İyilik tuzakları

Demet Cengiz

Demet Cengiz

Sözcükler sihirlidir. Tüm yaşamımız boyunca sözcükleri kullanarak büyü yaparız. Hem kendi sözlerimiz hem de başkalarının bize söyledikleri… Özellikle çocuklukta duyduğumuz sözlerle bilinçaltımızda kodlamalar yapar, kaderimizi yazarız. Sürekli talihsiz olduğunu söyleyen bir kişinin şansı hiçbir zaman dönmeyecektir. Bu yüzden küçük çocuklara bulduğum her fırsatta büyü yaparım. Onlara güzel, akıllı ve iyi oluklarını söylerim.

Bana da, herkese olduğu gibi, büyüler yapıldı. Küçükken hep zeki olduğumu duydum ancak bu, yaşamımda gayet aptalca hatalar yapmama engel olmadı. İyi ve merhametli olduğumu da çok duydum ve buna inandım. Bu inanç, hem seçim yaparken iyi olana gitmeye zorladı beni hem de ‘iyilik’ adına tuzaklara düşürdü.

Çok şahsi bir anlatım olacak bu ancak aldığım yaşam dersini paylaşmalıyım. Çünkü her ne kadar ‘güçlü’ ve başkalarının ne dediğini umursamayan insanlar olduğumuzu düşünsek de sık sık tuzaklara düşüyoruz. Bir sözcüğün büyüsüyle kendimize zarar veriyoruz.

***

İyilik tuzakları

Kasım ayının başında bir arkadaşım aracı oldu ve 5 aylık bir kediyi evime aldım. Adını Kahve koydum. Hayvanları çok sevmeme rağmen ilk kez biriyle yaşamımı paylaşacaktım. Ve kedimle ilgili tek bir isteğim vardı: ‘iyi huylu’ olması. Ne cinsi, ne rengi hiçbir şey umurumda değildi. Ve isteğimin tam olarak zıddını yarattım.

Kahve çok enerjik ve hareketli bir kediydi. Hem çok sevecen bir yanı vardı hem de şiddetli boğuşma arzusu. Isırmadan edemezdi. Bedenim ısırık izleriyle doldu. Yemek yaparken mutfakta ayağıma yapışan Kahve’yi oradan oraya sürüklerdim çünkü onu durdurmanın imkânı olmadığını kabul etmiş, pes etmiştim. Eve gelip giden misafirleri de ısırıyordu.

İnsanlar gibi onların da farklı karakterleri var. Bu karakter, onu çok sevmeme rağmen bana uygun değildi. Belki de ben acemi bir kedi annesiydim, çok daha usta biri ona söz geçirebilirdi. Bir canın tüm yaşam sorumluluğunu almak hiç kolay değil ama çok sevince o dört ayaklıların kölesi olmak bile çok güzel. Fakat iyi niyetle başladığım bu kedi anneliği beni üzen ve yıpratan bir duruma dönüştü. Hayır, Kahve yüzünden değil, insanlar yüzünden.

***

Üst üste bana “Çok kötüsün” ve “Ne kadar zalimsin” diyenler oldu. Çünkü ben Kahve’yi yatak odasına almıyor, onunla uyumuyordum. Çünkü tek tip bir kedi sahipliği modeli ve ‘iyi insan olma’ kriteri vardı ve ben o modele uymuyor, o kriterleri dolduramıyordum. Çünkü herkes kedisiyle, köpeğiyle uyumak zorundadır! İşte bu hâlden anlamayan kritikler nedeniyle bir bakıyorsun, belki de insanlara hiç anlatmaman gereken, “Benim uykum çok hafif. Ben uyurken çok dönüyorum” gibi gereksiz ve mahrem detayları paylaşıyorsun.

Kahve’nin mama ve su kabını banyoya koymuştum çünkü gaddar bir insanım ben. Evimde başka herhangi bir yeri yemek alanı ilan etmediğim için bencildim. Empati yoksunu yargılar nedeniyle “Giriş ve banyo dışındaki tüm zemin ahşap. Kahve sürekli suyu deviriyor. Ayrıca ev yerden ısıtmalı. Kahve’nin içme suyu ve maması ısınıyor, eve kötü koku yayılıyor. Zeminin sıcak olmadığı tek yer banyo” diyerek evimdeki fiziki koşulları anlatmak zorunda kaldım.

Kahve’nin yaladığı suyu içmediğim, sütü mayalayıp yoğurt yapmadığım için yeterince sevgi dolu değildim.

Kahve’nin eşyaları kırıp dökmesine kızdığım için ‘kalpsiz’dim.

Üzerine kahve dökülüp kullanılamaz hale gelen yeni koltukları, tırmıklanan deri karyola çerçevesini kafaya taktığım için de ‘kötü’ biriydim. Kedinin evime verdiği binlerce liralık zararı normal karşılayamayan eşya düşkünü bir materyalisttim.

