Kayıtsızlık Günahımız, Dursun Odabaş

Veda Kılıç

Veda Kılıç

Yolcu minibüsünde oturmuş “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi’ne” ulaşmayı bekliyorum. Ön koltukta bulunan iki delikanlı etrafa aldırmayan bir ses tonu ile sohbet ediyor. Konuşma arasında “Hastanenin adına bak! Niye Dursun Odabaş koymuşlar? Sanki Van’da kimse kalmamıştı da Allah’ın ... adını koyuyorlar!…” diyor ve ortam, benim de kendimi içinde bulduğum bir laf gerilimi ile değişiveriyor!

Hakaret edilen kişinin yaşadığı talihsiz olaylar kalbime daima üzüntü vermiştir. Fakat artık geride kalmış olsa da, etkisini üzerimden atamadığım münakaşa itkisi ile konu hakkında başa döndüm.

Bu nedenle herkesin kendi vicdanı mesabesinde değerlendireceği hikâyesini aktarmak istiyorum.

Bundan yıllar evvel Van faili meçhul cinayet, ev baskınları, terör ve kaos içinde yanarken (1990) bir “adam” (Prof. Dr. Dursun Odabaş) çıkageldi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kurmakla görevlendirilmiş kişi.

O dönemde Van’da Devlet Hastanesi, Sigorta Hastanesi ve Doğumevi vardı. Hastaneye rahatsızlık için gitmek, aynı gün özel muayenehaneye randevu alma zorunluluğu demekti. Bilgisizliğe parasızlık da eklendiğinde insaniyet köşeye öylesine sıkışırdı ki… Aktarılmaz!

 Bu yüzden yerel lügatte hastalık, perişanlıktı.

Zamanın Vanlısı askerden ödü patlayan, doktordan korkan, hemşireye değmeyendi.

Böyle bir zihne hitap edecek doktorumuzun ilk işi, Tıp Fakültesi’ne tahsis edilmiş öğretmenevinden metruk binaya, oturacak sandalye almak olmuştu. İkincisi, oluşturduğu ekiple yıl boyu hasta muayene edip, aldıkları ücretle ekipman dizmek!

Evimize yakın cadde üzerindeki binayı evvela şantiyeye, iki yıl içinde de tam teşekküllü bir hastaneye dönüştürdü.

Hastayı ötelemeden, incitmeden muamele kendisi ile gelen şeylerdendi. O güne kadar bir doktorun, profesörün, hele hele dekanın işçi, köylü gibi avamla selamlaşması, sohbet edişi de gündem olmamıştı!

Van’da yıllarca pompalanan algılar sonucu Karadeniz insanına karşı bir korku ve korunma güdüsü var edilmişti. Bu hassasiyet kaşınarak ”Adam Trabzonlu… Laz!”, ” Bunların ne yapacağı belli olmaz.”, ”Laz’lar Kürt’ lerden nefret eder; buldukları yerde boğazımızı keserler.” gibi fısıltılar yükselirken; o “adam” Ramazan akşamları, elinde sıcak yemek bir o fakirin, bir bu miskinin kapısında görülür, sıradan insanla iftar yapar; dertlerine çare arardı.

Milletin hastası, mevtası, senedi şifahanelerde rehin kalırken, bizim doktor külüstür arabasına bakmadan -dostlarıyla oluşturduğu fondan- düşkünün tedavi masrafını ödeyip herkesi şaşkına çevirirdi.

Onca seçkin personeli bir sürgün mahalli sayılan Van’da çalışmaya nasıl ikna ettiğini; değer önceleyen hizmete kanalize etmeyi nasıl başardığını hiç bilmiyorum!

Fakat birbiri ardınca gerçekleşen terör yandaşı gösterilerde çarşıda kırılmadık cam kalmazken, Araştırma Hastanesine tek taş değmediğini; halk tepkisine uğrama çekincesinden, her yerde dolaşan ambulanslara bile ilişilmediğini iyi bilirim.

