Kabullen ama teslim olma

Geçen yıl bu vakitler, 2020’ye az kala yazdığım yazıya “Sen Dilek Falan Dileme” başlığını koymuştum.

2020’de başımıza gelecekleri bilirmiş gibi.

“Bir önceki yıldan öğrendiklerini hayata geçir yeter” demişim.

Bu yıl öğrendiklerimiz ise, önceki yıldan çok daha fazla.

Onları sıralamak yerine başka bir şey diyeceğim.

Her yeni yıl arifesinde şu üç şeye inandım;

Bir, olmayacak dilekler dileyerek, “dileme” işini boşa harcadığımıza,

İki, olabilecek dilekler için yeterince çaba harcamıyor olduğumuza,

Üç, hayal peşinde koşarak, kendi gerçeklerimizden kaçıyor oluşumuza.

Kendimize odaklanmak zorundayız.

Ve maalesef, bu “kendimiz” kısmı, bize hep yanlış anlatıldı.

Kapasitemiz, sınırlarımız anlamından çıkıp “bencil” bir karakter kazandı.

Ne zaman “ben”ci olduk, “kendimiz”den vazgeçtik.

Geçenlerde bir okurum, “Çok çaresiz, çözümsüz olduğunuzda tercihen ne yapıyorsunuz?” diye sormuştu.

“Kabulleniyorum” dedim.

Sonra da ekledim:

“Çaresiz durum yoktur. (Ölümcül bir hastalıkla boğuşmuyorsan.) Sadece yanlış yere bakıyor olabilirsin.”

“Kabullenme” de yanlış anlamaya uygun bir kavram.

Çoğu insan “pes etme”, “geri çekilme”, “yenilme” olarak anlayabilir.

Halbuki kabullenmek, Muhammed Ali’nin rakibi dans ederek yormasına benzer.

Futbolda, topla kendi sahanda organize olmayı başarmak gibidir.

Savaşta geri çekilerek, düşmanı içeri çekip çevresini sarmak gibi bir taktik.

Kabullenmek, sonuçsuz yollarla emeğini heba ederek gelişine yaşamak yerine, başka bir hayat stratejisi geliştirmek anlamına gelmeli.

Durumun boşluklarına odaklanırsan çıkış yolu bulursun.

“Uğraşıyorum olmuyor” kuyusunda debelenmekten kurtulursun.

Belki de “çaresiz durum”, birilerinin dayatmasıdır.

Belki de yeterince istemediğin için çaresi de yok gibi duruyordur.

Bence sen olmayacak dileklerle, 2021’e de ağır yükler yükleme.

“Azim ve kararlılığı” yeniden tanımla.

Heves kıranlara, karşı çıkanlara, başarısız olmaya rağmen yürümeye devam etmektir, azim ve kararlılık.

Çok istediğin şeylerin bir listesini yap.

Bakalım, uğruna çabaladıkça yorulmayıp mutlu olacağın liste ne kadar uzun?

İşte o kadardır hayallerin.

Unutma, 2020’de kaybetmediğin, koruyabildiğin ne varsa senin başarındı.

 

2021’DE KENDİME VERDİĞİM ÖDEVLER

Bir, Alman aşısına yaklaşımla, Çin aşısına yaklaşım arasındaki farkın ne kadarı algıya, ne kadarı bilime dayanıyor araştıracağım.

İki, naylon poşetlerin çevreye zararlı diye yasaklanmasıyla, indirim marketlerin plastik ürün satışındaki patlama arasındaki ilişkiye odaklanacağım.

Plastik ürün satın almaya teşvikle, o ürünü koyduğun naylon poşetin yasaklanması arasındaki abzürtlüğe çok kafa takıyorum, çok.

Üç, Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu arasındaki görünmez yarışı daha yakından takip edeceğim.

Dört, ABD’nin yeni Başkanı Biden’ın genellikle iletişimcilerden ve ağırlıklı kadınlardan oluşturduğu ekibini kendisinden daha çok izleyeceğim.

Beş, yeni keşfettiğim naif, sade ama bir o kadar da iyi Hıraizerdüş mahlaslı sanatçının nasıl bu kadar gözlerden uzak kaldığını araştıracağım.

Altı, duyguların ışıkla ilişkisine odaklanacağım. Neden hep mum ışığı, ay ışığı, sokak lambası, gün ışığı, ışıklı yılbaşı süslerinden söz ederken keyiflidir ruh halimiz?

Yedi, zaten sayısını azaltmış olduğum dostlarla sohbet kuyularını daha derin kazacağım.

Sekiz, en az iki kitabı yayınevine teslim edeceğim.

Dokuz, kendi sonumuzu hatırlattıkları için hayatımızın dışına çıkardığımız yaşlı insanlarla daha çok konuşacağım.

On, daha çok “iyi ki” diyeceğim.

