Herzl şahittir ki Abdülhamid Filistin’i Yahudilere satmadı

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Yahudilerin Filistin’de yeni bir yurt edinme hayali oldukça eskilere dayansa da bu hayalin mutlak bir hakikate dönüşmesi de bir o kadar yenidir.

Konu tarih içerisinde birçok siyasi şahsiyetin gündemi olmuş, Napolyon’un vaatleri arasında yer almış, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın meşgalesi kılınmaya çalışılmış ve en nihayet 1836’dan itibaren Filistin’de bir Yahudi devleti kurma çabası daha belirgin bir durum kazanmaya başlamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus harbinin Osmanlı adına mağlubiyetle sona ermesi ve Osmanlı Devleti’nin zafiyet içine sürüklenmesi Benjamin Disraeli’yi bu durumdan bilistifade Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerini konu alan bir projeyi Sultan Abdülhamid’e sunmaya sevk etmiştir. Ancak Disraeli’nin söz konusu talebine Yıldız Sarayı’ndan 1880 yılında olumsuz bir surette cevap verilmiştir.

1890’lı yıllarda Herzl’in Yıldız Sarayı’nda Abdülhamid’i ikna arayışları da bütünüyle beyhude bir meşgale olmuştur. Herzl’in toprak satın alıma yahut bir proje çerçevesinde ve muayyen bir surette Filistin’de bazı yerlerin Yahudi yerleşimine açılması talebi hep reddedilmiştir. Abdülhamid açısından bu konuya nihai noktanın büyük bir kararlılık içerisinde konulması ise onun, Herzl’e iletilmek üzere, Nevlinsky’ye şu suretteki hitabı olmuştur:

 

Eğer Bay Herzl senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış bile olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmıştır. O bizden ayırıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Hiç biri baş eğmedi; hepsi muharebe meydanlarında can verdi. İmparatorluk bana ait değildir. Milletindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız olarak ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.

 

Herzl’in de kaleme aldığı hatıralarında yer verdiği işte bu hitap esasen iki önemli hususa işaret etmekteydi. Öncelikle Herzl, Abdülhamid’in Yahudilere toprak satmadığına hatıratındaki bu medeni itirafı ile şahitlik etmekteydi. İkinci olarak ise bu beyan nedeni ve neticesinde Herzl, Abdülhamid nezdinde ulaşabileceği bütün beklentilerini ebediyen yitirmişti.

Ancak Abdülhamid’in bu suretteki reddiyesine rağmen Yahudilerin Filistin’de yurt edinme düşüncelerini kuvveden fiile çıkarma çalışmaları ve o doğrultuda attıkları adımlar sona ermedi. Babıali’nin 1869 yılındaki gerçekleştirmiş olduğu kanuni düzenleme sayesinde yavaş ama emin adımlarla hedeflerine ulaşma konusunda adım adım mesafe kat edildi. Söz konusu düzenlemeye göre Osmanlı coğrafyasında yabancıların, Hicaz vilayeti hariç, her yerde toprak satın almaları mümkün hale gelmişti. Esasen böyle bir kanuni düzenleme, aksi yöndeki tüm fermanlara rağmen, Filistin Yahudi yerleşimini kalıcı kılmakta ve genişleyip büyümelerine zemin hazırlamış olmaktaydı. Dolayısıyla da Filistin’de ilk defa 1882 yılında satın alınacak arazileri, giderek artan bir biçimde sonraki zamanlarda satın alınan araziler takip etmişti. Hâlbuki Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudilerin yasadışı yollarla Filistin’e gitmeleri ve oraya yerleşmeleri yasak kapsamındaydı.

Bu durumun tabii bir neticesi olarak Hayfa’dan Yafa’ya kadar uzanan bütün ova Baron Edmond James de Rothschild’in mülkiyetine geçmiş, 1862-1903 yılları arasında Filistin’e 25.000 Yahudi göç etmişti.

Herzl şahittir ki Abdülhamid Filistin’i Yahudilere satmadı

 

Daha geniş araziler satın almak ve alınacak arazilere Yahudi göçmenleri iskân etmek ve kendilerine iş sağlamak üzere 1902’de bir de Yahudi Milli Fonu kurulmuştu. Yahudi Milli Fonu’na ilaveten bağış toplayan pek tabii ki başka kuruluşlar da söz konuydu. Keren Hayesod, örneğin, 1921’de kurulmuş olup 1925 yılı sonuna kadar 2.144,269 LE. bağış kabul etmişti.

Aynı tarihte Yahudi Milli Fonu ise 1.515,800 LE. bağış toplayabilmişti.

