Herkesin başına gelir ama kimse deneyimleyemez

Ölüm üzerine fikir beyan edenler hariçten gazel okuyanlardır bana göre.

Cemal Süreya, “Sizin hiç babanız öldü mü?” diye sorar ya şiirinde, o hesap.

Siz hiç ölmediniz ki, nereden bilecek de idrak edeceksiniz?

Ölüm üzerine söz sarf ederken bin defa düşünmek lazım.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kanserle savaşı kaybeden Neslican Tay için “Ölümle yüzleşebilseydi, bilincine sahip olsaydı (…) hastalığı düşman olarak görmezdi” demiş.

Üç noktalı yerde de “seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı” gibi bir lafı var, o kısmı ciddiye bile almadım.

Alsanız, Nevzat Tarhan’ı baştan sona sorgulamanız gerekir ki, gereksiz iş.

Ben “ölümle yüzleşme, ölüm bilinci” kısmındayım.

Adamım Z. Bauman der ki, “İnsanın yaptığı her şey ölümle meselesiyle ilgilidir.”

Sonra konuyu açar.

“Akıl, her şeyi deneyimler. Bir tek ölümü deneyimleyemez. Çünkü ölüm bir kez olur” der.

İnsan aklı ölümü deneyimleyemediği için de üstesinden gelemediği ölümü yapısöküme uğratarak baş edilebilir hale sokar.

Gündelik hayatta yapığınız her şey ölümün yapısökümüdür ki, konumuz o değil.

Ölüm yüzleşilemeyecek, bilincine varılamayacak tek şeydir.

Zira o hep, başkalarının başına gelir. Bizim başımıza geldiğinde, biz artık orada değilizdir.

Biri Nevzat Tarhan’a desin ki “Ya dünyadan elini eteğini çek inzivaya çekil ya da başkalarının ölümü üzerine ahkâm kesme.”

Anlatabildim mi? Kısaca.

EKSİK

Kanalların birinde, özel üniversitelerimizden birinin ekonomi hocası konuşuyordu.

Ne kanalı, ne de hocayı hatırlıyorum. Üniversitenin adı aklımda.

Konuşulanlar da.

Hocamız faşizmin yükselişiyle işsizlik korkusu arasında ilişki kuruyor.

İşsizliği de teknolojiyle vs. açıklıyor.

Doğru, ancak eksik.

Neo-liberal politikaların devletin görev alanını daraltması, dolayısıyla devlet aygıtına güvensizliğin büyümesi de işin içinde var.

Tüketim toplumunun yalnızlaştırdığı, etkisizleştirdiği insanın kimi güçlü görüyorsa ona yaklaşması da işin içinde var.

Yani. Faşizmin yükselişini açıklayacaksanız iktisadi açıklamalara, psiko-sosyolojik açıklamaları da eklemeden olmaz hocam.

BİR GÜNAHKÂRIN GÜNLÜĞÜNDEN

Sevgili Günlük,

Ben bugün Bodrum-Ankara arasında araç kullandım.

750 Km yol yaptım.

Alkolsüzdüm.

Emniyet kemerim takılıydı.

Ve fakat. Meskûn mahaller ve hız limitleri dışında saatte 120 Km civarında hız yaptım.

Üstelik yanımda mahremim falan da yoktu. Yalnızdım.

Nurettin Yıldız denen şahıs kadınlara 90 Km'lik sınır koyduğuna göre, aradaki 660 Km’nin hesabını öbür dünyada nasıl vereceğim?

Kadınlar yalnız araç kullanamaz kuralını da çiğnemiş bulunuyorum. Bana ne olacak?

Din âlimleri cevap verirse sevineceğim.  

 OKURLA HASBIHAL

Önceki yazımda yer alan iki konu hayli tartışma yarattı.

İyi gazeteci bir dostum “Ahmet Altan gazeteci değil demişsin, adam 20’li yaşlarında başladı gazeteciliğe” dedi.

“Çetin Altan’ın oğluydu da ondan” dedim.

“Ona gazeteci demen kendine haksızlık olur” dedim ve sordum “senin önüne bavulla belge konsa gece gündüz doğruluğunu araştırmaz mısın?”

Başka biri “Ahmet Altan ve FETÖ yazıyorsun ama siyasi bağlantıları sorgulamıyorsun” dedi.

“Çünkü” dedim, “Ergenekon davasında müştekiyim”, devam ettim, “siyasi bağlantılar elbette açığa çıkarılmalı, aksi halde FETÖ’nün geri dönüşü hep olasılık olarak durur.”

HDP önünde bekleyen annelerle ilgili yazım da kimilerince anlaşılmamış.

“HDP önüne gelen sanatçılara laf ediyorsun ama Gezi’dekilere etmiyorsun” diyenler oldu.

