Nasıl bir iktisat politikası?

Doç. Dr. Göksel Aşan SuperHaber'e yazdı

Dünya ekonomisi 2008 finansal krizini henüz atlatmış değil. Bazı ülkeler bu krizden daha az etkilense de, bazıları daha kısa sürede krizden çıkmayı becermiş olsa da özellikle Avrupa hala krizin olumsuz etkilerini yaşamakta.

ABD ekonomisi Avrupa ve Japonya’ya nazaran krizle başetmede daha iyi bir performans gösterdi, gösteriyor. Türkiye birilerine inat bu krizden en az etkilenen ülkelerden biri oldu. Bunda elbette diğer ülkelere nazaran daha hazırlıklı olmasının ve 2001 krizindeki tecrübesinin büyük katkısı vardı. Tabii ki siyasi istikrar ve popülizmden uzak iktisat politikaları bu bağışıklığın sağlanmasında en temel unsurlardı.

Bugün dünya çıkamadığı finansal krizin yeni bir evresinde sayılabilir. 2016 dünya ekonomisi için iyi bir yıl olmadı ve ne yazık ki 2017 de ümit vaad etmiyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeleri zor bir yıl bekliyor. Elbette 2008 gibi bir büyük çöküş beklenmiyor ama dünya genelinde ekonomik performansın düşeceği de bugünden görülebiliyor. Bu varolan duruma iki hafta önce yeni bir olgu eklendi; Trump başkan oldu. 9 Kasım günü neredeyse tüm piyasalarda anormal hareketler gözlendi.

Devamında tabii ki aşırı hareketlilik yatıştı ama etki hala sürüyor ve belli ki daha uzun süre de devam edecek.

Aslında Trump bunun işareterini bütün kampanya boyunca vermişti. Kampanya süresince mesajlarının önemli bir kısmı doğrudan ekonomi ile ilgiliydi. Zaten belki de tek bildiği ve en çok hazırlıklı olduğu alan bu olduğu içindir. Ancak sadece bununla açıklamak tabii ki anlamlı olmaz. Trump ABD ekonomsinin kötü yönetildiğini, uzun dönemde ciddi risklerin olduğunu, küreselleşmenin ABD için çok da yararlı olmadığını vurgulayarak Amerikayı yeniden büyüteceği vaadi ile seçimleri kazandı. Bunun sadece bir seçim stratejisi olmadığı ve yönetimi aldığında bu yönde bazı kararların da gündeme geleceği kanaati ise oldukça yaygın. Bu kanaati paylaşanlar iki sonuca neredeyse kesin gözüyle bakıyorlar; dünya ticaret hacminde daralma ve ABD’de enflasyon oranında yükselme.

Trump belli ki ülkelerin oluşturdukları ekonomik birliklere pek sıcak bakmıyor. Küreselleşmenin ABD orta sınıfı üzerindeki etkilerinden zaten sıklıkla söz etti. Ancak en can alıcı olanı ise Çin’le olan ticaret ile ilgili söyledikleri oldu. Şayet söylediklerinin bir kısmını dahi gerçekleştirmeyi becerirse dünya ticareti bundan çok ciddi etkilenecektir. Bir diğer önemli vaadi ise alt yapı yatırımları ile ilgili oldu. ABD alt yapı konusunda gerçekten de dünyanın çok gerisinde kalmış durumda ve ciddi bir yenilenme ihtiyacı söz konusu. Trump kendi döneminde bu konuda çok agresif olacağını belli etti. Beklentiler de bu yönde. Bunun doğal sonucu tabii ki bütçede bozulma ve onunla birlikte ortaya çıkacak enflasyon artışı.

