Kendimi çok zavallı hissediyorum

Gerçekten.

Her yazı yazmaya oturduğumda, keyifli bir konu için uğraş veriyorum.

Büyük bir aşk hikâyesi olsun yazayım, diyorum. Taze, çıtır çıtır… Yok.

Şahane bir sanat olayı olsun yazayım, yok.

Müthiş bir buluşumuz olsun, Silikon vadisi falan kapımıza dayansın, o da yok.

Dönüp dolaşıp, 30 Ağustos resepsiyonunda kim kime, nasıl bakmış ona kalıyorum.

O da yetmiyor, yediği her lokmayı, aldığı her nefesi, oturduğu her koltuğu Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu inkâr eden, anneannemin ifadesiyle hepsi burnundan gelesice Diyanet İşleri Başkanına maruz kalıyorum.

Ben güzel, iç acıcı konu ararken dürtüyor biri, “Davutoğlu’nun iletişim sorunlarını yazmıyorsun ama..”

“Ne yazacağım” diyorum, “fikrim baştan belli, hoca takımından siyasetçi olmaz.”

Kuşları, ağaçları yazayım diyorum, sararmış yaprak düşüveriyor ağaç altındaki masama, sonbahar…

Dünyanın bir yerlerine huzur, sükûnet gelmiştir, bulup yazayım diyorum, telefonum çalıyor, gazeteci arkadaş “Gördün mü, Suriyeliler sınırımıza dayandı, dayanmakla kalmadı, askerimize saldırdı” diyor, telefonu yüzüne kapatıyorum.

İnanın çok çaba harcıyorum yüzlerinize gülümseme koyacak yazı için, yok, bulamıyorum.

Kendimi fena zavallı hissettiriyor bu yazı işleri…

BENDEN SÖYLEMESİ

AK Parti, teşkilatın yenilenmesi için yoğun çaba sarf ediyor.

Yenilenmenin Partiyi eski günlere taşıyacağına inanılıyor.

Her türlü çaba, şu üç şeye bakmadıkça nafiledir;

Bir, merkezden başlayarak teşkilâtın müteahhitlerle ilişkilerinin gözden geçirilmesi,

İki, çevre politikalarında, sermayeden yana değil doğa ve çevreden yana tavır konması,

Üç, Cumhuriyetin soyut /somut tüm mirasına azami özen gösterilmesi.

İşte buraya yazıyorum, bu üçünü önceliğe koymazsanız isterseniz teşkilâtı baştan sona değiştirin sonuç alamazsınız.

Politik evren değişti.

Hadi bana randevu almadınız, yok mu bu mesajımı en yukarıya götürecek bir babayiğit?

DEMEK İSTİYORUM

AK Parti’den ayrılan isimler uzun zamandır zaten dışlanmışlardı.

Kalanlar arasında hakkaniyetli bir görev dağılımı yapılması, işin, bilgisi yeni ve doğru olana verilmesi koşuluyla yoklukları sorun olmaz demek istiyorum.

Türk lirasına sahip Türkiye ile rubleye sahip Rusya, uçak alım satımlarını Amerikan doları üzerinden konuşuyorlar ya, pes demek istiyorum.

Trabzon’da camiye astığı Mustafa Kemal resmi için “indir onu” diyen, “İndirmem o bizim kurtarıcımız” cevabını alınca da, Ali Sait Yılmaz’a “terbiyesiz” diyen müftülük görevlisine “Asıl terbiyesiz sensin” demek istiyorum.

Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, önce Turizm Bakanlığının iletişim becerilerine el atsın demek istiyorum.

Emine Bulut’un öldürülmesinden sonra onca protestoya rağmen, kadınlar öldürülmeye devam ediyor diye şaşıranlara, medyatik protestoların içi boştur, katiller gazete okumaz, haber izlemez demek istiyorum.

Denizli Güzelpınar, Muğla Milas Çamköy ve daha başka yerlerde köylüler “taş ocağı istemiyoruz” diye isyanlardalar.

Toprağın altı için, üstünü gözden çıkaranlara “katliamdan sorumlu caniler” demek istiyorum.

Jack Ma ve Elon Musk’ın “yapay zekâ işsizliği artıracak” açıklamalarından sonra bizimkilere, “Siz halâ işsizlikle mücadelenin yeni iş sahaları açmaktan geçtiğine mi inanıyorsunuz?” demek istiyorum.

YAŞAMIYORSUN DA ÖLMÜYORSUN DA

Kız kardeşi öldürülen abla, Emine Bulut katliamına medyanın gösterdiği ilgi üzerine isyan etmiş, “Kadın cinayetleriyle ilgilenilmesi için illa vahşet videosu mu olmalı?”

Vaktiyle. ABD’de bir vali de şöyle demişti: “Televizyonda görünmüyorsan yaşamıyorsun demektir.”

Demek ki, medyada yoksan yaşamıyorsun da, ölmüyorsun da.

FAZIL SAY “23 NİSAN ŞARKISI” BESTELEMELİ

Klasik müzikte zirvedesiniz.

En ağır klasik müzik eserlerini, su içer gibi çalıyorsunuz.

