Öküz ölünce...

Belki de ilk çağlarda iddia edildiği gibi, dünya öküzün boynuzları arasındaydı.

Zira, pek çok durumu açıklamak için “öküz”lü ifadeler yetiyor.

Nazım’ın “Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” dizeleri, kadının toplumumuzdaki konumunu aynı güçte anlatmaya devam ediyor.

“Sarı öküzü vermeyecektik” meseli de açıklar durumu çoğu zaman. 

Kısacası “öküz” yetiyor.

Kafam soru dolduğundan, hayata yanıtları için bakarım. 

Netflix hep farklılıkların altını çiziyor, maç izlemek için Bein Sports yetmiyor derken…

Alevi Vakıfları Federasyonu İkinci Başkanına saldırıyı azmettiren de Alevi Derneği Kurulu üyesi çıktı!

“Ne alaka” diyeceksiniz.

Her şey birbirine görünmez iplerle bağlıdır, unutmayın.

“Öküz öldü, ortaklık bozuldu” meselini bilirsiniz.

İki öküzünden biri ölen köylü, ağadan bir öküz parası ister. Ağa, “Öküzün parasını ödeyinceye kadar hayvan ortak malımız sayılacak. Elli dönüm tarlamı süreceksin, ağılıma bakacaksın, harmanda yardım edeceksin” der.

Ağır şartları kabul eden köylü ağaya köle olur. Aradan zaman geçer, parasının yarıdan fazlası ödenen öküz ağır işlere dayanamayıp ölür.

Ağa, eskisi gibi köylüye işlerini yaptırmak isteyince sabrı tükenen köylü “Gayrı öküz öldü, ortaklık bitti” diyerek uzaklaşıverir.

Meseleye, köylünün özgürleşmesi olarak bakabilirsiniz, halbuki köylünün yaşayabilmesi için kendisine kaynak bulması gerek. Kredi çekerse, banka gelip ağanın yerini alacak.

Öküz öldü, dünya boynuzlarından düştü. 

Ortak bir zemin kalmadı. Ortak nirengi noktamız yok artık. 

Eğitim sistemidir bir ulusun ortak zemini, o eridi.

Dijital platformlar ve sayısız kanallar nedeniyle ortak bir ekrana bakamaz olduk. Ekran o kadar çok ki, aynı kağıda yazamıyoruz aklımızı.

Mahalleleri görünmez duvarlarla ayırdık. Her mahalleye AVM yapmanın ayrıştırıcılığı aklımıza bile gelmedi.

Ortak bir şey kalmayınca ortak nokta bulmak da olanaksızlaştı.

İktidar ve muhalefet ortak bir gelecek üzerine konuşamaz oldu. Ortak bir tarihleri bile yok. Aynı tarihi, farklı okuyorlar.

“Ulus” olmak fikri “ortaklık” fikrine dayanır. Ortaklıklarımızı eriten yapılar, “ulus”u da eritir.

Bu ülke için çözüm üreteceklerin, saçma cümleler yerine ortaklıkları yeniden kuracak politikalar üretmeleri gerek.

“SAYIN CUMHURBAŞKANI” SONRA NE OLACAK?

CHP’nin Edirne Belediye Başkanı, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu kürsüye “Sayın Cumhurbaşkanı” hitabıyla davet etmiş.

Lidere güven güzel şey. Sadece o da değil, seçmene “seçim kazanma” güveni de veriyor.

CHP’nin iletişim stratejisi olması da güzel şey. Özellikle kararsız seçmeni, ilk kez oy verecekleri etkilemeyi hedefliyor.

Tüm bunlar terazinin bir kefesi ve fakat siyaset uzun soluklu iş.

Seçim kaybedilince CHP’nin kapısına kilit vurup gidilecekse strateji uygun.

Terazinin diğer kefesinde, bu strateji CHP’ye oy vereceklerde inanç tazeliyor, oy genişletmiyor olasılığı var.

Araştırma sonuçlarına göre kararsız, kararsızlığını sürdürüyor.

Birkaç ay önce “kararsız”ların artık yeni bir sosyolojik grup olduklarını yazmıştım.

Strateji iyi de, bir kayıp durumunda seçmenin hayal kırıklığını toparlama ayağı yok.

BİZ ODTÜ MEZUNİYETİNİ NEDEN SEVDİK?

ODTÜ Rektörü, olay çıkar diye toplu mezuniyet törenini yasaklayınca öğrenciler ve hocalar da alternatif tören düzenlediler.

Dillere destan pankartlar açtılar. Bir sevgi seli, bir sempati seli yarattılar.

Bir üniversitenin mezuniyet etkinliği neden insanlarda zafer kazanmış hissi yarattı, coşkuya neden oldu?

Çünkü;

Bir, epeydir “hayır” demeyi unutmuş, cici çocuklar olmuştu gençler.

İki, itiraz kültürünü hatırlatmaları ruhlara iyi geldi.

