İzzet Çapa yılın nikahını yazdı...

İzzet Çapa

İzzet Çapa

GÜLNAZ: Toplamda altı kez evlenmeye karar verdik. Kısmet bugüneymiş!

METE: Evlenmek de önemli değil; önemli olan bir ömür sürmesi…

Dostluk hakikaten enteresan şey. Kimisini çok eski tanırsınız, tanıdığınızı sanırsınız ama aslında hiç tanımamışsınızdır.

Çünkü kapalıdır kartları, ruhunu okuyamazsınız. Bazısıyla ise maziniz pek eski değildir ama bir şekilde çok iyi tanışırsınız. Sanki hiç bilmediğiniz bir zamanda karşılaşmış, tanışmışsınızdır.

Daha önce hiç konuşmadığınız konularda benzer cümleler kurar, bin yıllık dostlarınızla anlaşamadığınız en derin meselelerde bile birkaç kelimede aynı fikrin etrafında buluşuverirsiniz. İyidirler, iyi gelirler, iyi hissettirirler…

İşte tam da bu tarife uyan biri benim için Mete. Kimi zaman sabahlara kadar sohbet edebildiğim, bazı gün karşılıklı uzun uzun susarak anlaşabildiğim bir özel adam.
Memleket denildiğinde, bayrak - ülke – vatan kelimeleri geçtiğinde gözleri dolan, Atatürk’ün adını duyduğunda tüyleri diken diken olan bir Türkiye sevdalısı. Ömrünün yarısı dağlarda, çok çetin şartlarda geçmiş ama içindeki çocuğu, o yumuşacık merhametli – şefkatli özü korumayı becermiş.

Benim de şahitlik ettiğim nikahta hayatını birleştirdiği Gülnaz da tıpkı böyle biri. İçi dışı bir; şahsına münhasır, güzeller güzeli bir modern çağ prensesi. Nasıl da yakıştılar birbirlerine, nasıl da güzel taşıyorlar sevdayı el ele, gönül gönüle…
Birlikte geçirdiğimiz şahane saatlerde, e serde kariyerden değil bariyerden gelen gazetecilik de var malum, onlarla sohbet ettim. Buyurun bunlar da aklımda kalanlar…

İzzet Çapa yılın nikahını yazdı...

İZZET: Yahu hakikaten çok merak ediyorum, bu aşk hikayesinin pimi ilk nerede çekildi.
GÜLNAZ: Ay ne aşık oldum ben bu adama… Çok peşinden koştum. Ben tanışmak istedim. Sonra tanıştık. Ama beni çok ukala bulmuş.
METE: Neden acaba! Boğaziçili olmasından olmuş olabilir mi? O ukalalık oradan geliyor olabilir mi?
GÜLNAZ: Neyse, Açıl Sezen, radyoda program yapıyordu. Ben de arada konuk olarak gidiyordum ona. Mete de orada program yapıyordu. Dedim bir gün şunla denk getirsek ne güzel olur. Açıl sağ olsun, bizi bir araya getirdi…

