Hint Müslümanlarının Mustafa Kemal sevgisinin sırrı!

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Hint Müslümanları Osmanlı Devleti’ne ve Anadolu Türküne, özellikle Milli Mücadele döneminde mücadelenin önderlerine büyük bir ilgi göstermiş ve itibar etmişlerdi.

Bu durumun sırrı nedir diye sorulabilir.

Bu sorunun cevabı Hint Delegasyonu Lideri Muhammed Ali ile İngiltere Başbakanı Lloyd George arasında geçen bir diyalogda çok açık bir surette verilmiştir. O diyalogda Muhammed Ali bu hususun sırrını Lloyd George’a şöyle ifade etmiştir:

“Bizim buraya gelmemizi gerektiren Hilafet ile ilgili bazı dini yükümlülüklerimiz olduğu gibi, Türklere ve Araplara da yakınlaşmamızı gerektiren, eşit derecede bağlayıcı başka dini yükümlülüklerimiz bulunmaktadır. ‘Bütün Müslümanlar kardeştir, kardeşleriniz arasında barışı sağlayın’ ifadesi ise Kur’an’ın emridir. Buraya barış ve uzlaşma çıkarları doğrultusunda geldik ve aynı amaçla Araplara ve Türklere gitmeyi de ön görmekteyiz.”

Muhammed Ali’nin ifadesinde de yer aldığı üzere Hindistan Müslümanlarının Mustafa Kemal’e yakınlık duymalarının nedenini aynı dine ve inanca sahip olmaları ve kendilerini dini yönden Türkiye’ye bağlı hissetmeleri oluşturmaktaydı. Bu nedenledir ki Ekim 1923’te, Hint İslam Âlimleri Cemiyeti yapmış olduğu bir toplantı neticesinde Hindistan Şeriat Emîri’nin Halife Abdülmecid tarafından seçilmesi talebini Türk Dışişleri Bakanlığı’na iletme gereği hissetmiştir.

1922 yılı Temmuzunda o tarihlerde Hindistan’a bağlı olan Karaçi’de toplanan Hint Müslümanları, İslam adına savaşan Mustafa Kemal Paşa’ya “Seyfü’l-İslam” yani “İslam’ın Kılıcı” ve “Mücâhid-i Hilafet” yani “Hilafet Savaşçısı” unvanlarının verilmesini uygun görmüşlerdi. Gerçi Mustafa Kemal için yapılan bu tanımlamalar o tarihlerde sadece Hint coğrafyasıyla sınırlı kalmamış, Ortadoğu’da Suriyelilerce de aynı yönde bir tanımlamaya muhatap kılınmıştı. Zira Mustafa Kemal Anadolu’da sadece düşman kuvvetlerini mağlup etmemişti; muhakkak ki o, kazandığı zaferlerle aynı zamanda, Müslümanların İslam adına gurur duymalarını da sağlamıştı.

O günlerde Hindistan’da bulunan Zeki Velidi Toğan, Hint Müslümanları arasındaki Mustafa Kemal sevgisini;

“Bombay’da bir camiye girmiştim. Duvarda ‘Zinde bad Mustafa Kemal’ diye yazılmış bir levha asılmış olduğunu gördüm. Yani ‘Yaşasın Mustafa Kemal’ deniyordu… Hindistan Müslümanları Mustafa Kemal Paşayı kendi milli kahramanları sayıyor ve seviyordu” diye belirtmişti.

İşgalci Batılı emperyalistlere karşı kazandığı başarılar nedeniyledir ki Mustafa Kemal tüm İslam coğrafyasında bir “İslam Kahramanı” haline gelmişti. Camileri dolduran Hintli Müslümanlar onun başarısının devamı için samimiyetle dua ederken, diğer taraftan onula ilgili icat edilen efsaneler, işgal edilen ve ezilen bütün İslam topraklarında, dillerde her daim devam etmekteydi.

İslam toplumları Mustafa Kemal Paşanın İslam adına savaştığına öylesine yürekten inanmışlardı ki, Hz. Muhammed’in Mustafa Kemal’e yardım ettiği söylemi, asılsız bir rüyanın rivayet edilmiş bir hali olmakla birlikte, sanki gerçekmiş gibi, etkili bir üslupla anlatılıp efsaneleştirilmişti.

“Güya” Milli Mücadele’nin sürdüğü yıllarda Anadolu’da bulunan Libya’daki Senusiyye tarikatı lideri Şeyh Ahmet es-Senusi rüyasında peygamberimiz Hz. Muhammed’i görmüştü. Koşup derhal elini öpmek istemişti. Hz. Muhammed ona sol elini uzatınca bu duruma şaşıran ve de üzülen Şeyh Senusi;

“Ya Rasullullah, niçin bana sağ elinizi uzatmadınız”diye sormuştu.

Hz. Muhammed de kendisine;

“Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım” diye mukabele etmişti.

Tabii ki böyle bir şey, rüyada dahi, hiç, ama hiçbir surette ve hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Fakat böyle “Güya”lı hikâyeler, Mustafa Kemal’in o tarihlerde İslam dünyası ve ezilen dünya Müslümanları için emsalsiz bir bağımsızlık sembolü olması nedeniyle dinleyenlere gayet inandırıcı gelmişti.

