Önümüz seçim, sonuç ne olur?

Seçim sathı mahalline birkaç ay var. Sonuçları merak eden pek yok.

Muhalifler seçimi çoktan kazanmış gibi davranıyor, görev dağılımları yapılmaya başlanmış.

İktidar yanlılarının bir kısmı bu fikri satın almış görünüyor, diğer kısmı ise başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere yine zaferi cebinde biliyor.

Kamuoyu araştırmalarında muhalefet kazanıyor, hatta CHP’yi birinci parti yapan var.

Manevralarla varlıklarını sürdüren yumuşakçalar iktidara yalakalığı kesip, muhalefetin yanına dizilmişler.

Olanları, zeytin ağacının altına uzanıp tembelleşmiş zihnimle izlemek konforluydu. 

Taa ki.

Elimdeki gazetede, kamuoyu araştırmacılığından sosyologluğa zıplamış çok ünlü birinin makalesini görünceye kadar.

Ünlü “kamu”oyucu, Erdoğan’a seçimi kaybettirmiş, partisine ömür biçen bir analiz kaleme almış.

Zeytin ağacımın altında. Geçmişe gittim.

Bu arkadaş 2015’te seçimden bir hafta önce yüzde 8 farkla yanılmıştı. Yüzde bir, iki değil 8! Özür dileyip devam ettiler.

Daha geçmişe gittim. 

Yılmaz, Çiller, Erbakan, Bahçeli’nin liderliklerini araştıran doktora tezim, “Liderler, İmajlar, Medya” adıyla yayınlanacaktı. 

Erdoğan’ın ilk seçimine iki ay vardı (Kasım 2002). Medya dahil kamuoyu önderleri Erdoğan’a şans tanımıyordu.

20 yıldır Erdoğan’ın gölgesinden beslenenler, o günlerde “Tayyip” diye küçümsüyorlardı, siyasi elitler soyadlarıyla anılırken o ise küçük ismiyle.

Bebek koyundan Türkiye’ye bakıp Yılmaz-Çiller koalisyonunda kabine kuruyorlardı.

Kitabımın baskısını durdurdum, tezde olmamasına rağmen “Erdoğan” bölümünü ekledim.

Bana göre Erdoğan kazanacaktı. Nedenlerimi sıraladım.

Her seçimde sırtı sıvazlanıp sonra hep ihmal edilen “öteki Türkiye”, liderini bulmuştu.

Seçime iki ay kala “asla kazanamaz” denilen Erdoğan 2002 seçimlerini kazandı, ülke şoktaydı. En çok da “Tayyip” diyenler. En hızlı “Tayyip”çi de onlar oldu.

ABD’lilerin “winner” dediği karakterlerden olan Erdoğan, 20 yıl sonra yine seçimi kazanabilir mi? 

O da gelecek haftanın yazı konusu olsun.

BEN DİYORUM Kİ

Bir, Tarım Kredi Kooperatifleri’nde indirimli satışlar başladı. Kapışma günleri bitsin, alışverişimi oradan yapacağım.

Hem çözümün özelleştirmede değil, devletleştirmede olduğunu gösterdiği için, hem de zincir marketlerin sırtımızdan yüzde bin kâr etmesine kısa bir mola olduğu için.

İki, “özgürlük ve demokrasi fikri” olarak sunulan Avrupa kıtasında, aşırı sağ ve yabancı düşmanlığı hızla yükseliyor, oradaki Türkler için kaygılanıyorum. 

Üç, Sedat Peker’in attığı 100’lük tweet içinde en çok, “Bende milyon tweet’lik malzeme var” kısmı dikkatimi çekti.

Adam “40 Yaşından Küçük Kardeşlerim” isimli kitap yazsa, en maceralı, en gerilimli, en çok satan kitap olmazsa ben de neyim. 

Dört, Karadeniz’de fındık hasadı başlamış. Zor iş. Ama benim gibi fındığı taze sevenler için şimdilerde cennet Karadeniz’dir, Ordu’dur, Giresun’dur.

Beş, bir haber sitesinde, haberin her cümlesinden sonra sizi sonraki sayfayı tıklamaya yönlendiriyorsa sizi sömürüyordur, o siteden haber okumayın.

Altı, önce Sanem Çelik boyasız, kısa saçlarıyla çıktı karşımıza, sonra Özgü Namal boyasız beyaz saçlarıyla.

