Mustafa Kemal’in Hayali: İslam Ülkeleri Konfederasyonu

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi siyasetin rotasının hangi istikamete evirildiği ve rotasında yer alan bir sonraki istasyonun yahut Kızıl Elma’nın ne olduğu konusunu tartışılır hale getirdi.

Bazı kimseler alenen, bazıları ise zımnen müstakbel hedefin Hilafet olduğu yahut olması icap ettiğini yazılı yahut sözlü bir şekilde ifade etti.

Bir yazarımız ise, yeni duyanlar tarafından yeni bir fikirmiş gibi algılansa da, bir Osmanlı Milletler Topluluğu’nun gerekliliğinden bahsetti.

Hilafetin niçin ve nasıl ilga edildiğini bir başka yazının konusu olarak bir tarafa bırakarak hilafet tekrar ilan edilmeli midir sorusuna yahut yeni bir Osmanlı Milletler Topluluğu’na gerek olup olmadığına, tarihi gelişmeleri ve Mustafa Kemal’in bu noktadaki tutumunu ele alarak irdelemek yerinde olacaktır.

Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Türk-Arap halklarının gerçekleştirmeye çalıştıkları önemli işbirliklerinden birisi de İslam ülkeleri arasında bir İslam Ülkeleri Birliği, İslam Ülkeleri Konfederasyonu veya İslam Birleşmiş Milletleri diye tanımlanabilecek olan siyasî dayanışma oluşturma gayretiydi.

O yıllarda ilki Ankara Hükümeti’nin girişimiyle, Rusya dâhil olmamak üzere, Osmanlı Hilafetinin himayesinde; ikincisi Rusya’nın girişimiyle ve yine onun himayesinde bulunmak üzere bir İslam Ülkeleri Birliği kurulması yolunda iki teklif yapılmıştı.

O dönemde İslam Ülkeleri Birliği’ni gerçekleştirme fikrine yatkın bir politika takip eden Milli Mücadele liderleri, özellikle Mısır olmak üzere, İslam ülkelerindeki siyasî gelişmelerden oldukça etkilenmişlerdi.

XIII. Kolordu Komutanı Cevat Paşa, Batı Trakya dâhil olmak üzere Osmanlı sınırları içerisinde bulunan ülkelerin, padişahın yönetiminde kalmasını, Irak, Suriye, Hicaz ve diğer Arap ülkelerinin ise kendi hükümetlerinin yönetimi altında olmasını, fakat aynı zamanda hilafetle bağlarının bir konfederasyonla sağlanmasını ve Osmanlı sancağının, Amerikan bayrağındaki yıldızlar gibi federasyona dâhil olan İslam ülkeleri hükümetleri sayısınca hilal taşımasını... teklif etmişti.

1920 yılının Aralık ayı başlarında, İktisat Bakanı Yusuf Kemal Beyin başkanlığında ve Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Azerbaycan’daki Milli Mücadele temsilcisi M. Şevket (Esen- dal) Bey, askerî danışman Saffet Bey ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşadan oluşan bir Türk kurulu, İran, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Dağıstan, Hive, Buhara, Türkistan Cumhuriyeti ile Türkiye arasında bir İslam Devletleri İttifakı oluşturmak suretiyle barışı sağlamak, siyasî, askerî ve savunma anlaşması yapabilmek ve aynı zamanda Yakın ve Orta Doğu Müslümanlarının ortak menfaatlerini Batılı devletlerin saldırısı ile sömürge haline getirilmesinden muhafaza etmek amacıyla bir dizi girişimlerde bulunmuşlardı.

Esasen Doğu milletlerinin bir ittifak oluşturması teklifi Sovyet Hükümeti’ne Ankara Hükûmeti tarafından yapılmıştı. Gerçekleştirilmesi öngörülen bu hareket ilk olarak Mustafa Kemal tarafından ortaya atılmış, fakat daha bu yöndeki planın gerçekleştirilmesine başlanılmadan iki hükûmet arasında görüş farklılıkları belirmişti.

