Kapitalizm vicdana gelemedi maalesef

Demet Cengiz

Demet Cengiz

Efsane der ki Tanrı’ya ulaşmak isteyen insanlar, Babil Kulesi’ni inşaya başladı. Kat kat çıkarlarken, eserlerinden gurur da duyuyorlardı. Yedinci kata gelindiğinde insanın kapıldığı kibre öfkelenen Tanrı, insanları dillere böldü. Yeryüzündeki dillerin böylece ortaya çıktığına inanılır. Ve ayrılıkların başladığına…

Babil Kralı, kulenin Tanrı’ya ulaşmak için yapıldığını halkına söylememişti. Kule yükseldikçe sevince kapılan halk tek bir varsayımda bulunuyordu. Böylesine büyük bir kule ancak halka armağan etmek için yapılabilirdi, aksi halde büyük bir israftı.

Halk, kendileri için yapıldığına inandıkları Babil Kulesi’ne sevinçle akın edince, onca emekle inşa edilen kule yıkıldı.

İşte bu yüzden derler ki kafa (kral, yönetim) ve el (halk, yönetilen) arasında bir kalp olmalı. Kalp dildir, iletişimdir, vicdandır, şefkattir, sevgidir. Kalp her şeydir. Aşkın ve Tanrı’nın da evidir. Temiz tutulması gerekir.

Ben bu efsaneyi iletişim ve medya üzerine konuşmalar yaparken anlatırım hep.

***

‘Vicdanlı kapitalizm’ kavramı globalleşmenin ardından yaşamımıza girdi. Para kazanmanın yanında güven, şefkat, katılım ve değer yaratmak kavramlarına da odaklanmak gerektiği epey popüler bir söylem oldu. 2008 global ekonomik krizinden sonra ‘vicdanlı kapitalizm’ bir reçete gibi sunuldu.

Türkiye’de ise en çok Pepsico Dünya Başkanı Indra Nooyi’nin 2011’de ülkemizi ziyareti sırasında dile getirmesinin ardından konuşuldu, tartışıldı.

Dünya Bankası ve IMF’nin 2009 yılında İstanbul’da yaptıkları yıllık toplantılarında da sorumlu, bilinçli, vicdanlı kapitalizm söylemleri yükseliyordu. Konuşmaları dinledikçe, sanki toplantıların ev sahibi kapitalist sistemin iki kalesi değildi de Sosyalist Enternasyonal’di hissine kapılmıştık.

Bilgi Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada IMF’nin o dönemki başkanı Dominique Strauss-Kahn da sistemin daha adil olması gerektiğini vurgulamıştı. Konuşmasını dinlerken, “Her an sosyalist bir manifesto açıklayabilir” demiştim içimden ama o sıra herhalde konuştuklarını anlamayan bir öğrenci IMF başkanına ayakkabısını fırlatarak iç konuşmalarımı bölmüştü.

***

Kalbi olan bir kapitalizm önerisi romantik bir çıkış değildi aslında. Köhnemiş sistem global krizin ardından yoğun bakıma alınmış, milyonlarca kişi işini kaybetmiş, finans kurumlarının kasalarında duran trilyonlar havaya uçmuştu. Bir prens öpücüğüyle sistem tekrar hayata döndürülmeye çalışılıyordu.

Peki, ne yaptılar? Her ne yapıldıysa sigorta, otomotiv, finans başta şirketler için yapıldı. Borçları silindi, yeniden yapılandırıldı, teşvikler verildi, direkt yardımlar yapıldı. Peki, insanlar için ne yaptılar? HİÇBİR ŞEY!

Fransa’da neredeyse bir aydır devam eden ve Avrupa’nın farklı ülkelerine de sıçrayan ‘Sarı Yelekliler’in eylemlerini 10 yıl öncesinde yaşananları anımsamadan anlayamayız.

İngilizce’de milletvekili yerine ‘kanun yapanlar’, halk yerine de ‘vergi ödeyenler’ ifadesi kullanılır. Halk vergilerini öder ki bu devletlerin en büyük (çoğu zaman tek) gelir kaynağıdır ve kendisini temsilen parlamentoya gönderdiği vekillerin haklarını gözetmesini ister. İşte bu kadar basit bir beklenti asırlardır karşılanmaz, onun yerine sermayeyle iyi geçinilir.

2008 krizinden bu yana kemer sıkanlar hep vatandaşlar. Alım gücü gerileyen, işsiz kalan, gelecek kaygısı duyanlar, okul parası denkleştiremeyenler hep insanlar. Fransa’daki gibi geçinemeyip, ana baba evine dönenler hep insanlar.

Tabii ki krizler şirketleri de batırıyor, onlara da zarar veriyor ama gerçek faturayı her zaman insanlar ödüyor.

İflas eden şirketlerin, yaşam standardında gram değişiklik olmayan patronlarına, yüklü ikramiyelerle emekli olan CEO’larına bakınca pek bir bedel ödemiş, kaybetmiş gibi durmuyorlar. Ülkemizde alacaklarını bile tahsil edemeyen çalışanlar oldu.

Hani topyekun kalkınma? Hani eşitlik? Hani gelir dağılımında adalet?

Zenginler, yoksulların zengin olmasını istemezler. Yoksullar yoksul kalsın, kendileri de onlara ara sıra yardım ederek hayırsever olsunlar isterler.

Lafı uzatmayayım, kapitalizmin kalbi yok, vicdana filan da gelemiyor.

Korkarım bir gün Babil Kulesi gibi üzerimize yıkılacak. Ayrı dillerde can havliyle bağıracağız ve kimse birbirini anlamayacak.

NOT: Kapitalizmi eleştirdim diye soracaksınız yine, biliyorum. Hayır, komünist de değilim. Onun da insan doğasına uyduğunu düşünmüyorum. Mevcut örneklerde başarı sağlanmadığı gibi, sistemi yaşatmak uğruna komünizm de katliam yapmaktan kaçınmadı. O sistemin de başka türlü baskı ve dayatma getirmesini doğru bulmuyorum.

Diğer Yazıları