İşte daha işbaşı dahi yapmadan etkilerini görmeye başlamamızın nedeni bu beklentiler. En önemli etki ABD tahvilerinin getirisinde (yani faiz oranlarında) görüldü. Faiz oranlarındaki bu beklenmeyen yükseliş Dolar talebini ani bir şekilde yükseltti. Bundan da en çok etkilenen özellikle gelişmekte olan ülke para birimleri oldu. Tabii ki Türk Lirası da bundan nasibini aldı. Açık ki bu etki bir süre daha devam edecek. Belli ki önümüzdeki dönemde en çok konuşacağımız şey yine ekonomi olacak.

Daha önce de yazmıştık. Hükümetin bunun zaten farkında olduğu ve ekonomiyi yine birinci önceliği olarak konumladıracağı görülüyor. Başbakan Ekonomi Koordinasyon Kuruluna bizzat başkanlık ediyor. Ekonomi yönetimi oldukça tecrübeli bir ekibin elinde ve Merkez Bankası ile tam bir uyum sağlanmış durumda. Bunlar yönetsel anlamda bir problem yaşanmayacağını gösteriyor. Bununla birlikte tabii ki en az yönetim kadar önemli olan şey doğru iktisadi politikaların geliştirilmesi. Doğru politikalar iyi bir yönetimle bu zor dönemi en az hasarla aşmamızı sağlayacaktır.

Ekonominin bazı genel kabul gören doğruları vardır. Bunlar çoğu zaman sanki birer doğa yasasıymış gibi değişmez doğrular olarak düşünülür. Düşük enflasyon, denk bütçe, Merkez Bankası bağımsızlığı, kontrollü para arzı vs böyle doğrulardır. Gerçekten de 2008 krizine kadar neredeyse tüm ülke ekonomilerinin temel öncelikleri bu saydıklarımızdı. Hatta Avrupa Birliği içinde özellikle bütçe (ve kamu borçlanması) konusu bir kriter olarak belirlenmişti. Ancak 2008 krizi dünyanın en büyük ekonomilerinde negatif büyüme oranlarına yol açıp rekor işsizlik sayıları ortaya çıkınca bu değişmez doğruların doğa yasası olmadığı hemen hatırlandı. Tüm Avrupa ülkeleri rekor bütçe açıkları vermeye başladı.

FED ve Avrupa Merkez Bankası para musluklarını sonuna kadar açtılar. Faiz oranları sıfıra yaklaştı. Daha bir iki yıl geçmeden AB üyesi ülkelerin devlet borçlarının milli gelirlerine oranı ortalama %80 leri geçti. Eskiden sürdürülemez denilen bir çok şey bugünün normali haline geldi.

Türkiye 2002-2015 yılları arasında yukarıda bahsi geçen konularda belki de dünyanın en başarılı performans gösteren ülkesi oldu. Bütçe açığı benzersiz bir performansla kontrol altına alındı. Devlet borçlarının milli gelire oranı hızla düşürüldü. Para arzı sadece fiyat istikrarı gözetilerek ayarlanmaya başlandı. Devlet bütçe açığını kapatmak için Merkez Bankası kaynaklarını kullanmaktan vazgeçti. Yani genel kabul gören doğruların neredeyse hepsi uygulandı. Elbette çok olumlu sonuçları da oldu.

Ancak şu an hem küresel ekonomide olanlar hem de bunun bizdeki negatif etkileri olağan bir durumu işaret etmiyor. Özellikle bizim son aylarda yaşadıklarımızı, etrafımızda olup bitenleri ve olabilecekleri dikkate aldığımızda diğer ekonomilere nazaran çok daha özel bir durumumuz olduğu da ortada. Çok kötü bir turizm sezonu geçirdik. Büyük ihtimal 2017’de de bu kadar kötü olmasa da düşük bir turizm geliri olacak. Kurdaki artış ihracatı biraz yukarı çekebilir. Lakin buradaki asıl unsur dış piyasalardaki talep seviyesi olacaktır. Şayet beklendiği gibi dünya ticaretinde bir düşüş olursa bu elbette ihracatımızı olumsuz etkileyecektir. Gerçi Çin’le ABD arasında olacak bir ticaret savaşının bize bazı fırsatlar sunabileceği de açık ama tabii bu fırsatları iyi takip etmek ve değerlendirmek önemli olacak. Petrol fiyatları bir süre daha yardımcı olacak gibi. Açıkçası tek olumlu katkı da bu olacak. Tüm bunların sonucu piyasalarda durgunluk, düşük büyüme ve işsizlik artışı olarak karşımıza çıkacak.

