Mutluluklar ülkesinden bildiriyorum...

Birleşmiş Milletler’in reklamını yapan “The Interpreter” filmi, “Modern teknoloji, BM tüzüğü kabul edildiği tarihte öngörülemeyecek şekilde dünyayı değiştiriyor” cümlesiyle başlar.

Yani. Bugün BM’yi işlevsiz bulanlara, “tüzük eski biz ne yapalım” yanıtını veriyorlar.

Dünya barışı ve güvenliğini sağlamak, yaşam standartlarını yükseltmek amacıyla kurulan BM, bu alanlarda bir milim ilerleme kaydedemeyince, çareyi araştırma yapmakta buldu.

Mutsuzluğa çare olamayınca, mutluluğun raporunu hazırlıyorlar.

Geçen hafta. “Mutluluk Raporu”nun sonuçlarını açıkladıklarında, Danimarka’daydım.

En mutlu insanlar sıralamasındaki üçüncü ülkede.

Türkiye’nin 74. sırada olmasını anlamak zor değil.

Nihayetinde.

En sevilen yiyecekler sıralamasında, patlıcanın bir şeklinin (yemeği, ezmesi, salatası, kızartması, karnıyarığı, imambayıldısı, kuru dolması) mutlaka ilk üçte olduğu bu ülkede…

Patlıcan 15 lira ise, 74. Sıraya sevinmek gerekir.

Türkiye’nin sırasını anlamak kolay da, Danimarka’nın üçüncü olmasını anlamakta zorlanıyorum.

BM sonuçları açıklayınca, daha dikkatle baktım yüzlerine.

Ortadoğu’nun kan gölünde gülümseyen yüz bulmak, Kopenhag sokaklarında gülümseyen yüz bulmaktan daha kolay.

Öyle büyük sorunlarla uğraşıyorlar ki, sorsanız dünyanın sonu.

Mesela.

Bir kadın vekilin çocuğunu parlamentoya getirmesine acayip kıl olmuşlar. Kadını salondan attılar.

Özgürlükler ülkesinde bu olabilir mi? Oldu.

Parlamento ortamı bebek sağlığına uygun değilmiş!

Mesela.

Uçakları kafayı takmışlar. Büyük sorun.

İnsanlar ne kadar uçarsa, uçaklar o kadar atmosfere zarar veriyormuş. Uçak protestoları yapıyorlar.

Daha büyük sorunları ne, derseniz…

Trafik lamba ve levhalarındaki figür neden erkekmiş de kadın değilmiş!

Bu sorunlar, Danimarkalıların günlerini karartıyor, gecelerini zehir ediyor.

Sokaklarda mutsuz, asabi dolanıyorlar.

İntihar oranları yüksek. Depresyon ilaçları kullanmayan neredeyse yok.

Yine de. Mutluluk listesinde en yukarılardalar.

Bu işte bir terslik var arkadaş…

HİÇ ÇALIŞMAYACAKSIN

Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği’nde profesör arkadaşım Funda Akaltan’la laflıyoruz.

“Bu yaşıma geldim, şunu anladım” diyor, “sen çok çalışınca arkadaşlarına batıyor. İstersen yatak getir fakültede yat diyen bile var.”

Sonra ekliyor, “Bu ülkede hiç çalışmayacaksın kardeşim. Çalışma, üretme, iş yapma. Bak o zaman senden kıymetlisi var mı?”

Onun sorusu, geçen hafta beni arayan bir gazeteci dostumun anlattıklarına gitti.

Çalıştığı kurumun haber toplantısında “Seçim haftası geldi. Seçim performansını konunun uzmanı Nuran Yıldız’la konuşalım” teklifinde bulunmuş.

Karşısındaki, “Yok” demiş, “ o geçmişte CHP yönetimindeydi.”

Bizimki “Olabilir” demiş, “bu suç değil ki.”

Yan taraftan biri kafayı uzatmış, “Kadın akademisyen. Ak Parti’de de Erol Olçok zamanında kampanya fikrinin oluşmasına katkı sağlamış kaç kere.”

Başkası araya girmiş, “İyi Parti’ye de destek olmuştu.”

Gazeteci dostum anlatırken ben epeyce güldüm.

Onun sözü bitince de, “Bu kadar mı” dedim, “MHP ve Devlet Bahçeli’nin bana danışmanlık teklif etmiş olduğunu ekleyen çıkmadı mı?”

Onu atlamışlar.

Sonuçta. Gazeteci arkadaşım benimle o söyleşiyi yapamadı.

Dünyanın her yerinde şahane bir kariyere kanıt olacak şeyler, bizde mazeret oluyor.

Hiç çalışmasan. Boş boş oturup seyretsen senden iyisi olmaz.

Ve fakat. Ben böyle iyiyim.

Eğreti koltuklarda kalmak için birbirlerini aşağıya çekenleri izlemek, çok eğlenceli.

NEDEN SİYASETTE ESKİLER REVAÇTA?

Başlıktaki soruya klasik cevap, “Eskiler gençlere yer açmıyor”dur.

Halbuki cevap yaşlılara bakarak değil, gençlere bakarak bulunur.