Sovyet Dışişleri, Afganistan’ın da ittifaka dâhil edilmesi üzerinde ısrar etmiş, Mustafa Kemal ise bu görüşün hemen tahakkuk ettirilmesinin çok zor olacağını belirtmiş, bu noktada Sovyetlerin yapacağı ısrarın planın tatmin edici bir şekilde gerçekleşmesini geciktireceğini ifade etmişti.

İngiliz arşiv kaynaklarına göre Mustafa Kemal’in Afganistan’ın Doğu Milletler Birliği’nde yer almasına karşı çıkmasının muhtemel sebebi o günkü Türk siyasetinin Afganistan’ı Batı tesirine karşı Orta Asya’da bir güç dengesi olarak tutmayı planlaması ve iki ülke arasında hızlı haberleşme vasıtalarının gerçekleştirilmesiyle alakalıydı. Bu hususta her ne kadar Mustafa Kemal ile Sovyet Hükümet’i arasında anlaşmazlık zuhur etmişse de aynı zamanda Afgan Hükümeti’ni ittifaka katılma noktasında ikna çalışmaları da devam etmişti. Zira bu tarihte Afganistan hem Moskova ve hem de Ankara Hükûmeti tarafından Pan-Asya siyasetinin temel taşı olarak kabul edilmişti.

Rusya’nın, kendisinin de katılımını öngören, benzer bir İslam Ülkeleri Federasyonu teklifi ise, Lozan Konferansı’nın açılışından kısa bir süre önce, Mustafa Kemal tarafından ret olunmuştu. Zira Milli Mücadele liderlerine göre gelişecek olan İslam Birliği siyaseti, Rusya’nın katılımı neticesi, Avrupa’da rahatsızlık ve düşmanlık doğurması ve Türkiye’ye büyük zararlar vermesi muhtemel olan ileriki daha fazlası ilişkilere tercih edilir bir durum arz etmemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Anadolu’daki İslamcılık propagandasına kazandırılan hız neticesinde Bolşevik propagandaya fazla bir ehemmiyet atfedilmemişti.

İslam Ülkeleri Federasyonu’nu gerçekleştirme düşüncesini kuvvetlendiren bir diğer vasıta da Cemaatü’l-İslam diye bilinen ve daha ziyade halkı Arap olan ülkeler dâhilinde İslamist bir siyaset gütmek üzere vücut bulan teşkilatın yeniden faaliyete geçirilmesi olmuştu. Cemaatü’l-İslam teşkilatının temel gayesi, her ülkenin kendi bağımsızlığını muhafaza etmesi prensibi dâhilinde İslam ülkelerini hilafetin koruması altında birleştirmekten ibaretti. Fakat gerçekte ise bu ülkeler Türkiye’nin siyasî tesiri altında bulunacaklardı.

Cemaatü’l-İslam, Mustafa Kemal’in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin davet edileceği büyük bir İslami Kongre düzenleme kararını almıştı.

Kongre’de görüşülmesi kararlaştırılan esas madde ise Hilafet meselesinin ele alınması ve Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye’nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler Birliği’nin tesis edilmesi konusu olmuştu.

Cemaatü’l-İslam Türkiye’de, meşhur şair ve Sırat-ı Müstakim’in baş editörü ve aynı zamanda Burdur mebusu, Mehmet Akif (Ersoy) Beyin başkanlığı altında yeniden faaliyete geçirilmişti. Teşkilata ulema ve muhafazakârların da bulunduğu çok sayıda mebus ve yazar katılmıştı.

Teşkilatın programı, Kafkaslar, İran, Afganistan ve Orta Asya’da yeterli gelişmenin elde edilmiş olduğu göz önüne alınarak, daha ziyade Arap ülkelerinde yapılması düşünülen faaliyetlere münhasır olmuştu. İbn Suud’un kendi saflarına kazanılması için özel girişimlerin yapılmasına karar verilmiş ve bunun için Balkan Savaşı’ndan önce Yemen ve Trablusgarp seferleri sırasında Türk ordusunda hizmet görmüş ve dolayısıyla Arapları iyi tanımakla şöhret bulmuş olan Enver Paşanın can düşmanı Yarbay Aziz Bey görevlendirilmişti.

