Küçült...

Virüs salgınının genişliği ve derinliği kimilerine büyük cümleler kurduruyor.

“Salgından sonra dünya eskisi gibi olmayacak” diyen var.

“Yepyeni bir dünyanın eşiğindeyiz” diyen de.

Bunlar büyük laflar.

Virüs bize küçük cümleler kurmamızı hatırlatıyor, bunu bile görmüyoruz.

Başka salgınlarla karşılaştıranlar da var.

Halbuki bu salgın bir ilk.

Tarihte ilk kez, tüm dünya aynı anda panikliyor, korkuyor, sokaktan çekiliyor.

İronik olan şu, “yabancılaşma” ve “yalnızlaşma”nın zirve yaptığı dönemde, yabancılaşarak ve yalnızlaşarak hayatta kalabiliyoruz.

Hepimiz kapının dışında bizim çıkmamızı bekleyen, çıkar çıkmaz üzerimize atlayacak bir canavar varmış gibi tedirginiz.

Böylesi daha önce hiç yaşanmadı.

Daha önce, soylular ve zenginler sokaktaki insanla hiç bu kadar eşitlenmedi.

Ölüm ve endişe herkese eşit mesafede.

Ve daha önce hiç, iktidar sokağa çıkma yasağı koymaya direnirken, muhalefet “sokağa çıkmak yasaklansın” diye siyaset yapılmadı.

Hiçbir dönemde iktidar “özgür iradenizle evinizde kalın” derken, muhalefet “insanların iradesine bırakılamaz” demedi.

Ezberleri yerle bir eden corona, bağıra bağıra “Küçült!” diyor, duyan yok.

En şahane giysileri, en pahalı otomobilleri, kapısı çalınamayan konakları anlamsızlaştırıyor.

“Küçült” diyor salgın bize, “beklentilerini küçült.”

“Sağlıklı bir soluk almaya, sokağa adım atma özgürlüğüne indir hayatı.”

“Üç beş arkadaş bir araya gelmeyi, birinin omuzuna elini atmayı hayal et” diyor.

“Küçült” etrafındaki dev aynalarını.

“Asıl olan evde olmak” diyor, “evde kal”mak, “hayatta kal”makla eşitleniyor.

Devamlı okur hatırlar, aylar önce “Anneannem ne yiyorsa ondan yiyorum” yazmıştım.

Televizyonlarda sağlıklı beslenme uzmanları arttıkça kafaların karıştığının, bir yumurta yemenin bile problem haline geldiğinin altını çizmiştim.

Kendi doğrularım anneannemin yedikleriydi.

Geldiğimiz nokta: anneannem ne demişse o.

Onun gibi kalıp sabundan vazgeçmedim. Kolonya, çalıştığım her masada hep oldu.

Hamur işini almak yerine evde yaptım. Un, cin mısır, ince bulgur hiç şaşmadım.

“Küçült” diyor, virüs, “büyük dünyalar halüsinasyon, kendine dön, kendi sınırlarını yeniden öğren.”

Dinlemedikçe biz, o virüs, bu virüs ders vermeye devam edecek bize.

BOŞTA KOLTUK VAR

Dünya top yekûn krizde.

Dev ülkelerin mangalda kül bırakmayan dev liderleri evlerine kapandılar.

Dünyamız ne yapacağımızı, ne hissedeceğimizi yönlendirecek liderlerden eksik kaldı.

Dünyanın bir numaralı liderlik koltuğu boşta yani.

Bu süreçte;

Her kim ki çıkar ve küresel mesajlar verir, itidal önerir, sağduyu telkin eder,

Her kim ki “Korkmayın bu sorunu da çözeriz, yeter ki birbirimize güvenelim” mesajları verir, duyargalar o kişiye yönelir.

VİRÜSÜN EN BÜYÜK KAYNAĞI MEDYA.

Sayısız “uzman” görünümlü konukla, kafaları karıştırmaya, korkutmaya devam ediyor.

Köpürtücü iştahla anlatan anlatana.

Ölüm sayılarını, maç skoru heyecanıyla sunan sunana.

İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) olarak medyanın uyması gereken ilkeleri paylaştık.

RTÜK, bu ilkelerden yola çıkarak uyarı metni yayınladı.

En son, MHP Genel Başkanı Bahçeli çıktı, taşı gediğine koydu:

“Virüs nedir bilmeyen sabitleşmiş sabit yorumcular ekranlarda bilirkişilik taslamaktadır. Deprem olur bunlar çıkar, sel olur bunlar konuşur, salgın olur bunlar dile gelir. (…) Susulacak yerde konuşmak ahmaklıktır.”

Benim üzerine ekleyeceğim bir cümlem yoktur. Nokta.

TAHTA ÇANAKLAR

Herkes “tahta çanaklar” öyküsünü bilir.

Evin yaşlı dedesi tabağı kırar. Oğlu ve gelini, ona tahta çanakta, masadan uzakta yemek vermeye başlarlar.

Bunu gören küçük torun, tahtadan tabak oymaya kalkar.

Anne ve babası ne yaptığını sorunca da “Tahta çanak yapıyorum, siz yaşlanınca yemeğinizi onunla vereceğim” der.

Anne ve baba yanlışlarını anlar, dededen özür diler.

Evden çıkma yasağı getirilen yaşlıları yine gözden uzak tutarak sorunları çözmüş mü olduk?

Halbuki bir krizde herkesten beş kat fazla korkan onlardır.