İnsanın en tadından yenmez zamanı, kendiyle barışık olduğu zamanıdır, kesin ve net.

Yedi, futbolda “üç büyükler” efsanesi çöküyor ya, pek seviniyorum. Onlar ve lobileri nedeniyle haksızlığa uğrayan, gölgede kalan Anadolu kulüpleri geliyor gümbür gümbür.

Giresunspor, Ümraniyespor, Alanyaspor’a puan kaptırınca suçu hakemlere atıp ağlamaları çok ayıp.

BAYILDIM BU ÖNERİYE

Çocukların başrolde, merkezde olduğu hayatlar yaşanıyor. 

Onlara hep basit bir bilgi hatırlatırım: Üzerine çok düşme, insan milyonlarca yıldır doğuyor ve hayatta kalmayı başarıyor. 

Pedagog bir arkadaşım da “Çocuk yemiyorsa ısrar etmek anlamsız, hayatta kalma güdüsü, acıkınca ona o yemeği yedirtecek zaten” deyince pek hoşuma gitmişti. 

Şimdi de psikolog Fazilet Seyitoğlu (Üstün Dökmen hoca duymasın kendisi başörtülü) “Bırakın çocuğunuzun canı sıkılsın” demiş, “Can sıkıntısı, yaratıcılığını, serbest oyunlar kurgulamasını destekler. Bu sağlıklı ve çocuklar için gereklidir.” 

Sürekli çocuklarına meşgale bulmaya çalışan anne babaları düşündüm de, bu bilgiye bayıldım.

CAN SIKAN ÜÇ MAGAZİN OLAYI

Bir

Aleyna Tilki restoranda cep telefonuyla konuşurken, hoparlörünü de açıvermiş.

Çevredekiler onun ve karşısındakinin sesini duymaktan rahatsız olmuşlar.

Tilki özür dilemek yerine bir de çemkirivermiş.

Cep telefonu gibi kişisel bir şeyi, kamusal ortamda kullanmayı bilmek bir görgü meselesidir.

Eğer siz, başkalarının olduğu ortamda sesinizi alçaltmadan cep telefonuyla konuşuyorsanız görgüsüz birisiniz. 

Sadece görgüsüz değil, düşüncesiz, sorumsuz, bencil ve kabasınız da.

Bunu bilin, telefonla ilişkinizi ona göre ayarlayın.

 

İki

Bir zamanlar Özcan Deniz, Alişan, Mahzun Kırmızıgül üçlüsü vardı. Kankaydılar, sonra araları bozuldu.

O üçlüden en akıllısı Özcan Deniz sanırdım, öyle çıkmadı.

Bir yerde kafası karıştı, hayatı şaştı.

Çocuk sahibi olmak için evlilik yaptı, kıyameti oldu. Boşandığı eşiyle her türlü rezillik herkesin gözü önünde yaşandı.

Tam her şey duruldu derken. Yeni sevgiliyle tatile çıktı. Çıksın. 

Ve fakat, oğluyla sevgilisinin her anını magazin medyasına servis ediyor!

Ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum ama adam baştan sona iletişim hatası. 

Üç

Bilmem kaçıncı evliliğini yapan Seda Sayan, bilmem kaçıncı eşiyle Zürih’ten pozlar paylaşıyor. Paylaşsın.

Pozlardan biri pembe etekli, üstü çıplak bir LGBT üyesiyle samimice. Olsun.

Olsun da, aynı pozu Türkiye’de verir mi vermez. Aynı anlayış ve yakınlığı Türkiye’de gösterir mi, göstermez.

Çok ikiyüzlüyüz çok. Dahası, ikiyüzlülüğümüzün alıcısı da çok.

İLİŞKİ ANLAYIŞINI DEĞİŞTİR, HAYATTAN KEYİF AL

Dünyanın değiştiğini kabul ediyorsan ilişkilerin de değiştiğini biliyorsun.

Aforizmaları, süslü sözleri bırak gerçekçi ol;

Zor insanlardan uzak dur. Değiştiremezsin, onlar öyle üretilmiştir.

Kolay mutlu olmayanlardan uzaklaş. Mutsuzluğa bahane çoktur zira.

İstekleri bitmeyenlerden kaç. Sen onlar için açık hesaplı bankadan ileri gitmezsin.