1925 yılı sonu itibarıyla Keren Hayesod ve Yahudi Milli Fonu adına toplanan bağışların yekûnu ise 3.660,000 LE. kadardı. Ancak aynı gaye ile kurulmuş olan diğer Fonların da toplamış oldukları bağışlarla toplam bağış miktarı 5.000,000 LE. ulaşmıştı.

Toplanan bağışlar ABD, Polonya, Litvanya, Yugoslavya, Çekoslovakya, Romanya, Güney Afrika, Kanada, Almanya ve İngiltere gibi bütün dünyadan gönderilmişti.

Yahudi Milli Fonu’nun topladığı paralar ile Taberiye Gölü çevresinde, Yahudi sendikaları marifetiyle de Havran bölgesinde geniş suretteki araziler toprak sahiplerinden parça parça satın alınmıştı.

Esasen Ben-i İsrail devleti top tüfek ile değil belki arazi tasarruf etmek suretiyle savaşmadan kurulmaktaydı.

31 Mart arifesi ve hemen sonrasında İttihat ve Terakki idaresinin göstermiş olduğu liberal yaklaşımlar neticesi Filistin’deki Yahudi nüfusu miktarı da yüzde elli oranında artış göstermişti.

Osmanlı Devleti’nin egemenliğini sürdürdüğü günlerde Filistin ona bağlı bir yerdi. Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin tek bir beldeden oluşmaktaydı ve bütün bu coğrafya Beriyyetü’ş-Şam diye anılmaktaydı. Ancak İngiltere’nin 1917 ve 1918 yıllarında bölgede Osmanlı kuvvetlerine karşı elde ettiği galibiyetler Ortadoğu’yu ve hususiyle de Beriyetü’ş-Şam’ı Balkanlaştırdı ve suni bölünmeler ile bir dizi ulus devletlerin kurulmasına yol açtı. 

1918 yılına gelindiğinde Filistin’de en az 650.000 dönüm arazi Yahudiler tarafından satın alınmıştı.

Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile gerçekleşen İngiliz işgali ile birlikte 1919 yılında Filistin’e büyük bir Yahudi göçü de başlamıştı. Bu çerçevede:

 

1919’da          : 2.618 (Nisan – Aralık)

1920’de          : 7.129

1921’de          : 8.517

1922’de          : 9.481

1923’de          : 9.778

1924’te           : 17.372

1925’te           : 38.690

Bu kısa dönemde Filistin’e intikal eden ya da ettirilen toplam Yahudi göçmenlerinin sayısı 93.885’e ulaşmıştı. 1926 yılının ilk üç ayında göç edenler de dikkate alındığında söz konusu rakam 100.000’e varmıştı. Önceden beri Filistin’de ikamet etmekte olanlar ise bu rakama dâhil değildi.

Filistin’e Yahudi göçünün yoğun bir surette sürerken Ortadoğu’da 1926 yılında bir başka hadise daha gerçekleşmişti. Hac ibadetlerini yapmak üzere hariçten Mekke’ye gelen hacı adayları ile Vahhabiler arasında çıkan arbede neticesi 10 Yafalı olmak üzere 30 kişi ölmüştü. Arbedenin yaşanmasına ise Necit’li savaşçıların Hicaz’da bulunmaları ve dini görüş ayrılıkları sebebiyet vermişti.

Filistin’e göç eden Yahudi göçmenler Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Yafa, Tiberya, Safed ve daha başka kasaba, köyl ve tarımsal alanlara yerleştirilmişlerdi.

Tel Aviv ve çevresine yerleşen Yahudilerin sayısı 148.000 kadardı ve bu yerleşim yerinde ikamet eden Filistinli Arap yoktu.

49.000 Filistinlinin yaşamakta olduğu Kudüs ve çevresine ise 75.000 Yahudi yerleştirilmişti.

51.000 Filistinli Arap’ın ikamet ettiği Hayfa ve çevresine de 55.000 Yahudi iskân olunmuştu.

Mevcut nüfusunun 55.000’ini Filistinlilerin oluşturduğu Yafa ve çevresi ise 18.000 Yahudi göçmenin yeni yaşam alanı olmuştu.

Tiberya ve çevresinde 4.000 Filistinli Arap yaşamaktaydı. Buraya da 7.000 Yahudi getirilmişti.

7.500 Filistinli Arap’ın yaşadığı Safed ve çevresi ise 2.000 Yahudi ile zenginleştirilmişti.

Bu yerler dışında toplam nüfus sayıları 161.000 olan Filistinli sakinlerin bulunduğu daha başka kasabalara ise 1.000 Yahudi iskân olummuştu.

585.000 Filistinli Arap’ın yaşadığı sair köylere ve tarımsal alanlara yerleştirilen Yahudi göçmen sayısı ise 111.000 kişiydi.