Sadece kendileri için değil, çocukları için, torunları için de korkarlar.

Yalnızlıktan, açlıktan en çok onlar korkarlar.

Ziraat’inden İş Bankası’na tüm bankaların “yaşlılara hizmetmiş gibi” yaptıkları, cepten bankacılık, mobil bankacılık, internet şubesi çözüm önerilerine ne demeli?

Bankalar yöneticileri hadi diyelim topluma yabancılar da kendi ailelerine de mi yabancılar?

65 yaş üstü olup da telefonu bile kullanamayan, gözleri görmeyen, elleri titreyen, okuma yazma bilmeyen onca yaşlı varken neyin hizmeti bu?

Bir “miş gibi” yapmayın, bir gerçekçi olun ya!

O KADININ KANI ÇARPSIN SENİ EDEPSİZ!

Bir kadın öldürülmüş yine sokakta, kanlar içinde yatıyor. Eski kocası katili.

Kadının başından akan kan sokaklara sızıyor.

Densizin, terbiyesizin biri de “İstanbul Sözleşmesi feshedilsin, küçük yaşta çocukların evlendirilmesine izin verilsin” diye kampanya yapıyor, mail atıyor.

Seni utanmaz, seni arlanmaz, seni edepsiz!

SIKILMA LÜKSÜMÜZ YOK

Evde sıkılmayı başaranlar ya salgının geçmesini beklemeye takmışlardır, ya da kendilerine odaklanmış olanlardır.

Beklemek, süre uzadıkça ve beklenen gelmedikçe can sıkar.

Beklemeyin. “An”a odaklanın.

Bir daha asla gelmeyecek bu günlerin değerini bilin.

Kendilerine odaklananlar ise kendilerine söyledikleri yalanlarla karşılaşıyor bu ıssızlıkta.

“Ah bir zaman bulsam kitap okurdum” yalanı gibi. Okusana, yok.

O arkadaşlara kendilerinden kaçmak için önerilerim var;

İşsiz kalıp eve götürecek ekmek bulamayanları düşünün, çok var.

Evdeki çocuk sayısıyla teknolojik araç sayısı denk gelmeyen aileler var.

Tek odalı evlerde hep bir arada kalmak zorunda olanlar var.

Hasta, yaşlı, yalnız, yatalak olanlar var ve onlar da virüsle mücadele ediyor, onları düşünün.

Belki o zaman utanırsınız sıkılmaktan.

ADI BENDE SAKLI

Çok önemli bir isme (adı bende saklı),

bir televizyon kanalı yöneticisi (adı bende saklı),

corona tedbir spotlarında oynayan dizi oyuncusu (adı bende saklı) için

“Başka kanalın dizisinde oynayan birinin spotunu yayınlayamayız” demiş.

Bunu duyunca ben ne dedim?

“O tv yöneticisine virüs testi şarttır, zira ateşten ne dediğini bilmiyor. Dizi mi kaldı, aktör mü kaldı, neyin kafası?”

MERAK EDİYORUM

Ticaret Bakanlığı neden fiyat yükselten fırsatçı firmaları afişe etmiyor?

Medya, ekmek arası ıspanak veren işvereni duyurdu diye kovulan işçiyi haber yapıyor da kovan firmanın ismini neden vermiyor?

Geçiş garantili yol ve köprüler için salgın süresinde meydana gelen zararı devlet mi üstlenecek, müteahit mi?

Diyanet İşleri Başkanı kadar süreci berbat yöneten bir bürokrat daha var mıdır?

Corona uyarı spotlarında dizi oyuncusu oynatarak inandırıcı olacağını sananlar, izleyicinin zekâ yaşını kaç zannediyor olabilirler?

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan gibi güvenilirlik katsayısı yüksek iki isim neden spotlarda yer almıyor?

Kriz öyle büyük ve derin ki, “sağlık bilim kurulu”nun yanında “tarım bilim kurulu”, “eğitim bilim kurulu” da kurulsa iyi olmaz mı?

Corona virüsten ölenleri ayrı mezarlara defnetmenin mantığı var mı? Ölüleri ölülerden mi koruyorlar? Virüs ölüden başkasına nasıl sıçrar?

İkea, “Eviniz istediğinizde çalışma odası, istediğinizde tiyatro salonu” reklamını tam da evler okul, ofis, spor salonu olmuşken neden yayınlamaz?

“Birbirinden ayrı ama hep birlikte” sloganını neden seviyorum?

EV KADINLARINI ANLADIM
Annem “Yoruldum çocuğum” dediğinde anlamakta zorlanırdım. Evde nasıl yorulurdu insan?

Meğer yorulurmuş.

Ne temizlik bitiyor, ne dağınıklık ne de çamaşır.

Çalışıyor olsam “sonra yaparım” diye kurtarıyordum.

Üstelik ben tek başımayım.

Çoluk çocuklu ev kadınlarına derhal en üst baremden maaş ödenmeli.

AKLIMDA KALAN

23 Nisan’ın 100 Yılı: 23 Nisan’a 23 gün kala başka şeyler hayal ediyordum.
Sokaklarında insanların festival gibi kutlamalar yaptığı bir Türkiye hayalimdi.
Şimdi ise, geçtim 100 Yılı, 101.yıla çıkalım yeter diyor çoğumuz. Çıkalım da,
belki 101 yıl kutlamalarında çıkartırız acımızı. @23nisanin100u #23nisanin100ü

Diğer Yazıları