Peki bu tabloda hükümetin nasıl bir iktisat politikası uygulaması daha etkili olur. Saydığımız genel kabul gören doğruları uygulamaya devam mı etmek lazım? Yoksa bu özel duruma özel bazı tedbirler mi gerekir? Bizim kanaatimiz ikincisinin daha doğru olacağı yönündedir.

Bir kere özellikle dövizdeki yükselişi öne sürerek Merkez Bankasının faizleri arttırması gerektiğini ifade edenlere kesinlikle prim vermemek gerekir. Yapılacak en büyük hata bu aşamada faizleri arttırmak olacaktır. Türkiye ekonomisi ABD ekonomisi ile bir faiz yarışına girecek durumda değildir. Şu an belki de son derdimiz döviz fiyatları olmalıdır.

İkincisi bütçe disiplini meselesidir. Daha önce yazdığımız gibi bu konuda Türkiye belki de tarihe geçecek bir başarı göstermiştir. Lakin bu konuda da bir miktar gevşemenin gerekli olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Önümüzdeki iki sene boyunca bazı altyapı yatırımlarına hız vererek, farklı türlerde vergilerde (özellikle tüketim vergileri) indirimlere giderek kontrollü bir bütçe açığı vermek (tüm risklerine rağmen) muhtemel durgunluğa karşı yararlı olacaktır. Dönem denk bütçede ısrar edecek bir dönem değildir. Vergilemede bir çok ülkede denenen “surtax” uygulaması geçici olarak düşünülebilir. Çok yüksek gelirlerden tek basamaklı yüksek oranlı bir vergi alınması bütçe için bir ek kaynak oluşturacaktır. Hazır TUSİAD da endişeli iken bu konuda fedakarlık yapacaklarından eminiz.

Tabii ki döviz fiyatlarındaki artışın özellikle döviz borçlusu şirketleri zor durumda bıraktığı ortadadır. Bu yükseliş bankacılık sektöründe de bazı sorunlara yol açacaktır. Devletin burada özellikle KOBİ’lerin bu tür zorlukları için bazı tedbirler alması zorunludur. Gerekirse bu tür firmalar için uzun dönemli borçlanma yolu ile bu yükümlülüklerinin TL’ye çevrilmesi düşünülebilir.

Daha önce pek rastlamadığımız özel bir dönemden geçiyoruz. Makroekonomik göstergelerimizde ciddi bir bozulma olmamasına rağmen türlü ekonomik problemlerle karşı karşıyayız. Bu istisnai durum için istisnai önlemler almak durumundayız. Yapılabiecek en büyük hata standart tedbiler ile bu durumla baş etmeye çalışmak olacaktır. Bu hükümet bunu daha önce de yaptı. Bütün çevreler IMF ile devam etmeliyiz dediklerinde tam tersini yapıp stand-by anlaşmasını sonlandırdı ve bunda da haklı çıktı.

Şimdi yine aynı cesarete ihtiyacımız var. Neyse ki o gününün başbakanı hala bugünün lideri.

Nasıl bir iktisat politikası? ile ilgili etiketler Haber
GÜNÜN VİDEOSU

326 yolcu taşıyan uçakta korku dolu anlar! Piste sert iniş yaptı... O anlar kamerada

Alman Lufthansa’ya ait Boeing 747 tipi uçak Frankfurt-Los Angeles seferi sonunda piste sert iniş yaptı. 326 yolcu ve 19 mürettebat bulunan uçak iniş sonrası kontrollerin ardından Frankfurt’a geri döndü. Korku dolu anlar kameralara yansıdı.