Filistin’e Yahudi göçmenlerin iskân edilmeleri ile birlikte şehir ve beldelerin nüfus dengesi de değişmeye başlamış, Kudüs, Hayfa ve Tiberya gibi bazı yerlerde Filistinli Araplar düne kadar beldenin mutlak sakinleri iken azınlık halinde kalmışlardı.

Yarısı erkek diğer yarısı kadın olan ve Filistin’e iskân edilmiş bulunan Yahudi göçmenlerin toplamdaki sayılar ise 417.000’i bulmuştu. Mevcut Filistinli Arap nüfusu sayısı ise 912.500’dü.

Filistin’de Yahudi göçmenlerin yerleştirildikleri yer Hayfa – Beisan – Tiberya üçgeninde ağırlık kazanmıştı. İkametin ağırlık kazandığı diğer bir çizgi ise Hayfa – Gazze arasında gerçekleşmişti. Hayfa – Beisan – Tiberya üçgeninde kalan araziler Yahudi Milli Fonu tarafından satın alınmış olan yerlerdi. Bu yerler yekpare bir durum arz etmekte, ferdi satın almalar ve küçük yatırımcıların sahip olduğu araziler ise daha küçük ölçekteydi. Bu yolla satın alınan arazilerin miktarı Filistin topraklarının sadece yüzde onu kadardı, satın alınan sair arazilerin yüzde doksanı ise topraklarını terk etmiş Araplara aitti.

Herzl’in hatıratındaki beyanından ve ilişikteki haritadan da anlaşılacağı üzere Abdülhamid döneminde Yahudilere Filistin’den herhangi bir yer satılmamıştı. Satılmadığı gibi kendilerine ikamet etme izni de verilmemişti. Yahudilerin Filistin’e gidip orada kalmaları kaçak göçek yollarla ancak mümkün olabilmişti. Bu duruma sebebiyet veren en büyük unsuru ise yerel halktan bazı fertlerin arazilerini dolgun fiyatlarla Rothschildlere yahut Yahudi Milli Fonu aracılarına satmış olmaları teşkil etmişti. Filistin’e bir şekilde ayak basan ve orada yerleşip kalma imkânı bulan Yahudiler özellikle 1919’dan sonra yoğun bir surette yeni vatanlarını inşa etmeye başlamışlardı. Bugün itibarıyla Filistin, nüfusu, idaresi, toprak mülkiyeti ve daha birçok yönü ve hususiyeti yönleriyle geçen asrın başlarındaki vaziyetinin tam tersi bir hal almış bulunmaktadır.

Esasen Araplar ve Yahudiler aynı kökten gelmektedirler. Hepsi Hazreti Nuh’un oğlu Sam’ın çocuklarıdırlar. Ancak, daha 1944 yılındaki bir röportajında Sir Evelyn Wrench’in de ifade ettiği gibi, bu iki topluluk esasta kardeş olmalarına rağmen aralarında bariz farklılıklara sahiptirler. Dolayısıyla da aralarında çatışmalar ve uluslararası komplikasyonların vuku bulması kaçınılmaz bir haldir. Filistinli Arapları temsilen 1939’da Londra’da toplanan kongreye iştirak etmiş bulunan Musa Bey Alami’nin yaklaşımı da Sir Evelyn Wrech’inkinden çok da farklı değildir. O da Yahudilerin Araplar ile ortak olan hiçbir şeylerinin bulunmadığını, Yahudilerin Filistin’in yabancısı olduklarını, Siyonizm’in suni bir yapı olduğunu ve bu fikre sahip bulunanlarının Araplar ile kaynaşmak ve asimile olmak istemediklerini ifade etmişti. Musa Bey Alami’nin beyanına göre 1917 öncesinde Filistinli Araplarla evlilik yapmış olan 70.000 Yahudi vardı, bu da hali vakti yerinde her Arap’ın bir Yahudi sütkardeşi olduğu anlamına gelmekteydi. Birinci Dünya Savaşı Beriyetü’ş-Şam’ın parçalanıp bölünmesine ve Filistin’e yabancı toplulukların Filistin’e gelip yerleşmesine sebebiyet verdiği gibi söz konusu sütkardeşliğini de sona erdirmişti. Ayrıca 1922-1923 nüfus sayımları da özensiz bir surette yapıldığından 200.000 bedevi kendi ülkesinde kayıt dışı bir halde kalmıştı. Musa Bey Alami’ye göre Filistinli Araplar bir hakikatin daha farkındalardı, o da; Birinci Dünya Savaşı sonrasında küçük devletlerin, kâğıt üzerinde öyle görünseler de, gerçekte bağımsız olamayacaklarıydı.

Diğer Yazıları