İlahi! Şahidiz Hamid’in kulluğuna. Sana kul oluşunun zalime gam olduğuna!

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Batı basınının öncelikle Batı kamuoyunda, genel olarak ise bütün toplumlar nezdinde Abdülhamid’in şahsı ve idaresine yönelik menfi surette imaj oluşturma siyaseti onun sadece iktidarda bulunduğu yahut hayatta olduğu zaman dilimi ile sınırlı kalamamış, bilakis tahttan indirilmesi ve sürgün yıllarını da kapsar bir surette, vefatı ve sonrası dönemler için de geçerli olmuştur.

Örneğin 10 Şubat 1918’de vefatı üzerine Batı basınının sayfalarında daha bir yoğunluk ve üslup olarak da daha bir taşkınlıkla şahsı ve idaresi lanetlenip gündem konusu kılınmıştır. 33 yıllık saltanatı süresince işlemiş olduğu iddia edilen bütün olumsuzluklar Batı basını tarafından birer birer sayılıp sıralanmış, kendisine karşı duyulan tarihi, dini, siyasi, idari husumet ve yergi ölçüsüz bir hadsizlik içerisinde ifade edilmiştir.

 

Abdülhamid 1918 Şubatında vefat ettiğinde Spectator’da çıkan bir yazıda:

Abdülhamid, Nisan 1909'da Jön Türkler tarafından tahttan indirilip esarete gönderildiğinde, kırk iki yıldan fazla bir süre saltanat sürmüştü. Tahttan indirilmesine üzülen hiç kimse yoktu

diye belirtilmiştir.

Oysaki Spectator’un gerek Abdülhamid’in saltanat süresine dair vermiş olduğu bilgi gerekse vefatı sonrasında arkadan ağlayanının olmadığı şeklindeki değerlendirmesi bütünüyle hakikat dışıydı. 

 

Abdülhamid’in ölüm haberini 11 Şubat 1918’de okuyucularına duyuran Santa Fe New Mexican gazetesi  ise onu, tırnak içinde, Melun Abdül (Abdul Damned) şeklinde zikretmiş, adını dahi aşağılayıcı bir surette yad etmiş ve kendisini lanetli biri olarak takdim etme tercihinde bulunmuştur. Akabinde ise Kader Yerini Buldu, Sabık Sultan Öldü diye ilave etmeyi de ihmal etmemiştir.

 

The Manchester Guardian gazetesi ise Abdülhamid’in vefatının hemen akabinde, 12 Şubat 1918 tarihli sayısında, bugün de Türkiye’de bazı kesimlerin onu anarken dillendirmekten geri kalmadıkları bir dizi olumsuz sıfata içerisinde yer verilen, uzunca bir yazıda Abdülhamid’in ne denli kötü biri olduğunu şu şekilde ifade etmiştir:

Uzun yıllardır sadece lanet biri olarak varlığını sürdüren, onca kişinin katili, günümüz Alman-Türk yönetiminin daha da korkunç suretteki katliamlarına varıncaya kadar eşi benzeri görülmeyen katliamların sahibi, ancak ismi neredeyse unutulmuş bulunan rezil biri, tabii bir surette vefat etti.

Esasen, onca yaptıklarına rağmen, şiddete müracaat ederek kendisine el sürmenin ve içine sinmiş bulunan korkunun kimse için herhangi bir değeri kalmamıştı. Zir tüm saltanatı günlerinin hiçbir işe yaramadığı ve bilakis rezil surette olduğu muhakkaktı.

Tarih onu yalnızca insanlığa karşı işlediği aşikar günahları ve Batılı anlamda ilerlemeye karşı çıkışıyla yargılamayacak; fakat aynı zamanda, idare ettiği imparatorluğun çıkarlarını içinde daimi bir surette duyduğu ölüm korkusuna feda eden kusurlu beyni ile de hatırlayacak.

