Kürt halkı için bundan daha iyisini kim yapabilmiştir?

Veda Kılıç

Veda Kılıç

Mevlana Hakimuddin İdris-i Bitlisi, 1452-1457 arasında Diyarbakır ya da Bitlis’te dünyaya gelir.  Babası, Akkoyunlu Devletinde, Sultan Uzun Hasan’ın kâtipliğini yapan, Mutasavvıf âlim, Hüsameddin-i Bitlisi’dir.

Hem başkent Diyarbakır’da hem de sonraları merkez olan Tebriz ve entelektüel atmosfere sahip Şiraz’da kaliteli bir eğitim almış; babasından sonra, Sultan Yakup’un özel kâtibi olarak görevlendirilmiştir.

Nitekim  “Risale-i Hazzaniye” isimli eseri, Sultan Yakup’a eşlik ettiği Azerbaycan gezisinden sonra kaleme alınır.

Daha sonra tahta geçen Rüstem Elvend Bey zamanında da ”nişancılık ve divan kâtipliği vazifesinde bulunduğu; Akkoyunlu Devleti Safevilerce ortadan kaldırıldıktan sonra yirmi yıllık vazife bitimiyle, kutsal topraklara göçtüğü kaydedilmiştir.

Oradan, Osmanlı Padişahı 2. Beyazıt’ın daveti ile İstanbul’a gelir ve Osmanlı maiyetine girer(1503-1504).

Hükümdar buyruğu ile kaleme aldığı “Heşt Behişt” adlı kitap, sekiz cilt, sekiz bin beyitten oluşan eşsiz bir eserken hanedan tarihine dair ilk kaynak olmakla da müstesnadır.

Bitlisi’nin 2. Beyazıt’tın oğlu, Yavuz Sultan Selim’e biat ettiği dönemde, Safevi Hükümdarı Şah İsmail Kuzey Kürdistan’da Erciş ve Ahlat’ı zapt etmiş; Elbistan’ı Harput’u ele geçirmiş. Diyarbakır’ı bağlayıp Bağdat’a yürümüştür.

Safevi’nin atadığı yetkililer, Diyarbakır, Mardin, Cizre ve Musul’da egemenlik kurarken bölge derin bir tahribata uğratılır.

Yıkımlar karşısında çaresiz kalan on bir Kürt beyi, Şah İsmail’in bulunduğu Hoy şehrine gidip kendisi ile görüşme talebinde bulunur. Orada karşılaşılan muamele -bir kaçı dışında- tüm Mirlerin aşağılanarak hapsedilmesi olur. Yerlerine de valiler atanır.

Bu istila ile Şii-Safevi Devletinin batı sınırı, Osmanlı Topraklarına bitişmiş ve geneli Sünni olan Kürt halkı şiddetle baskılanmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in sözünü düşürmediği devlet adamı İdris-i Bitlisi’nin mevcut durumu gerek Osmanlı, gerekse Kürt ve Ermeni halk lehinde çözmek üzere harekete geçmesi bu olgularla bağlantılıdır.

İdris-i Bitlisi bir yanda Yavuz Han’ın, doldurması için yazısız, mühürlü ferman verecek kadar güvendiği Kazaskeridir. Diğer yanda Kürt beylerince sayılan, emniyetli bir isimdir.

Mevlana Hakimuddin İdris, duruma müdahale için Bitlis’e gittiğinde, her biri kendi topraklarının hükümdarı olan Kürt beylerini toplar. Onlarla uzun soluklu diplomatik görüşmelerde bulunur. Serazat Beylerle yapılan çetin münakaşalardan, Osmanlı-Kürt ittifakı ile çıkmayı başarır.

Sonraki adım (1514), Safevi kuvvetleri ve Kürt askeri ile destekli Osmanlı ordusu arasında yapılan çaldıran muharebesidir. Bu savaşta Şah İsmail yenilip işgal ettiği topraklardan uzaklaştırılır.

Ardından, 25 kadar Mir ve Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim arasında, Amasya Antlaşması mühürlenir.

Buna göre “Kürt Beylikleri kendi içinde bağımsız, dışarıda Osmanlı Devleti’ne bağlı olacaklardır.”

Bağlaşmayla, Osmanlı doğu sınırına dayanan Safevi tehlikesi bertaraf edilirken, “Kürt beyleri toprak ve statülerine kavuşur.”

İdris-i Bitlisi’nin toparlayıcı stratejisi sayesinde, irili ufaklı beyliklerce yönetilen Kürt halkı, Safevi ve Osmanlı devlerinin arasına sıkışmaktan kurtulmuş; Osmanlı Devi, Doğu sınırlarının emniyeti ile batıya yoğunlaşma kolaylığı yakalamıştır.

Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe’ye hâkim olan İdris-i Bitlisi, tıp, hayvan bilimi, felsefe, kelam, siyaset, tasavvuf, ahlak, tarih, dini ilimler, gibi konularda yirmiden fazla eser bırakarak 1520 yılında İstanbul’da vefat eder…(Allah (cc) Rahmet buyursun.).

Mevlana Hakimuddin İdris’in ardından söylenmese olmaz şeylerden biri, bugün ülkeyi zora sokan kimliksel sorun çözümüne, Bitlisi’yi anlamakla devam etme zorunluluğumuzdur.

Geldiğimiz nokta itibarı ile medeniyet birikimimizin tek parçasını göz ardı etme lüksüne sahip değiliz.

Eğer o büyük insanın Osmanlı maiyetinde yaptığı değerli hizmetler ve eserleriyle bıraktığı birikim, etnik kimliğine yönelik aşağılama refleksi ile görmezden geliniyor; sesi bu sebeple duyulmuyorsa tavır milli tefekkür gelişimimiz adına çok büyük bir ayıbın ifşası ve düşmanın bize aşkın çabalarla verdiremeyeceği, istemli bir kayıp anlamına gelir!

Bir büyük ayıp da alimin medfun bulunduğu “Bitlis Köşkü Tepesi”nin bugün Piere Loti ismi ile anılmasıdır ki uygulama, yer-gök arasında setr olunmaz kusurlardandır.

Konu hakkında Halil İnalcık hoca :” Tarihimiz şuursuzca tahrip ediliyor; Tepeye Piere Loti diye çapkın bir Fransız subayın adını veriyoruz. Bu da başka bir bilinçsizlik, hafiflik.” değerlendirmesinde bulunmuş.

Son olarak, Bitlisli âlimin doğu stratejisini mezhep taassubu penceresine daraltarak görenler ve büyük dehanın ismini hıyanetle ananlara soru şu: Bugün İdris-i Bitlisi’ye “Kürt halkı için faydalı hiçbir şey yapmamış” desek, tesis ettiği antlaşmanın, 330 yıl süren bir sulh iklimi sağladığı apaçık ortadayken iddianın ne manası olur? Ayrıca,  Kürt halkı için bundan daha iyisini kim yapabilmiştir?

Not: Bu metin yazımında Şakir Epözdemir’e ait “Büyük Diplomat İdris-i Bitlisi Ve Kürt Meselesi” isimli kitaptan faydalanılmıştır.

Diğer Yazıları