Üç, gençleri kapsayan bir muhalif dil tutturamayan muhalefetin açığına yara bandı oldular.

Dört, çirkinleşmeden, keyifle protesto edilebileceğini gösterdiler.

Beş, boğazına kadar söyleyecek sözü olup susanların pankartlı dili oldular.

KİMİ TUTUYORUM/ TUTMUYORUM?

6’lı masanın adayı olarak Kılıçdaroğlu’nun çıkması olanaksız olsa da, karşısına Abdullah Gül konursa elbette Kılıçdaroğlu’nu tutuyorum.

Yenilse bile güzel yenilmiş olur.

Cumhurbaşkanı adaylıklarında Ersan Şen ve Özgür Demirtaş arasında ikisini de tutmuyorum. 

Ne Ersan Şen demirden sinire sahip ne de Demirtaş’ın sosyal medyada twit atma başarısı ülke yönetmeye yeterli.

Çin ve ABD arasındaki Tayvan geriliminde elbette Çin’i tutuyorum. Ukrayna krizinde Rusya’yı tuttuğum gibi.

Demet Akalın ile tepesinden şampanya döktüğü garson arasında elbette Akalın’ı tutuyorum.

Görgüsüzlüğün, şımarıklığın ayıplanmak yerine alkışlandığı bir ülkede kadın da ne yapsın, kendine yakışanı yapıyor.

MEDYA BİR OLAYI ABARTIRSA

Medya bir olayı abartıyor, büyütüyor, şişiriyorsa başka bir olayı saklamaya çalışıyordur derim.

Bir diziyi (şimdilerde Netflix Zeytin Ağacı’nda olduğu gibi) övüyor, göklere çıkarıyor, methiyeler diziyorsa, yeterli ilgiyi görmemiş berbat bir dizi demek ki derim.

Bir hastalığı, bir sağlık sorununu durmadan gündeme getiriyorsa arkasından neyin reklamı gelecek diye beklemeye başlarım.

Bir insanı, bir siyasetçiyi, bir sanatçıyı vitrinde tutmaya, alkışlamaya başlamışsa, kim kime neden destek çıkıyor ipini sökmeye başlarım.

Anlayacağınız, benim kafamda doğru, düzgün, gereği gibi işleyen bir medya ortamı yok.

Kararı siz verin ya benim kafa iyi değil ya da medyanın ahlâkı sorunlu.

GİTMEYİ BİLECEKSİN

Eski dizi oyuncusu Merve Boluğur, eski eşi Murat Dalkılıç’ın boşboğazlığına lafı yapıştırınca.

Ben yapıştırmış gibi keyiflendim.

Ayrılmışsınız, yıllar geçmiş. Bayram değil, seyran değil, “Ayrılığın nedenini bir gün canı isterse Merve açıklar” demek de neyin nesi?

Kadın bambaşka bir yolu ve tarzı seçmiş. O kadın üzerinden medyaya malzeme üretmeye kalkmak ne çirkin bir şey.

Burnuna mikrofon dayayan muhabire “Geçmişte kaldı” deyip neden yürümüyorsun? Bu kadar ucuz bir fikri sana veren kim?

Boluğur’dan zerre hazzetmem ama yine de “Bu kaçıncı şov koçum” cevabını vermiş ya, budur dedim.

Kadın ya da erkek ayrılmayı bileceksin. Aksi durum hep can sıkar, hep kaşıyan tarafa zarar verir, onu küçültür.

“Bitti”, bitti demektir. Sündürmek anlamsız.

Sündürmek ve ısrar etmek, bozulmuş bir ilişkiyi düzeltmez, eskimiş bir ilişkiyi yenilemez, bitmiş bir duyguyu geri getirmez.

Gitmesini bilmek karşı tarafla ilgili değildir, gol yemiş sayılmazsın, tamamen senin kafanla ilgilidir.

Kafana tükür, gidene tüküreceğine.

AKLIMDA KALAN

“Devlet  niçin var?” Sorusu: En bildik tartışmadır; devlet insan için mi, insan devlet için mi vardır? Yanıtı derin bir ideolojik ayrımdır, girmeyeceğim. Kendi yanıtım devletin insan için var olduğudur, ortaya çıkış nedeni de budur: İnsanın can ve mal güvenliğinin teminatı olmak. Zaman içerisinde kurumları aracılığıyla yeni işlevleri de var devletin. Devlet iyi öğretmenini özele kaptıramaz, iyi eğitim vermek görevidir. Kamu yayıncısı TRT, özel kurumlarla reyting yarışına giremez, insanlara örnek davranışlar, görgü, dil, kültüre dair bilgiler aktarmak durumundadır. Devlet Tiyatroları da özel tiyatrolarla yarışamaz. İyi oyunlar ve iyi oyuncular sunmak zorunluluğu var, olmalıdır. Belki de bu iki kurum hepimiz için ortak zemin sağlayabilir (ilk yazıya dönüş.)

 

Diğer Yazıları