En şahane besteleri yüzünüzü rüzgâra verir gibi yapabiliyorsunuz.

Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Mustafa Kemal’e tüm benliğinizle bağlısınız.

Kurtuluş Savaşı Destanı’nı bestelediniz.

Cumhurbaşkanı istedi, 29 Ekim için senfonisi yazdınız.

Neden 23 Nisan’ın 100. Yılı için de bir beste yapmıyorsunuz?

Belki gelecekte doğacak bebeğinize hediye olsun diye bir çocuk şarkısı...

Dilimize pelesenk olsa.

Çocuklarımız “erik dalı” gibi yaşlarından büyük şarkılarda dans etmek zorunda kalmasa.

Yolda, okulda, işte, aşık olunca, coşku duyunca mırıldansak.

Biliyorum zora alışan kolayı, kolayı yapan zoru yapamaz.

Ama siz Fazıl Say, yüreğinizdeki ülke ve Mustafa Kemal sevgisiyle bize bir 23 Nisan’ın 100’ü şarkısı hediye edebilirsiniz..

Ne dersiniz?

EMPATİ

Konya’da bir anne zihinsel ve bedensel engelli kızını eve hapsedip gitmiş.

Polis de gelmiş kurtarmış. Kıyamet kopuyor. Anneye “insafsız” diyen var, “vicdansız” diyen var.

Hadi o meşhur empatinizi kullanın. O annenin yerinde siz olun.

Çocuğunuzu bırakacak bir yeriniz, taşıyacak gücünüz, gelip ona bakacak birisi yoksa ne yaparsınız?

Eve kilitleyip gidersiniz.

Diyeceğim o ki, kıyametinizi anneye değil, engelli ailelerinin imdadına yetişmeyen devlete (iktidardan muhalefete) yönlendirin derim.

KENDİMİZİ KANDIRMAYALIM

Apple, sekreter Siri’nin tıpkı Trump’ın sekreteri gibi mesajları onla bunla paylaştığı için özür dilemiş.

Google açıklama yapmış, Iphone kullanıcılarının yıllardır izlendiğini söylemiş.

Google zaten dosyalıyor.

Facebook parayla satıyor.

Teknoloji sır tutmaz. O marka, bu markayla kendimizi kandırmayalım. Okey?

GEL DE DÜŞÜNME

Önemli bir televizyon kanalının yöneticisi aradı.

Sesi fazlasıyla kızgın ve gergindi.

“Hayırdır?” dedim.

“Yaaa sorma” dedi, “İletişim fakülteleri ne kadar boş öğrenci yetiştiriyorlar?”

Sormama kalmadı, başladı anlatmaya.

“Şu ve şu üniversitenin iletişim fakültesi öğrencileri bizim haber merkezinde stajdalar, felaketler.”

İsmini verdiği üniversitelerden biri özelde, biri vakıfta göz kamaştırıyor.

Gülmeye başladım.

“Gülme” dedi kızarak, “onlardan kurtulayım diye ödev verdim yolladım.”

“Sana bizim öğrencilerimizden yolladığımda ne oldu?” dedim, “Kalmaları için iş teklif ettin.”

Onayladı.

Kızdım, “İletişim fakültesi var, iletişim fakültesi var, karıştırmayacaksın.”

“Sözünü ettiğin üniversitelerin ikisi de para şımarığı. Basıyorsun parayı alıyorsun diplomayı.”

Bizim okulumuz, İstanbul standartlarının üzerinde öğrenci yetiştirir. Onlarla baş edebilenler onlara iş verirler, baş edemeyenler de “ya sizinkiler fazla teorik” derler.

Teori yoksa, çatı küçücük bir yelde yerle bir olur. Nokta.

SÖZÜN KIYMETİNİ BİLEN YOK

Ezgi Mola, kariyerinin en parlak dönemini yaşıyor.

O da bunun farkında, tadını çıkarıyor.

Ve fakat. Çenesini tutmayı beceremezse bir iletişim kazası riski ufukta.

Zira. Muhabirlere “Kadının kadına şiddetinden nefret ediyorum” demiş.

Demek ki hanımefendinin nefret etmediği şiddet türleri de var.

AKLIMDA KALAN

1. Sevimsiz “kış başlıyor” hissi: Eylül geldi, milletin aklında Alpay’ın “Eylülde gel” şarkısı, benim aklımda Murathan Mungan’ın “Yalnız Bir Opera” şiirinin muhteşem dizeleri: “…Kış başlıyor sevgilim/ Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor/ Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan/ Oysa yapacak ne çok şey vardı/ Ve ne kadar az zaman/ Kış başlıyor sevgilim/ İyi bak kendine…”

2.23 Nisan’ın 100’ü: Yukarıda yazdım, Fazıl Say’dan bir 23 Nisan şarkısı ne güzel olurdu 100.yılda. “Sevinin çocuklar, övünün büyükler 23 Nisan mutlu olsun. Çok büyük bayram bu bayram herkese kutlu olsun” dışında aklımızda kalan şarkı yok. Ben festival coşkusuyla kutlama için geriye saymaya devam ediyorum: Kaldı 240 gün.

Diğer Yazıları