Kötü ve daha kötü arasında kalmak

Geçen hafta.

ABD’de, iki başkan adayı televizyonda tartıştı.

Dünya çalkalanıyor, sokaklarda şiddet akıyor.

Sağlık sorunları zirvede.

“Aç insan” sayısı hızla artıyor. Ekonomiler çöküşte.

Başkan adaylarının tartışma içeriği hakaret ve geyik muhabbetiydi.

“Palyaço”, “fino köpeği” hakaretleri havada uçtu.

İyi de neden?

Çünkü getirebilecekleri bir çözüm yok.

O nedenle tüm siyaset dünyası “post-truth” ifadelere sığınıyor.

Gerçekler için yapabileceğin bir şey yoksa, kendi hakikatini üret.

Başkan adaylarının en dikkat çeken sözleri “maske” üzerineydi.

Biden’ın maskesine laf edip, cebinden kendi maskesini çıkararak şov yapan Trump, Covid-19’dan hastaneye kaldırıldı!

Ya tarihin cilvesi ya da bizim bilmediğimiz işler dönüyor.

Bundan 10-15 yıl önce bir başkan adayı elini cebine attı mı, sorunlara çözümler getiren programlar çıkardı.

Soruyorlar şimdi: Bu covid virüsü Trump’a seçimi kazandırır mı, kaybettirir mi?

Sanki yanıtın bir önemi var.

Koyun ikisini de yan yana. Kendi ülkeleri ya da yerküre için sağlıklı, barışçıl, adil bir çözüm önerileri var mı? Yok.

Dişe dokunur, bulunulan durumdan bir gıdım iyi olunacak bir öneri? Yok.

Bu TV şovundan iki ders çıkarmak gerekiyor;

Biri, adamım Bauman’ın “Siyaset Arayışı”nda, altını çize çize yazdığı bilgi:

Yeni zamanlarda seçimler, “iyi” ile “kötü” arasında yapılmaz.

“Kötü ile daha kötü arasında yapılır.”

Eskiden “Bunu seçiyorum çünkü iyi olduğuna inanıyorum” düşüncesiyle yapılan seçimler, şimdi “Bunu seçiyorum çünkü kötünün iyisi” olarak yapılıyor.

İkincisi, Trump ve Biden’ın ABD seçimlerinden tam bir ay önce karşı karşıya gelmiş olmaları.

Kararsızlardan oy kapmak için seçim haftasını beklemiyorlar.

Bizde ise siyasal kampanyacılar, en büyük kozları son haftaya bırakırlar.

Son hafta, seçmenin kararsız kısmı küçük dilim haline gelmiştir. Oradan alınacak oy kurtarmaz.

Yeni duruma göre yenilenmekte aciz kalan iletişim piyasamız için bu bilgi işe yarar.

Siz boş verin Trump’ı ve Biden’ı da kendi seçimlerinize odaklanın.

Eğer kötü ile daha kötü arasında bir seçim yapmaya zorlanıyorsanız, seçmeyin. Dünyanın sonu gelmez.

Ben öyle yapıyorum.

Bunu istediğim için mi seçiyorum, mecbur olduğum için mi?

Mecbursam yapmıyorum.

 

BUDUR

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Ermenistan’ın işgalinden kurtulmak için “30 yıl daha bekleyecek vaktimiz yok” dedi ya.

Sabır kalmamışlık, kararlılık, inandırıcılık daha iyi ifade edilemez dedim.

 

YÜZDE BİN KATILIYORUM

Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Erhan Afyoncu’nun yüz yüze eğitim konusunda söylediklerine katılıyorum;

“Dünyanın birçok ülkesinde okullar açıkken Türkiye'de okulların sadece 1. sınıfa eğitim vermesi hiçbir şekilde izah edilemez” demesine,

“Maalesef Milli Eğitim Bakanlığı iyi bir planlama yapamadığı için okulların açılması konusunda geç kalmıştır” demesine,

“Plajlar açık, oteller açık, dershane ve etüt merkezleri açık, lokantalar açık, kahvehaneler açık, fabrikalar açık, düğün salonları açık, AVM'ler açık, pazarlar açık, halı sahalar açık, okullar kapalı” demesine,

“Virüsten dolayı ağır hastalık geçirme ihtimalleri olan yaş grupları her yere gidebilirken, virüsten grip kadar bile etkilenmeyen çocuk ve gençlerimiz ise okula gidemiyorlar, başka yerlere ise rahatlıkla gidebiliyorlar. Bu durumun mantığını anlamak mümkün değil” demesine,
“En büyük hatamız her şeye bütüncül yaklaşmak. Türkiye'nin tamamında okulları kapatmak yerine vaka sayısı artan ilçelerde, semtlerde, mahallelerde ve okullarda eğitim, riskli durum sona erene kadar durdurulabilir” demesine,

“Okula gidememenin fiziksel, psikolojik ve pedagojik zararları yıllar sonra ortaya çıkacak ve telafi edilemeyecektir” demesine,

“Fakir ile zengin çocuklar arasındaki uçurum, eğitim alanında daha da derinleşecektir” demesine,

Ama en çok da “Üniversitelerde de ilk başta 1. sınıflarla eğitime başlamak doğru olacaktır“ demesine yüzde bin katılıyorum.