Şayet her şeyin değiştiği o gün (11 Ekim 1998) “Başörtüsü Yasağını Protesto” göstericileri hastanenin önünden geçmemiş, Hoca da çıkıp onlarla 50 m kadar yürümemiş olsaydı, belki bugün Van için daha farklı gündemlerimiz olurdu!

Çünkü Odabaş’ın gösterdiği tavır önce Show TV ana haber, sonra da Hürriyet Gazetesi manşetinde gecikmeden işlenmiş; ”KARA DEKAN” yaftasıyla itibarsızlaştırma operasyonu başlayıvermişti.

Basın olay üzerinde tepinirken tüm Van halkı, kendisi ve yirmiden fazla meslektaşın elleri arkadan kelepçelenişini; adi suçlu gibi üstü açık jiplere tıkılıp derdest edilişlerini izlemek zorunda kaldı. Ardından da unvanları alındı!

Olaydan bir yıl sonra yasa değişikliği ile göreve iade olunduklarını duyduk. Fakat hoca artık Van ile ilişiğini kesip geldiği yere, Konya’ya dönmüştü.

Kanımca gidişiyle sadece yöremiz değil tüm ülke zarar gördü. Çünkü Odabaş’ın duruşu bir 20. yy sahabesinin yaşamını sergilemek bakımından rol model niteliğindeydi. Yaptıkları her gün konuşulan ve tartışılan zatın ahlakı, merhameti sayesinde, insanımızın zihnine örülmeye çabalanan duvarlar aşınmış, yanlış algılar erimeye yüz tutmuştu.

O duruşun halka tanış olması bir umuttu! Fakat kayıp gitmesini önleyemedik.

Yıllar geçti; Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yapılan  “VAN YYÜ Dursun Odabaş Tıp Merkezi’nin” kurdelesini kestiler.

Sn. Erdoğan sayesinde taş olması gereken yere bir nebze oturdu. Ancak 2014 yılında Rahmetli Hasan Karakaya’nın yazılarında Sn. Odabaş‘ın “Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yöneticiliği” görevinden alındığını okumuş ve bir kez daha incinmiştim.

Hasan Karakaya “Konya’da Neler Oluyor?” isimli yazısında hocanın, (Sağlık sistemindeki değişikliklerle ilgili olacak.) “Sistem aksıyor, hastaneler tıkanabilir” dediği için görevden alındığını aktarmıştı.

Bu bir sebep miydi?

Dursun Odabaş eleştiri yaptığı için mi cezalandırılmıştı!

Tamam da malum olunduğu üzere eleştiri, eleme işini bilenin/konu hakkında uzman olanın yapabileceği bir iştir. Sn. Odabaş ülkenin en zor yeri olan Doğu’da;  korkunç olaylar ortasında rüştünü ispatlamış değerlerimizdenken “ öz eleştirisi” doğruya giden yolun muhkemleşmesi açısından ihtiyaç olarak görülemez miydi?

O müstesna bilim insanının, rehberliğinden faydalanılması elzem zamanda kapasitesine uygun görülmüş “çocuk acil servis sorumluluğu” işini tevazu ile yaptığından; şu an yaş haddi emekliliği yaşarken de imara devam ettiğinden eminim. Fakat bir gün kendisi ile rûberû tanışmak nasip olursa, elleri kelepçeli gidişine; sesinin kendinden olanca duyulamayış sıkıntısına bigâne kalmaktan dolayı, yüzüne bakabilir miyiz bilmiyorum.

Ülkeye sayısız değerli şahsiyet yetiştirmiş bir hazinenin böyle kolayca kenara itilmiş olmasını milli israf niteliğinde görüyor ve onca ilerleme hamlesine karşın bu yanlışın ruhumda yarattığı üzüntüyü dindiremiyorum.

Bu nedenle sözü sn. Alev Alatlı’nın meramımı özetleyen cümleleri ile bağlayacağım: ”Bu dünyaya dair gerçekleri organ nakleder gibi rikkat ve özenle birbirimize nakletmek, masumiyetimizin ölümcül dezavantaja dönüşmesini önlemek zorundayız. İşleyebileceğimiz en büyük günah birbirimize kayıtsız kalmamızdır.”

Selam ile…

 

 

Diğer Yazıları