Dört veteriner değiştirmemize rağmen, her birinin “Kediniz biraz agresif, vahşi, zor” demesine rağmen sorun bendeydi. Ben kötüydüm, ben yetersizdim.

Beni strese sokan iyiliğimde ısrar ederken, hastalandım ve bir türlü iyileşemedim. Zatürrenin eşiğinden döndüm ve kedi tüyüne alerjim olduğu ortaya çıktı. Ve benim “Bana göre değilmiş. Beni aşar. Bu bana fazlaymış” diyerek yapamadığım vazgeçişi, bir şekilde hayat dayattı. Kahve’ye yeni bir yuva bulduk. Başta çok sorun çıkardı ama 9 kedili yeni yuvasına alıştı. Şimdi bahçeli o koca evde koşturuyor, diğer kedilerle boğuşup, onları ısırıyor; herkes halinden memnun. Benim evim küçüktü, mutfak açıktı ve zavallı kediciğin enerjisini atabileceği yer ve bir oyun arkadaşı yoktu.

***

İyilik tuzakları - Resim : 2

Ben ‘iyilik tuzağı’na düşüp kötü bir insan olmadığımı kanıtlamak uğruna aylarca bu zorluğa katlandım. Evde 40 derece ateşle yatarken kalkıp kendime bir bardak su alamadım ama Kahve’nin mamasını, suyunu verdim; tuvalet kabını biraz aksatarak da olsa temizledim.

‘Kötü’, ‘zalim’, ‘gaddar’ kelimeleri beni büyüleyip, kapana çekmişti. Çünkü bunlardan hiçbiri değildim, olmak istemiyordum ve bu konuda kendime güvenim de tamdı ama insanlar öylesine kolay parmaklarını sallayıp, öylesine kolay o zehirli sözcükleri söylüyorlar ki… Tuzağa düşmemek kaçınılmaz!

Başka bir grup insanın da sürekli Kahve’yi eleştirip, “Bu kedi vahşi. Bu ev kedisi değil. Bağlanmadan kurtul ondan” dediğini de söylemek zorundayım.

Ah herkes kendi işine baksa ya!

Birkaç yıl önce bebeğini uyutamayan bir annenin Facebook’ta ironi içeren ‘uyumayan bebek’ paylaşımını görmüştüm. Ve başka bir annenin “Uyumayan çocuk yoktur, çocuğunu uyutamayan anne vardır” yorumunu görünce bu tepeden bakan, eleştiren, haksızlık eden, çaktırmadan kendini yücelten tavra şaşırmıştım. Bir insan nasıl bu kadar kırıcı olabilir? Nasıl bu kadar empatiden yoksun olabilirdi. Bebeği uyumayan anne, o çılgın ve kırılgan lohusa döneminde, her şeyi doğru ve elinden gelenin en iyisini yaptığını ispatlamak için çırpınıyordu.

Hem de insanları en zayıf oldukları yerden vuruyorlar. Bir kadını ‘anneliği’ üzerinden eleştirmek, bence en büyük kötülüklerden bir tanesi. Bu tür kritikleri yapanların adil olmak gibi bir dertleri yok çünkü gerçekten seni anlamaya asla çalışmıyorlar. Mesela o çocuk neden uyumuyormuş bir sor, öyle değil mi?

***

‘İyiliğimiz’ başkalarının standartlarını karşılamıyorsa iyi değiliz. Onların çizdiği kalıplara, şablonlara girmek zorundayız.

İnsanlara kendini kötü/suçlu/yetersiz/değersiz hissettirmek… Buna en azından hakkınız yok. Zaten gerçek bir ‘iyi niyet’ hiçbir insana kendini kötü/suçlu/yetersiz/değersiz hissettirmez.

‘İyi niyet’ teşvik eder, cesaretlendirir, destek olur, arka çıkar, yardım eder, yol gösterir, arıyorsan yön verir; bık bık tepeden yargılayıp durmaz.

İyilik tuzağına düşmenin en kötü yanı kendin için ‘en iyisini’ seçemez hale gelmek. Başkalarını memnun etmek uğruna kendini zora sokmak ve belki de kendine haksızlık etmek. ‘İyilik kapanında’ olmanın belirtilerinden biri kendi önceliğini unutmak… Kendi işlerinizi, arzularınızı geri plana itiyor, başkalarına ve onların işlerine koşturuyorsanız muhtemelen iyilik tuzağına düşmüşsünüzdür.

Victor Hugo’nun “İyi olmak kolay, zor olan adil olabilmek” sözüne sık sık değinirim. İnsan kendine de adil olmalı. Mesele ‘iyi olmak’ uğruna kendini feda etmek değil, gerçekten kendin olabilmek. Yaşamın bir sınavı da bu: Kendine ihanet etmemek!

***

İyiliğin bir maske olmasına, her iyide bir kötü her kötüde bir iyi (yingyang) olmasına, kimi kötülüklerin iyiliğe kimi iyiliklerin de kötülüğe hizmet etmesine de değinmek istiyordum ama çok uzadı. Artık başka bir yazıda…

Diğer Yazıları