 

NARSİSTLER YALNIZ ÖLÜR

Ertuğrul Özkök’ün köşesinde okudum.

“Narsistik kişilik endeksi” rakamları gittikçe yükseliyormuş.

Endeksi oluşturanlar, Jean M. Twenge ve Keith Cambell. İkisi de psikolog.

Twenge’i iyi bilirim. “Ben Nesli”nin yazarı.

“Ben neslinin ben ben neslini yetiştireceğini” yazdı.

“Aşk Yüzyılı Bitti”yi yazarken hayli yararlanmıştım.

Endekse göre yıllara göre narsistik durum şöyle;

1989: 14.99

1993: 17.89

1999: 19.37

2006: 21.54

2020 verilerini bilmiyorum ama tahmin edebilirim.

Narsist kişi kendisine aşırı önem verir. İlgi görmek ister. Eleştiride dağılır. Empati yoksunudur.

Görkemli özgüvenleri, derin güvensizliklerini gizlemek içindir.

Her insan kendisini sever, narsist bunu ağır kişilik bozukluğuna taşır.

Tedavisi zor.

Narsistler neden çoğalıyor?

(A)Sosyal medya, kendimizi sevme halimizi kışkırtıyor.

Düşündüğümüz, yaptığımız, yaşadığımız her şeyin çok önemli olduğunu sanma halimiz bir tür uyuşturucu gibi zihnimize yerleşiyor.

Olmak istediğimiz kişilikler, olduğumuz kişileri öldürüyor.

G. Hinsliff, mitolojik Narcissus’a vurgu yaparak “Narsistler yalnızlıktan ölür” diyor.

Yalnızlıktan ölmek istemiyorsanız, eliniz sosyal medya için her telefona uzandığında, vazgeçip gerçek bir kişiyi arayın.

Öyle biri yok mu? Bulun o zaman. Ama asla sosyal medyadan değil, gerçek hayattan.

Gerçek yaşamın sıkıntısı, (a)sosyal medyanın keyfinden bin kat daha evladır.

 

ÇİVİSİ ÇIKIK BİR DÜNYA

İlber Hoca sunucuya “Maşallah şuna bak” dedi diye, sosyal medyanın konforlu protestocuları yaygarayı koparmış.

Hoca da açıklama yapmış: “Taciz ve kompliman arasında fark var, güzel, akıllı ve başarılıya maşallah denir. Başka ne denir ki?”

O, “sosyal medyada gürültü çok” diyor ben ise, sosyal medyanın çivisi çıkık diyorum.

Hasta ruh, herkesi de hasta sanır.

Keşke kayda değer kadın ya da erkek birilerini bulsam da ben de “maşallah şuna bak” diyebilsem, İlber Hocam benden şanslı.

 

ROBOT SEVGİLİ MESELESİ

Teknolojik yenilikler arasında robot sevgili de varmış.

Dünya gittikçe daha çekilmez bir yer oluyor.

İnsan bilinmezden kaçar ama bilinmezle de büyülenir.

Düşünsenize kendi programladığınız bir eşiniz ya da sevgiliniz var.

Ne derseniz, ne diyeceğini tahmin edebiliyorsunuz.

Ne yapacağını siz ayarladığınız için, ne yaparsa kızacak bir şey bulamayacaksınız.

Her dediğinizi onaylayacak.

Öptüğünüzde ağzınıza metal tadı gelecek.

Delirdiğinizde size bön bön bakacak.

O da yetmiyormuş gibi, arkanızdan “Senin için ne yapabilirim” diye dolanıp duracak.

Düşünmesi bile insanı hayattan soğutur ve durmadan Zuhal Olcay’ın “Yalnızlığım/
Tek bilebildiğim sen benim /

Vazgeçilmezimsin” şarkısını bağıra bağıra söyletir.

 

AKLIMDA KALAN

“Güven” altın sözcük: İnsan ilişkilerinde “güven” altın sözcüktür. Oluşması için ortaklığa, deneyime gerek vardır. Oluşması zaman alır, kaybolması bir andır. Gezici Araştırma “güvenilir isimler” araştırmasının sonuçlarını yayınlamış. Açıklamada da “sonuca açık uçlu sorularla ulaşıldığı” bilgisi var. Soru kağıdını görmedim. Ama bildiğim bizim araştırmacıların “açık uç” anlayışı, “Medyada (ya da başka alanda) en çok güvendiğiniz kişi kimdir” sorusuyla sınırlı.  Halbuki güven araştırmalarının sorusu böyle olmaz. Başka tür soru tasarımları gerekir. Uzun iş. Mevcut araştırma sonuçlarına baktığımda medyadan ve siyasetten güvenilir isimlerin neredeyse hepsi uzun yıllardır hayatımızda olanlar. Son yıllarda var olmuş kimse güvenilir bulunmamış. Düşünmek lazım.

Mutlu yıllar.

Diğer Yazıları