GÜLNAZ: Bir kaç kere buluştuk. Sonra içi ısınmış bana. Hemen yelkenleri indirmedi bana yani.
İZZET: Dikenli bir yoldu ama değil mi?
GÜLNAZ: Çok dikenli oldu evet…
METE: Diken ne kelime, mayınlı araziydi!
GÜLNAZ: Mete’nin evinin bahçesinde kocaman bir gül var. Acayip seviyorum o gülü. Ona ne zaman baksam ilişkimiz aklıma geliyor. O kadar sağlam ki…
METE: hele bir de kokusu var ki müthiş. Ve o kadar güzel de bir rengi var ki kayısı gibi, anlatamam... Bir gül kokusu insanı bayıltır mı? Ben ilk kez gördüm böyle bir şey. Nefis bir koku, kendini alamıyorsun ve sarhoş gibi geziyorsun…
İZZET: Ben muhtemelen o gülü suladım. Çünkü sevgili Mete beni bir gün eve yemeğe davet etti. O hazırlık yaparken, işin yok mu senin boş durma deyip hortumu elime verdi, bahçeyi sulattı bana…
METE: Bahçe senin geldiğin gibi değil artık. Daha da güzelleşti. Her şey oturdu. O yüzden artık daha da mutluyuz.
İZZET: Mayında kalmıştık…
METE: Bir kere aşka gurur olmayacağını anladım. En başta onu söyleyeyim.
İZZET: Aşk gururu kesip atıyor mu?
METE: Kesinlikle..
GÜLNAZ: Benim gece yarısı sinirim, sigortam atıp Mete’nin kapısına dayanmışlığım var ya… Onun da kapıyı açmamışlığı var hani. Hem de bir kere değil, birkaç kere yaşandı bu olay. Anlayacağın kös kös eve geri döndürdü beni.
METE: Ama bundan sonra dışarda kalacak olan benim. Evlendikten sonra dışarı atılan hep erkek olur çünkü.
GÜLNAZ: Bu arada ilişkinin ne kadar zor olduğunu şöyle anlatayım. Zona çıkardım.
METE: Kesinlikle kabul etmiyorum. Ta çocukluğundan olan bir şey, benle ilgisi hiç yok. Güneşe çıktığında da artıyor…
İZZET: Güneşle zonanın hiçbir ilgisi yok benim bildiğim. Sinirle, stresle alakalı.
METE: Hayır var. Annesi eczacı onun, babası doktor.
GÜLNAZ: Ve seni bozmayacak kadar da çok kibarlar…
METE: Şöyle dedi annesi; ‘Ben kızımı bilirim, zonasıyla doğmuştur o!’
İZZET: İmam nikahı yapacak mısınız?
GÜLNAZ: Ben istiyorum.
METE: Tabii ki, benim adetlerimde de vardır. Hiçbir şekilde atlanmayacak bir konu. Döner dönmez yaptıracağız.
İZZET: Peki Mete ekrana çıktığında nikah yüzüğünü takacak mısın?
METE: Ben hep takıyorum. Ailesinden istediğimden beri hep parmağımdadır.
İZZET: Neden yurt dışında evlenmek istediniz?
METE: Hızlı olsun diye öncelikle…Gülnaz’ın kafasında hep bir yurt dışı vardı. Onun evlilik rüyası buydu. Onun rüyasını yaşıyoruz. İkimizin de ikinci evliliği. Bu kez farklı olsun istedik...
İZZET: Gülnaz sen ne iş yapıyorsun?
GÜLNAZ: Ben iletişim danışmanıyım.
İZZET: Devam edecek misin evlendikten sonra?
GÜLNAZ: Evet, tabii ki.
METE: Ben ona bir danışmanlık verdim. Benimle iletişecek sürekli. Çünkü benle geçinebilirse herkesle iletişebilir.
GÜLNAZ: Biraz gerçeklerden bahsedelim. Biz aslında iki sene önce evleniyorduk. Yüzüklerimizi aldık, senin eve geldik. Yedik, içtik ama ertesi gün ayrıldık. Sonra barıştık tabii ve dedik ki ‘ayıp oldu İzzetlere, bir dahakine birlikte kutlayalım.’ Ama çok üzülmüştük o dönem ayrıldık diye. İki yıl sonra yollarımız yine kesişti…
İZZET: Olan hayradır diyelim; zaten öyle de olmuş işte.
METE: Ben hep şunu söylerim. İnsanların birbirini sevmesi bazen yetmiyor, birbirinin üzerindeki kıvrımları törpülemesi için de bir süre gerekli. Bu bazen kişinin törpüsünün kalınlığına göre değişiyor. Bazen de ortam ve şartlar değiştiriyor. Her şeyin hayırlısı...
GÜLNAZ: Toplamda altı kez evlenmeye karar verdik. Kısmet bugüneymiş.
METE: Hayat sadece ikimiz üzerine kurulu değil çünkü. O kadar çok hayatımıza dışardan müdahale var ki… O yüzden bugüne gelmek önemli. Evlenmek de önemli değil; önemli olan bir ömür sürmesi…

Kendimi bıraksam bu iki güzel yürekli insandan aldığım pozitif enerjiyle sayfalarca yazacağım; biliyorum. İyi insanların varlığı, bunca kirlenmişliğe rağmen iyiliğe inanların olması içimi ferahlatıyor. Bu yaştan sonra ancak onların yanında, onlarla birlikteyken iyi hissediyorum. Bu nefis tabloya bakarak güzel günlere dair yeni, ümitvar şeyler hayal edebiliyorum.
Yanlarındayken sakladığım gözyaşlarım, şimdi odama çekilip size bu satırları yazarken klavyenin üzerine damlıyor. Mutluluktan ağlamayalı çok olmuştu, Mete – Gülnaz bir ömür mutlu olun e mi, güzelliğiniz baksanıza kalbinin coğrafyasını çoktan unutmuş bu ihtiyarın bile gözlerini yaşartıyor…
Mamafih söylemezsem çatlarım; bütün bu güzel ve duygu dolu anların yaşandığı Paris Konsolosluğumuz’da bizi nasıl ağırladılar?
Üzgünüm; yazılabilecek tek bir iyi cümlem bile yok. Bir buçuk saat boyunca bir bardak suyu, kendi vatandaşlarından esirgediler. En son nikahı kıymaya gelen Konsolos Hanım’a ‘Yahu şeker ilacımı içeceğim, ne olur bir bardak su’ dediğimde; yanında çalışan görevliye ‘Sekiz bardak musluk getirin’ diyerek emir verdi. En komiği de köşe başında çay içen bir başka görevliye, ‘Bir bardak çay verin’ dedi. Ancak aynı görevli bana ‘Kusura bakmayın çay bize kadar. Personelin dışında kimseye veremeyiz’ diye hafif yollu çıkışınca benim beynimdeki bütün sigortalar attı. Bundan sonrasını kim bilir belki bir gün Mete’nin kaleminden okursunuz…

Diğer Yazıları