekiyor, satışı düşünmüyor” saçmalığına kadar geldi.

Karşımda Demet Akalın gibi, çıngar çıkarmanın, ağız dalaşının piri bir isim olunca, ben de gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi oldum.

Bu ne yaa…

EL DEĞİL, İSTERSE AYAK ÖPSÜN

Herkes bana, Arda Turan’ın Fatih Terim’in elini öpmesini soruyor.

Arda Turan iyi bir futbolcuydu.

Dünyanın en iyisi de olabilirdi.

Ve fakat.

“Başarının en büyük düşmanı yine kendisidir”, lafını haklı çıkardı.

Sekizinci sınıf bir adli olayın baş kahramanı oldu.

Hakkında benim de, pek çok insanın da olumlu bir tek görüşü yok.

Arda ile ortak bir dostumuz dedi ki, “Arda aslında yazılanlar gibi değil. Tanısan ona haksızlık yapıldığını anlarsın.”

Dostuma dedim ki, “Bana şu ‘algı gerçekliktir’ cümlesini söyletme.”

Arda kendisinden kaynaklanan meseleleri çözmeden, kendisini yakın çevresinden çekmeden yeniden başlayamaz.

Başlasa da tutmaz.

ERSUN YANAL’IN “ALİ”Sİ, ALİ KOÇ DEĞİL Mİ?

Fenerbahçe Göztepe’yle 2-2 berabere kalınca, Ersun Yanal açmış ağzını yummuş gözünü.

Ağzını açmadıkça iyi bir teknik direktör olduğunu düşündüğüm Yanal, bu kez, ayağına bile değil, kafasına sıkmış oldu.

Maç sonrası istifa edip büyümek yerine, “Ali gider, Ersun gider problem değil” diyerek bentleri yıktı geçti.

Zoraki bir ilişki yaşadıkları Ali Koç’un adını ağzından çıkarmış olmak, bilinçaltının ortaya çıkması değilse nedir?

Sadece “Adalet yoksa futbol da yok” deseydi yeterdi.

Umarım Ersun’un sadece iletişim sorunu vardır da başka sorunları yoktur.

AKLIMDA KALAN

Bir, keşke kimin fırça yediğini değil de, görgü kurallarını tartışsaydık düşüncesi: Geçen hafta Konya Valisinin “oturuşunu düzelt” dediği kişinin, öğretmen değil de gazeteci olması sorunu çözmedi. Vali Beyin üslubu fena. Bu kesin. Ve fakat. Asıl mesele kamusal ortamda oturma adabını içeren görgü kuralları konusu konuşulmalıydı. Kabalık, özensizlik, saygısızlık epeyce zamandır özgüven gösterisi gibi sunulmaya başladı. Asla kabul etmem.

İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Geri sayım sürüyor. Popçular konser bağlayarak belediyelerden para kazanmakla meşguller. Onlarda sorun yok. Sorun, bizim kutlamadan sekizinci sınıf popçu konseri anlamamız. Halbuki hep birlikte festivale dönüştürmeliyiz. Haydi herkes kendi çapında ne yapacağını yazsın. Kaldı 143 gün. 23nisanfestivali@gmail.com @23nisanin100u #23nisanin100ü

Diğer Yazıları