Başlangıçta, Asya’da yer alan İslam ülkeleri delegeleri ve Kafkasya’dan gelecek olan temsilciler, kongrede ele alınacak konulardan birinin hilafet ve hilafet kurumunun yapısı ile alakalı bir takım unsurların değiştirilmesi olacağını öğrenmeleri üzerine kongreye katılmayı reddetmişler ve dolayısıyla da toplantı yapılamamıştı. Fakat daha sonra kongrenin toplanabilmesi için yeniden girişimlerde bulunulmuştu.

Tatbike çalışılan bu plana göre tüm İslam ülkelerini temsil eden delegelerden oluşan bir Nihaî Hilafet Komitesi oluşturulacaktı. İslam siyasetinin daha düzgün sürdürülebilmesi için her İslam ülkesi halife emrine özel bir temsilci gönderecek, bu atamaya karşılık olarak da her ülkeye hususi hilafet temsilcileri yollanacaktı.

Mezkûr komite, gerek dolaylı ve gerekse doğrudan olmak üzere, Müslüman dünyasını ilgilendiren konularla alakalı olarak halifeye gerekli tedbirleri alması noktasında siyasi tavsiyelerde bulunacaktı. Ayrıca komite genel olarak, İslam dünyasının ahlaki, din veya maddi menfaatlerini ilgilendiren hususlarla alakadar olacaktı.

Komitenin yapması gereken esas görevlerinden bir diğerini ise sosyal ve ekonomik durumunu geliştirmek ve çağdaş gelişmeye paralel olarak kalkınmasını sağlamak amacıyla, İslam dünyasında entelektüel açıdan bir Rönesans yaşanmasını hızlandıracak raporlar sunmak olacaktı. Yine Müslüman halk arasında çalışma ortamını en güzel şekilde tanzim etmeye, üretim gücünü artırmaya ve son olarak da İslam dünyasının geleceğini refaha erdirme noktasında müşterek ve metodik yardımlaşmalarda bulunulması için elinden geldiğince gayret edecekti. Bu nedenle, Nihai Komite üyelerinin seçiminde görüşlerinin alınması arzu edilen birçok İslam ülkesi ileri gelenleri Ankara’ya davet edilmiş ve orada hususi bir komite oluşturulmuştu.

Kayıtlara göre bu mutasavver Ankara Kongresi’nin tertip olunması Eşref Edib Bey’in Sebilürreşad’da yazmış olduğu bir makaleden ilhamla gündeme gelmişti.

Eşref Edib Bey tarafından hararetli bir üslupla kaleme alınıp imzalanan, genel olarak Hristiyan ve Hristiyanlığa çatan ve İslam dünyasını büyük bir İslam kongresinin Ankara’da toplanması için teşvikte bulunan bu makale yine Eşref Beyin editörü bulunduğu Sebilürreşad’da 13 Nisan tarihinde yayımlanmıştı.

Mustafa Kemal Paşa mezkûr makaleye muttali olunca Ankara’da dünya İslam devletleri temsilcilerinin iştirak edecekleri bir kongrenin tertiplenmesi için harekete geçmişti. Bunun için o dönemin Matbuat Müdürü Ragıp Beye bu yoldaki girişimlerin bir an evvel başlatılmasını ve bu işlerle alakadar olmak üzere yine o dönemin Şer’iye Vekili Bursalı Mustafa Fehmi Gerçeker, Meclis Başkâtibi Recep Peker, yazar Eşref Edip ve şair Mehmet Akif’ten oluşan bir heyetin teşkilini emretmişti. Bu heyet Ankara İstasyon Binası’nda konuyu müzakere etmek ve gereken girişimlerde bulunmak amacıyla bir kaç defa toplanarak tüm dünyadaki İslam milletlerine gönderilmek üzere beyanname ve davetiyeler hazırlamaya başlamıştı.