Günlerini harcama yapmadan, sadece servet biriktirmekle geçiren bir cimriydi o. Saltanatı günlerinde mülkünün muhafazası yönünde kaygı içinde olması gerekirken o sadece kişisel güvenliğinin esiri haline gelmiş biriydi. Kürtler ve Arnavutlar, güvenliğini sağlar görünseler de esasen onu yönetmekteydiler. Devletin kaynakları kurmuş olduğu hafiye teşkilatı elemanlarına harcandı. Donanmasının kazanlarını pas tutmaktan yahut diplerini kabuklu deniz hayvanlarının sarıp kuşatmasından kurtarabilecek kadar hiçbir vakit parası olmadığı halde, Yıldız'ı koruyan lejyonların sadakatini her zaman satın alacak parası oldu.

Eşkıyalar taşrada ayaklanırken, Ramazan ayında camiye giderken kendisini öldürmek için kullanılabilecek bir bombaya dönüşmesin diye, emrindeki hafiye teşkilatı kimyager dükkânlarındaki potasyum kloratı mühürlemek için haftalar harcardı. Adalet zayıflamış ve yollar harabeye dönmüşken, imparatorluğunda tek bir hizmet etkindi: Sağlık Teşkilatı.

Abdülhamid, vebadan en az bir suikastçıdan korktuğu kadar korkardı. Saltanatını, bir başkasının hakkını gasp ederek tahta çıkmasından sonra peşini bırakmayan kâbuslarla mücadele ederek geçirdi. Esasen onun hayatı korkunun uzun bir esaretiydi. Söz konusu korku; zarif bir gencin cazibesini öldüren, dar ama aktif bir zekânın yargısını karartan bir korkuydu. Sir Walter Raleigh'in Lancaster hanedanı hakkında yazdığı gibi, başkalarının kanını düşük bir fiyata satmış olan krallar, esasen düşmanlarının aynı fiyata kendi kanlarını satın almaları için pazar oluştururlar.

Abdülhamid’i vefatı sonrasında Spectator gazetesi de sayfalarında olumsuz bir surette haber konusu eden bir diğer basın unsuru olmuştur.

Gazete ilgili yazıda onun kendi zenginliği için tüm gücü kendi elinde topladığından söz etmiş, Hıristiyanlara karşı Müslüman fanatizmini kışkırtarak Türkiye'yi mahvettiğini dile getirmiş, Büyük Güçlerin kıskançlıklarını ustaca kullanarak bir nesil boyunca Avrupa'nın müdahalesini engellediğini belirtmiş, fakat Balkan devletlerinin kendisine karşı birleşip Makedonya'daki Osmanlı idaresine son vereceklerini öngöremediğini, gerçi öngörmüş olsaydı dahi sürdürmekte olduğu tutumunun muhtemelen onu Balkan devletlerine karşı savaşa girmekten alıkoyacağını belirtmiştir. Yazıda ayrıca; Abdülhamid’in sözüne hiç kimsenin güvenmediği, onun kurnaz ve baştan savıcı bir Osmanlı türü olarak hatırlanacağı da ilave edilmiştir. Yıldız Sarayı’nda yaşadığı inziva hayatında İkinci Philip gibi aralıksız bir surette çalışmış olsa da Escudo'daki havasız hücresinde mesai yapan Philip gibi Abdülhamid'in de tüm çabasına rağmen sonuç itibarıyla ortaya koyabileceği hiçbir şeyin olmadığı iddia edilmiştir.

 

The Sun gazetesi Abdülhamid’in vefat sonrasında ondan bahsederken bir dizi menfi suretteki lakabını zikretmenin yanında daha ilginç bir hususa da değinmiş, Abdülhamid adının Batı’da çocukları korkutmak için zikredildiğine de yer vermiştir.

26 Ocak 1918 tarihli New York Tribune gazetesi Abdülhamid ile ilgili yaptığı bir değerlendirmede, daha ilk cümlesinde ondan; Osmanlı padişahlarının en kötüsü olmak, gibi bir ifade ile söz e başlamış ve:

Osmanlı padişahlarının en kötüsü olmak, günümüzde Hohenzollern Krallarının en kötüsü olmak gibi, kuşkusuz bir tür ayrımdı

demekten çekinmemiştir.