Bu kanıya, Yılmaz Büyükerşen’in yaşlı bir teyzenin elini öpüşünde vardım.

Kendisi 82 yaşında. Profesör. Rektörlük yaptı. Belediye Başkanı.

Buna rağmen, el öpüyor, baş eğiyor.

Gençlerin çoğu ise ortalıkta boş bir özgüven balonu şeklinde dolaşıyor. Küçük bir mertebe alsalar, “büyük insan oldum” havasına giriyorlar.

Büyürken küçülmek nedir, bilmiyorlar.

Geçelim.

“BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ”

Cumhur İttifakı, Kayahan’ın “Bizimkisi bir aşk hikâyesi” şarkısını kullanmaya başlamış.

Geçmişte de, içinde geçen “siyah beyaz” sözcükleri nedeniyle Beşiktaş’ın şarkıyı sahiplenmesine hayıflanmıştım.

“Siyah beyaz demeyeymiş, her dile pelesenk olacak şarkı” demiştim.

Sözün özü şarkıların önemi, kararsızların arttığı tüm seçimlerde artar.

ÜÇ GÜZEL İŞ

Hep eleştirmeme alışmışlar ya…

Güzel iş deyince, şaşırıyorlar.

Bu seçimlerde parti kampanyaları fenaydı amma Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel’in “Birlikte iyiyiz” filmi güzeldi.

Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul sensin” filmi de iyiydi.

Kütüphane Haftası nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’nın hazırladığı film de öyle.

Kimler yaptıysa ellerine sağlık.

BENİM BAŞKANIM

Bu pazar Ankara’da kime oy vereceğimi söyleyeyim;

Yaşlı bakımına öncelik ve önem verecek olan adaya,

Üniversite öğrencilerine hem çalışıp hem okuyacak olanak sağlayan adaya,

Dillere destan bir kent festivali ortaya koyacak adaya gidecek benim oyum.

BİR GÜN

Bir gün, bütün büyük filmleri, Yurttaş Kane’den Roma Tatili’ne, izlemek istiyorum.

Bir gün, büyük klasikleri yeniden okumak istiyorum.

Bir gün, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde kalmak istiyorum.

Bir gün, tüm sevdiğim akrabalarımla ve onların çocuklarıyla piknik yapmak istiyorum.

Bir gün, en yakın arkadaşımla hiç konuşmadan öylece zaman geçirmek istiyorum.

Bir gün, sadece Sidney Poiter filmleri izlemek istiyorum.

GALATASARAY’IN DÜŞÜNMESİ GEREKEN KONULAR

Bir yönetimin mali olarak aklanıp, idari olarak aklanmaması üzerinde düşünmek lazımdır.

Abdürrahim Albayrak’ın artık yorulmasına rağmen kulübü yönetmeye devam etmesi sorundur.

Şubat ayında işe başlayan birinin, Mart ayında kulübe iletişim koordinatörü olması, iletişim öğrencileri arasında “en hızlı yapılan kariyer” dalgasına konu oluyorsa sorundur.

Kulüp başkanlığına aday olacakların yaş ortalamasının 70 olması sorundur.

Son birkaç dönemdir vizyonsuz yönetimler dönemine girilmiş olması sorundur.

Bir kulübün başarısını tek bir teknik direktöre indirgemesi sorundur.

Futbolda söz sahibi tüm koltuklarda rakiplerin oturması sorundur.

ACAYİP SORULAR

Johnson’s markasının “iyiliği seç” kampanyası, seçim öncesinde İYİ Parti’ye destek gibi algılanmıyor mu?

Ünlü avukat Altın Mimir’in, Milliyet söyleşisindeki fotoğraflarına bakınca sormak lazım, kadınlar orta yaşta neden yüzlerine bu kadar yazık ediyorlar?

Peruk takan erkeklerin kendilerini yakışıklı sanması, nereden kaynaklanıyor olabilir?

Sokakta sigara içen kadına fiyat biçen de, “10 yaşından bu yana kadınların üstünde olduğunu” söyleyen de erkeklikte yarışsalar da, adamlıkta yerlerde sürünmüyorlar mı?

AKLIMDA KALAN

Birinin dizinde uyumanın huzuru: En son ne zaman birinin dizinde uyudunuz? Siz uyanmayın diye, uyuşsa da kıpırdamayan o dizde? Uyur gibi yapmanızdan söz etmiyorum, gerçekten uyumak… Sevgilinizin? Annenizin? Babanızın? Dedenizin? Ninenizin? Dostunuzun? Hayatı hayat yapan böyle küçük, üzerinde durmadan geçtiğimiz ayrıntılardır, unuturuz hep. Gülriz Sururi’nin, sevdiği adam Engin Cezzar’ın dizinde uyumasına bayıldım. Kafa Dergisi’nin “Aşk” sayısında gördüm o fotoğrafı. Uzun uzun baktım. Öndeki sehpanın üzerinde duran iki poğaçayla, gerisinde duran Gülriz Sururi’nin yüzündeki huzura.. Varsa öyle bir diz, vakit geçirmeden koyun başınızı.

Diğer Yazıları