 

ÇOK GÜLDÜM

Bir, Ermenistan Başbakanı Paşinyan Alman basınına "Avrupa jeopolitik durumu iyi değerlendirip bu duruma el koymazsa, Türkleri Viyana kapılarında görür" demiş.

Avrupa’ya korku salıp destek dilenmeyi anladık da, sözleri az biraz zekâ içerse iyiydi. Daha dolarla baş edemedik, ne Viyana’sı?

Katıla katıla güldüm. 

İki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, Fatih portresinin ziyarete açılması töreninde “soru var mı” dediğinde, hiç soru gelmemesindeki tuhaflığa fena güldüm.

Üç, pandemi sürecimizin Don Kişot’u Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ın, bir soytarılaşan doktorlara, bir Canan Karatay’a laf yetiştirmekten helak olmasına baktıkça gülmeden edemiyorum.

Dört, Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Öztürk, "Ben vaka sayısı ve hasta sayısı ifadesinin eş anlamlı kullanıldığını sanıyordum. Meğer başka anlamla kullanılıyormuş" demiş ya, yüz kaslarım ağrıyıncaya kadar güldüm.

Bu temel bilgiden, o bilginin en tepesindeki kurulun üyesinin haberi nasıl olmaz?

Beş, kurumlara girerken ateş ölçülmesinin tedbir sayılmasına her defasında katıla katıla gülüyorum.

Altı, tarihin en büyük soytarılarından biri dediğim Elon Musk’ın, son projelerinin ilgi görmeyip zarara uğramasına, ben diyordum da kimse inanmıyor diye hayli güldüm.

Yedi, Caner Cindoruk isimli dizi oyuncusunun, yeni dizisiyle ilgili Hakan Gence ile konuşmasını izledim.

Kağıttan okumadan neredeyse hiç cümle kuramayacak kadar kendini abartması beni güldürdü.

Sekiz, oyuncu Nesrin Cavadzade, bazı erkeklerin kendisine çıplak fotoğraf göndererek tacizde bulunması hakkında, "Hiçbirini silmiyorum, onlarla sergi açacağım. Kimliklerini de açıkça göstereceğim" demesindeki zekâya keyifle güldüm.

Dokuz, TRT’nin yeni dizisi “Büyük Selçuklu”nun fragmanında “Melikşah” olarak Buğra Gülsoy’u her görüşümde gülmekten katılıyorum.

Romantizmin jönü, tarihin önemli kahramanlarından birine soyunmuş iyi mi? Onu bu role uygun gören yapımcı kafasını çok merak ediyorum.

On, hem Galatasaray’ın teknik direktörü Terim’in, hem de Beşiktaş Teknik Direktörü Sergen’in mağlubiyet sonrası, yönetimleri ve transfer anlayışlarını suçlamasına “pes” diyerek gülmekten öldüm.

 

NEDEN “ÖLDÜ” DEMİYORUZ?

Uluslararası yatırımcılar Derneği (YASED) tarafından verilen vefat ilanında “aramızdan ayrıldı” ifadesini görünce düşünmeden edemedim.

Biri ölünce arkasından “öldü” demekten kaçınıyoruz.

Ben annem için “gitti” diyorum mesela.

En itici bulduğum ifadelerden biri “ışığa yürüdü” denmesi. “Nerden biliyorsun” diyesim geliyor.

“Öldü” demenin soğukluğundan olabilir ama bence, aklın ölüm karşısında yenilgiyi reddetmesinden.

Çünkü, akıl her şeyle baş edebiliyor ölüm dışında. Çünkü ölüm geldiğinde akıl orada olmuyor.

 

AKLIMDA KALAN

Eşle barışma iletişimi olarak çocuk dövmek: Dört çocuğuna şiddet uygulayan baba, görüntüleri de sosyal medyadan paylaşmış. Bildiğiniz şuursuz yani. Gerekçesini de “eşiyle barışmak için” olarak belirtmiş. Çocuklar, anne ve babalarının ne çok faturasını ödüyor. Cahilliğin, sevgisizliğin, işsizliğin, parasızlığın, bilinçsizliğin, hoyratlığın, bencilliğin bedelini hep çocuklar ödüyor. Sonra da hiç sıkılmadan onlardan şikâyet ediyoruz. Olmaz. Ben çocuk konusunda, kuzey ülkelerindeki gibi düşünüyorum. Çocuk anne ve babadan önce toplumun güvencesindedir. Toplum da devletin. İyi bakılmayan her çocuk devlet tarafından emanete alınmalıdır.

Diğer Yazıları