Gazete Abdülhamid’i kendi kendine yetersiz biri olarak nitelemiş ve siyaseten kendisine dayanak yaptığı dönemin Alman İmparatoru Wilhelm’e de asabiyet göstermiş ve netice itibarıyla modern Avrupa'nın en kötü surette tanıyıp bildiğini iddia ettiği Abdülhamid’in karakter ve kariyerini Hohenzollern'li Wilhelm’in sefahatinin gölgesinde düşünüp değerlendirmek gerektiğini belirtmiştir.

New York Tribune gazetesine göre Abdülhamid o kadar kötü, o kadar melonkolik biriydi ki onu kötülüğün ve ıstırabın baş yapımcısı olan on dokuzuncu yüzyılın, o muazzam çağın yaratıcılarından biri saymak, en azından kendisini söz konusu yaratıcılardan geri kalmayan biri olarak değerlendirmek gerekmekteydi. 

Diğer bir ifade ile Abdülhamid; Louvain Katili'nin o vahamet derecesindeki derin rezilliğinin gerisinde gölgede kalmaya mahkum biri olarak gözükse de onu, Lincoln ve Gambetta ile birlikte On Dokuzuncu Yüzyılın Yapımcıları arasına görüp saymak tabii bir haldi. Dolayısıyla Abdülhamid gibi bir varlığın mevcudiyetinden ötürü Antik çağlardan özür dilenilmeliydi.

Nerolar, Hirodesler, Caligulas ve Tiberiuslar, bunlar Abdülhamid ve emsali zamane tiranlarıyla karşılaştırıldığında farz edildiği kadar kötü sayılmazlardı. Onlar ilkeldi, şeytanlıkta acemiydi, iki bin yıl öncesine göre yeterince kötülerdi, ancak on dokuzuncu yüzyılın son on yıllarında ve yirminci yüzyılın ilk on yıllarında doruğa ulaşan kümülatif adaletsizlikten oldukça yoksunlardı.

Mazide kalmış bu canavarlara cinayetlerinin korkunç boyutlarını tam anlamı ile takdir etmek mümkün değilse de, tekraren belirtmek gerekmekteydi ki, Abdülhamid tüm Osmanlı padişahlarının en kötüsüydü; o, o derece telafi edilemez derecede kötüydü ki, dostu Alman Kayzeri tarafından onun ermine amade kılınan Alman İmparatorluğu'nun devasa örgütlenme gücü bile onu kurtarmaya kâfi değildi. Zira Abdülhamid insan biçimli bir iblisten ibaretti.

 

Bu minvaldeki yaklaşımında esasen New York Tribune gazetesi yalnız değildi. The Times gazetesi de Abdülhamid’i vefatı sonrası, 12 Şubat 1918 sayılı nüshasında, onun siyasi ve idari uygulamalarına dair yer vermiş olduğu bir değerlendirme yazısında kendisini bahis konusu etmiş ve:

O, Avrupa'nın en dikkat çeken ve bazı bakımlardan en uğursuz figürlerinden biriydi

diye belirtmiştir.

The Times  gazetesi ayrıca ondan:

Elleri hem büyük hem de küçük suçlarla lekelenmişti.

Abdülhamid, modern zamanların en cani hükümdarı ilan edilebilirdi, ama bu utanç verici unvan bile şimdi, aklının daha da kararsız olduğuna inanılan bir başkasına geçti

diye belirtmiştir.

Esasen Batı basınının genel olarak Osmanlı padişahlarına, özel olarak ise Abdülhamid’e karşı sergilediği yaklaşım, temel unsurları itibarıyla, bütünüyle aynıydı. The Times’ın yukarıdaki ifadesini, yine yukarıda zikredildiği şekliyle, 26 Ocak 1918 tarihli New York Tribune gazetesi daha değişik bir üslupla, fakat aynı muhteva ile ifade etmiş, Osmanlı padişahlarının hepsini, istisnasız bir surette, kötü olarak nitelemiş ve nihayet Abdülhamid’i ise en kötüsü olarak değerlendirmiştir.