Ankara’da böyle bir kongrenin toplanması yolunda yapılan girişimler, gerek Mustafa Kemal ile olan münasebetleri ve gerek kendilerine yapılan davet üzerine Kerbela baş müçtehidi ve Necef Şeyhi tarafından olumlu karşılanmıştı. Necef Şeyhi, 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal’e gelen bir mektubunda, Ankara’da toplanacak olan kongreye tam yetkili bir delegenin gönderileceği vaadinde bulunmuştu. Afganistan Emiri ise idarî reformlardan dolayı kongreye katılamayacağını, Afganistan’ı o tarihlerde terk etmesinin mümkün olmayacağı mazeretini bildirmişti.

İslami Kongre’nin toplanma planı Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa, Ankara Hükûmeti Din İşleri Vekili Abdullah Azmi, Şeyh Senûsi, Acemi Sa’dun Paşa, Diyarbakır bölgesi komutanlarından Cevat Paşa, Fevzi Paşa, Afgan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han, İran Elçisi Mümtazüddevle, Azerbaycan Elçisi İbrahim Abiloff’dan oluşan bir heyet tarafından ayrıca müzakere olunmuştu.

Kongre tertip heyetinin yaptığı toplantıya birçok mebus ve gazeteci de katılmıştı. Şeyh Senûsi, Acemi Sa’dun Paşa ve Cevat Paşa Ankara’da olmadıklarından dolayı toplantıya şahsen katılamamışlar, ancak temsilcileri vasıtasıyla görüşlerini beyan etmişlerdi.

Ancak söz konusu kongre, toplantının yapılacağı yer konusundaki görüş farklılığından dolayı sonraki bir tarihe ertelenmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştı. Örneğin Afgan elçisi bu kongrenin Kâbil’de toplanmasını isterken, İran Elçisi de Tahran’da toplanılmasını istemiş ve bu noktada oldukça ısrarlı olunmuş, diğer taraftan Mustafa Kemal ise aynı derecedeki bir ısrarla bunun Ankara’da veya en azından Anadolu’nun bir başka şehrinde yapılması üzerinde durmuştu. Fakat daha sonraki tarihlerde Eskişehir mağlubiyetinin meydana gelmesi ve onu müteakiben siyasî ve askerî açıdan sıkıntılı günlerin daha da artması Mısır, Cezayir, Trablusgarp, Tunus, Hindistan, Afganistan, Azerbaycan, Suriye ve Irak gibi Asya ve Afrika Müslümanları murahhaslarından oluşacak böyle bir Dünya İslam Kongresi’nin Ankara’da toplanmasına engel olmuştu.

1921 senesinde Ankara’da toplanmasına çalışılan bu kongrenin işleri ile 1920 yılının sonlarına doğru bir süre Milli Mücadele hareketi sırasında oluşturulan Gizli Servis’in riyasetinde ve Nisan 1921’de meclis başkan vekilliği görevinde bulunan Hamdullah Suphi Bey de meşgul olmuştu.

Ankara Hükûmeti 1922 yılının başlarında Ankara’da olmak ve Mustafa Kemal’in başkanlığı altında toplanmak üzere diğer bir İslam Konferansı’nın toplanması teklifinde bulunmuştu. Fakat böyle bir toplantının gerçekleştirilebilmesine ön hazırlık olmak üzere, yine Mustafa Kemal’in bir önerisi ve daha çok Suriye ve Filistinli Arap liderlerin çalışmalarıyla 15 Aralık 1922’de Kahire’de bir Arap Kongresi toplanmıştı. Kongre’de, Mustafa Kemal tarafından belirlenmiş olan, şu konular ele alınmıştı:

1- Daha önce halifenin idaresi altında bulunan Arap ülkelerinin oluşturacağı bir federasyon kurulması;

2- Mısır’ın bağımsızlığa kavuşturulması ve Süveyş Kanalı’nın muhafazası için askerî kuvvet sağlanması;

3- İngiliz kuvvetlerinin Mısır’ı derhal terk etmesinin talep edilmesi.