Hakikaten Mustafa Kemal’in liderliğini yaptığı Anadolu insanının varlıkla yokluk arasındaki ince bir dengede gerçekleştirdiği hürriyet mücadelesi dünyada ve işgal altındaki tüm İslam âleminde meşru ve takdire şayan bir karşılık bulmuş, içten ve samimi bir muhabbet görmüştü. Zira daha düne kadar bağımsız denebilecek sadece ve sadece tek bir İslam devleti olan Osmanlı mevcuttu. O da maalesef Cihan Savaşı’nda mağlup olması neticesi işgal edilerek taksimata maruz bırakılmıştı.

İşte böyle bir ortamda İslam dünyası İslam’ın şanını yeniden yükseltecek bir kahramana iştiyakla özlem duymaktaydı. Tam da bu aralıkta Mustafa Kemal’in, Halife’yi kurtarmak, İslam’ı layık olduğu izzet ve şana ulaştırmak, makarr-ı hilafeti, İstanbul’u, işgalden arındırmak şeklindeki söylemlerle yüklü dalga dalga yükselen o güçlü sadası İslam coğrafyasının hemen her tarafına ulaşmış ve duyuluvermişti. Bu yaklaşımıyla o, siyasi tarihimizdeki hilafetin gücünden yararlanmaya çalışan çok az sayıdaki Türk devlet adamlarından biri ve sonuncusu olmuştu.

Öyle ki, Mustafa Kemal bir çırpıda boydan boya bütün Asya’da, Asya Müslümanlarının gözünde mutlak bir sembol oluvermişti. İslam dünyasının geleceğine dair bütün ümitler ve özlemler tabii olarak onun adında ve şahsında toplanmış, etrafında lüle lüle halkalanmıştı.

The Times gazetesinin sütunlarında yer aldığı üzere, Milli Mücadele’de kazanılan her galibiyet haberi o günlerde Hindistan’da bulunan her bir İslam merkezinde büyük bir keyif, neşe ve eğlence ile karşılanmaktaydı. Fakat bu kutlamaların yine her biri barış ve sükûn içerisinde olmakta ve kanun ve nizamlar ihlal edilmeden gerçekleştirilmekteydi. Hilafetçi diye bilinip tanınan her Hintli Müslüman İngiltere’nin bu savaşta en azından tarafsız kalması temennisi içindeydi. Hintli Müslümanalar ve Hilafet Komitelerinin bu yöndeki arzuları İngiliz idarecileri kızdırmak pahasına da olsa Mustafa Kemal’e sonuna kadar direnmesi eylem ve söylemine evirilmişti. Türk milletinin bağımsız bir siyasi yapıya kavuşmasının önündeki tüm engellerin İngilizler tarafından ortadan kaldırılmasına kadar onun Anadolu’daki mücadelesini devam ettirmesi tüm Hintli Müslümanların ortak dileğiydi. Bu nedenledir ki Muhammet İkbal, Başkomutanlık Meydan Muharebesi dolayısıyla Anadolu’da kazanılan o büyük zafere, yazdığı bir şiirle yüreğinin derinliklerinden gelen en samimi duygularla alkış tutmuştu.

Milli Mücadele’nin başından beri hilafet konusunu özel bir hassasiyetle ele alan Hint Müslümanları Lozan Konferansı süresince de Türk milleti ve Anadolu’ya karşı duydukları hassasiyeti sürdürmüşlerdi.

Hilafet hukukunun konferansta muhafaza edilmesini arzu eden ve bunun için büyük çabalarda bulunan Hint Müslümanları Celalettin Arif Bey vasıtasıyla Nisan 1923’de Türk Dışişleri Bakanlığı’na ulaştırdıkları mektuplarında Milli Mücadele neticesi kazanılan zaferleri tebrik ettikten sonra:

“En büyük arzumuz hilafet merkezi olan Türkiye’nin nüfuzunun İslam âleminde ve özellikle de mukaddes beldelerimizin bulunduğu Hicaz, Suriye ve Filistin’de hâkim olmasıdır. Hilafet hukukunu kapsamayan bir barış Müslümanları memnun edemez.”diye ifade etmişlerdi.

Mustafa Kemal tarafından Hintlilere gönderilen cevapta ise elde edilen zafer dolayısıyla yapılan tebriklere teşekkürle mukabele edilmiş, fakat hilafet konusunda herhangi bir şekilde değinilmemişti.

İşte Mustafa Kemal’in bu yarı cevâbî mukabil mektubundan sonradır ki, asırlara sâri Türk-Hint Müslümanları arasındaki sıcak ve samimi münasebetler, çok kısa bir müddet sonra, Ankara’da İslam ve hilafet konularında atılan adımlar, alınan kararlar üzerine yaşanan radikal değişimler ve Avrupaî devrimler sonucunda, bir birinden kopacak ve farklı mecralara savrulacaktı.

Diğer Yazıları