Gülmeyi bilmeyenlere yaklaşma. Onları güldürmek için harcayacağın enerjiyle dünyaları kurarsın.

Ayna önünden ayrılmayanlara karşı dikkatli ol, büyük olasılık sana da dışardan bakar.

Konuşmayı değil, seninle konuşmayı sevenlere önem ver.

“Çok”u isteyen değil, “az”ı “çok” yapandadır keyfin sırrı.

Basit bir durumu karmaşıklaştıran değil, karmaşık olanı basit kılana yaklaş.

Onu yapalım, bunu yiyelim, şunu giyelim diyen değil, “Sen varsan, fark etmez” diyendedir huzur.

Sen sen ol, gözlerinin içine bakanın, gözlerinin içi gülenin elinden tut.

Unutma hayat zor değil, senin seçimlerindir onu zorlaştıran.

BANA ADINI SÖYLE

Marka yönetimi süreçlerinde en önemli işlerden birisi, markası yönetilen “şey”in adlandırmasıdır.

Adlandırmada birçok noktaya dikkat etmek gerekir.

Bu bilgi piyasaya yeni çıkacak “şey”ler için geçerlidir.

Uzun zamandır piyasada olup markasını yönetmek isteyenler için yapılan analizlere marka adının da analizini eklemeyi öğretiriz.

Bu bilginin özellikle gösteri dünyasındaki isimler için yaşamsal bir önemi vardır.

Ve fakat, ülkemizde “menajerlik ilişkileri” kısa yoldan köşe dönmek üzerine kurulu olduğundan, kişiye her yönüyle bakmazlar.

Pek çok isim, “Ben daha iyi olduğum halde neden o?” sorusunu sorar.

Sorunun cevaplarından birini isimde aramak lazım.

Öyle isimler var ki, birçok ünlüden daha çok iş yapıyorlar, daha iyiler. Ancak tanınırlıkları o kadar olmuyor.

Hayal Köseoğlu, Başak Gümülcinelioğlu, Fatma Turgut, Gaye Su Akyol, Yağmur Tanrısevsin, Cem Yiğit Üzümoğlu ilk aklıma gelenler.

İsimlerin marka analizi şart.

BİRİ ALİ KOÇ’A DESİN Kİ…

Yoruldum Ali Koç’a akıl vermekten. Adam isyankâr. Burnunun dikine gitmeyi seviyor.

Sezonun başında yine yazıyorum, biri Ali Koç’u karşısına alıp desin ki;

Bir, daha ilk haftadan hakemlere kafayı takarsan, takımına güvensizliğinin altını çizersin. Takımı iyi kurarsan sistemi de yenersin.

İki, olabildiğince az ve öz konuş ki sözünün kıymeti artsın.

Üç, saha dışı ilişkilerden çok sahanın içindeki ilişkilere odaklan.

Dört, transfer ettiğin futbolcuyu asla “Koç” logolu uçakla getirme. İki büyük markanın (Koç ve FB) birini diğerine harcatma. Bu kuralı en kötü iletişimciler bile bilir.

Beş, unutma Fenerbahçe’nin düşmanı çok olabilir ama dostu daha çok.

Altı, taraftarın seni yönetmesine izin veriyorsun halbuki senin taraftarı yönetmen gerekiyor.

Yedi, tarihteki şampiyonluklarını yenildiğin ortamda dile getirme, gücünü azaltır. 

AKLIMDA KALAN

“Özgürlük, yalnızlık pahasına geldi” cümlesi: Ressam Celia Paul hayatını anlatan kitabı üzerine konuşurken kuruyor bu cümleyi. Okuyunca, üzerine bir kitap daha yazılır bu cümlenin dedim. Aysel Gürel’in meşhur sözünü hatırladım: “Bana deli demeleri karşılığında özgürlüğümü satın aldım.” Sonra Camille Claudel’i hatırladım. “Bir Kadın” kitabını okurken, güçlü bir erkeğin (büyük heykeltraş Rodin) gölgesinde, başarılı bir kadın olma mücadelesinin kendisini akıl hastanesine götürdüğü sürece çarpılmıştım. Yalnız kalmaktan korkan insanlar, hayatı hep eksik yaşarlar. Yalnızlığı göze alacaksın ki, hayatının hakkını vere vere yaşayasın.

Diğer Yazıları