Böyle bir kongre tertibine gidilmesi kararı, muhtemelen, Ankara Hükümeti’nin İslam ülkeleri ile olan münasebetlerini devam ettirme ve Milli Mücadele’nin tahakkuku için ele geçen her fırsattan faydalanarak Müslüman milletler arasındaki İslami hareketi artırma arzusundan kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle de gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse diğer Milli Mücadele önde gelenleri Türkiye’nin bu dönemde İslam dünyasının lideri olması arzusunu taşımışlardı.

Milli Mücadele sırasında gerçekleştirilmeye çalışılan ama olumsuz gelişmelerden dolayı neticesiz kalan Ankara Kongresi teşebbüsünü, başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele liderleri tarafından tatbikine çalışılan İslam devletleri arasında bir İslam Birleşmiş Milletleri veya İslam Devletleri Federasyonu oluşturma çabasının gerçekleşmesini kolaylaştırma unsuru veya bu yoldaki çalışmaların bir uzantısı şeklinde değerlendirmek mümkündür.

Bu dönemde takip edilmeye çalışılan İslam Ülkeleri Birliği yahut Federasyonu siyasetinin kabul edilen gayesi, Avrupa ordularının istilası altında bulunan tüm İslam ülkeleri topraklarını ve halklarını bu durumdan bir an evvel kurtarmak ve tam bir bağımsızlığa kavuşmalarını garanti altına almak, hilafeti her İslam ülkesinin bağımsızlığının kabul edilen garantörü haline getirmek ve yine hilafeti aralarında dinî olduğu kadar dünyevî birliğin de esası kılmaktan ibaretti.

Yine bu dönemde böyle bir politikanın izlenmesine çalışılmakla özellikle Avrupa Devletleri’ne karşı askerî ve siyasî açıdan aleyhte olan mevcut durumdan kurtulmak ve dünya siyasetinde bir denge unsuru meydana getirme hedefi güdülmüştü. Ayrıca Mustafa Kemal’in İslam Birliği planını gerçekleştirmeye çalışmak suretiyle takip ettiği bu siyasî organizasyon, bir taraftan Halife’nin dünyevî gücünün zayıflamasının doğurduğu memnuniyetsizliği kademe kademe gidermeye çalışmak, diğer taraftan ise kendi siyasî durumunu, istikbale matuf olarak, garanti altına almaya yönelik olarak gözükmektedir. Böyle bir politikanın takibi neticesinde Batılı güçlerin hilafetten kaynaklanan sebepler dolayısıyla, İslam ülkelerinde meydana gelecek olan bağımsızlık hareketleri nedeniyle Türkiye’yi suçlamaya hakları da olmayacaktı. Bu konuda herhangi bir şikâyet söz konusu olduğu takdirde Türk Hükûmeti, Müslüman ülkelerin halifelerinin etrafında toplanarak bir birlik oluşturmalarının gayet tabiî olduğunu, fakat Türk Hükümeti’nin başka bir devletin iç işlerine kesinlikle karışmadığını ve hiç bir şekilde toprak elde etme niyetinin de bulunmadığını rahatlıkla söyleyebilecekti.

Bu dönemde Türkiye ile İslam ülkeleri arasında imzalanmış olan ittifak anlaşmaları ile Batı emperyalizmine ve yayılmacı siyasetine karşı dayanışma sağlanmış, bu vesile ile de İslam ülkelerinin içinde bulunduğu duruma bir an evvel son verilmek istenmişti.

İslam ülkeleri arasındaki işbirliği ve bu ülkelerin birliğini gerçekleştirme yolunda yapılan girişimler, neticeye ulaşılıp ulaşılamaması bir tarafa, emperyalist devletlerin istilasından kurtulma ve bağımsızlıklarına kavuşma mücadelesinde gerek Türkiye ve gerekse diğer İslam ülkeleri için hiç şüphesiz ki büyük faydalar sağlamıştı.

Diğer Yazıları