 

Hamilton Evening Journal gazetesi 10 Mayıs 1930 tarihli nüshasında Abdülhamid’i okuyucularına örneğin şu vasıflarla takdim etmiştir:

Lanetli Abdül, Kızıl Sultan Abdülhamid, Osmanlı tahtını otuz üç yıl boyunca fırtınalı bir surette işgal etti. Tarih, onun saltanatını medeniyetin gelişmesinde bir leke olarak kaydetti. Öz ağabeyi V. Murad’ı tahttan indiren ve ömür boyu bir tımarhanede kalmasını sağlamış olan Abdülhamid, tüm dünyada Türkiye'nin şahit olduğu en haşin ve müstebit hükümdarlardan biri olarak tanındı. Çağdaşları ondan modern zamanların en uğursuz figürü olarak bahsetmişlerdir. Entrika, kan ve zevk tutkusu, Nero ya da eski zamanların herhangi bir tiranının kendisi ile yarışamayacağı bir derecede yüksekti. Muhammed’in dininin yüce temsilcisi olması ayrıcalığı ile güvende olmuştur. O, hemen her sadist fantezinin içinde oldu. Doğal surette sahip olduğu muazzam derecedeki kurnazlık ve becerikliliği nedeni ile eylemlerinin sonuçlarından övgüyle bahsetti ve kendini yüce biri olarak gördü. Avrupalı ​​devletlerini kendisinin işlerine karışmak için bahane bulmaktan mahrum etmek ve zaten muhteşem olan servetini artırmak için Ermeni ulusunu fiilen yok etti. Alicenap bir merhamet göstergesi olarak icrasını irade ettiği iradesini iptal etmeden önce üç milyon kişi katledildi.

Batı nazarında Abdülhamid mutlak surette kötü olan biriydi. Ne kadar iyilik yapsa da, ne kadar güzel şeylere imza atsa da kendisi ile ilgili olumsuz algının değiştirilmesine imkân ve ihtimal yoktu. Yaptığı iyilik ve güzellikler görülüp takdir edilmek yerine bilakis kendisi aleyhinde kullanıldı. Onun tahta çıkış ve doğum yıldönümleri vesilesi ile halkına karşı yapmış olduğu güzellikler yahut mahkum olup hapishanede bulunanları affetmesi dahi Batı tarafından olumsuz bir icraat olarak değerlendirildi.

Bu anlamda Rolfe Reveille gazetesi 19 Haziran 1903 tarihli sayısında Abdülhamid’in bir kısım mahkumun hürriyetlerine kavuşturulması kararını:

Abdülhamid, çeşitli cezaevlerinden 1.400 Bulgar'ı serbest bırakacak. Abdülhamid dünyanın başına bela olmadıkça asla mutlu olamaz

şeklinde haberleştirmişti.

 

İşin vahim tarafı ise Batı’nın belli bir amaçla hedef tahtası haline getirmiş olduğu ve dolayısıyla yukarıdaki şekli ile anıp tanıttığı Abdülhamid’i bizim yerli yarı aydınların gerçek sanarak aynıyla takip etmeleri ve söylenenleri olduğu gibi ezberleyip bir asırdır gece gündüz papağan gibi tekrarlamakta olmalarıdır.

 

Oysaki ne güzel demiş şair :

 

Afakında salalar titredi payitahtın

Dediler… Göçen Abdülhamid Han’dır…

Gülistanım feryad ile yasında artık

Bildim ki yetim kalan cümle vatandır.

 

Zaman içre zaman olsaydı hayatın

Yine feda-yı can ederdin uğrunda vatanın.

Safa verdin, safa götür sultanına, sultanım

Duydum ki yetim kalan cümle İslam’dır.

 

İlahi! Şahidiz Hamid’in kulluğuna

Sana kul oluşunun zalime gam olduğuna!

Lütfet! Yüreğinde yanan aşk hatırına

Bizden ayırdın, amma kavuşsun gülistanına.

 

Binlerce rahmet ola.

Diğer Yazıları