“O yazıda, annelerin başarılı olması için iletişimsel yol gösterme var, itiraz yok ki” dedim.

“Gezi ile ilgili görüşlerimi son kitabımda uzun uzun anlattım ama kitap okuyan bir tipe benzemiyorsunuz” dedim.

KAYA, ERSUN DERKEN…

Kaya Çilingiroğlu sarhoş çıktığı ekranda, Ersun Yanal’a ağır laflar etmiş.

Demek ki ülkem futbolu ayık kafayla çekilecek dert değil.

Zira, alkolsüz yayına çıkan pek az.

Çilingiroğlu’nun “adamın sevinmesi bile kötü” dediği Ersun’a dikkatle baktım ve gördüm: Mutsuz ve stresli bir adam nasıl sevinirse o da öyle sevinmiş. 

FİKRİ TAKİP

Eskiden medyamızda bir haber patlatıldı mı, devamında neler oldu izlenir, haber yapılırdı.

Şimdi. O alışkanlık unutuldu.

Bodrum’un doğasını katleden Salih Bezci inşaatında yıkıma başlanmış, bir hafta sürecekmiş.

Ortada bir tane dozer var, başka da yok!

Sandım ki bir haftada bitecekse dört koldan girişecekler.

Yok öyle bir şey. Yıkım göstermelik sanki.

Bir de Salih Bezci, dalga geçer gibi “Tüm hassasiyetleri sergileyen, doğaya saygılı nadide bir proje olacak” demiş iyi mi?

Halâ pazarlama derdinde.

Hassasiyet şimdi mi aklınıza geldi? Medya konunun üstüne gitmeseydi, yatmayacak mıydınız bu katliamın üstüne?

İLETİŞİMCİLER GÖREVE

Geçen hafta. Türkiye’nin en büyük kulübü iddiasını taşıyan Fenerbahçe’nin Başkanı Ali Koç, kendisine rakip takımın teknik adamını muhatap aldı, hiç olacak iş mi?

Ülkemin diğer en büyük kulübü Galatasaray’ın Başkanı Mustafa Cengiz, “Durduk yerde saldırmayız. İlk kanı kim akıttı, ilk yumruğu kim attı ona bakarız” diyor.

İfadeleri kan donduruyor.

Mutlaka iki güçlü adamın iki güçlü iletişimcisi vardır. Konuşmalara bir el atsalar…

GÜZEL İŞLER

Bir, Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul’u dünyanın sanat başkentine dönüştürenlere teşekkür ettiği film güzeldi.

Her ne kadar bağlamdaki “başkent” sözcüğünden hoşlanmasam da film art.ist’ik olmuş.

İtici, didaktik kamu spotlarına hiç benzememiş.

Güzel iş.  

İki, ikinci yılında 550 bin ziyaretçiden 1 milyon 720 bine ulaşan TEKNOFEST, organizasyondan medya görünürlüğüne alkışlanacak işlerdendi. Arter ve CEO’yu kutlarım.

Güzel iş.

Üç, hep yazacağım diyorum, atlıyordum. NTV’nin Levent Dönmez’e sundurduğu “Laf Aramızda” programına bayılıyorum.

Kısacık. Hap gibi. Bize Türkçenin kurallarını tatlı tatlı hatırlatıyor.

Kimsenin dilimize saygı göstermediği günlerde ilaç gibi.

Güzel iş.

 SEVMEDİM

Neslican’ın ardından Sıla’nın “Yıldızlar sana iyi bakacak güzel çocuk” demesini sevmedim. Sıla yıldızların ne olduğunu sanıyor olabilir?

Mavi’nin Kıvanç’lı son reklamını hiç sevmedim. Şiddetin her yerde olduğu günlerde, bu durumdan beslenmeye kalkmış.

Montuna laf edenlere, saldırgan bir köpekle, tehditkâr bir ifadeyle cevap vermesi Mavi’ye yakışmamış.

Modada omuzlara vatka denen korkunç şeyin geri döndüğünü gördüm. Hiç ama hiç sevmedim.

Büyük sanatçı Alpay’ın “Hiçbir özelliği yok” dediği Tarkan’ın, yine aynı şarkılarla ve danslarıyla kitch’leşmiş konserlerini hiç sevmedim. Adam sadece medya abartısından ibaret.

AKLIMDA KALAN

1.Samsung’un şiddet içeren dizilerle ilgili kararı: Samsung Türkiye, artık şiddet içeren dizilere reklam vermeyeceklerini açıkladı. Büyük iddia. Büyük adım. Diğer markalar da aynı kararı alsalar televizyonlarda dizi kalmaz. Şiddet dışında hiçbir konusu olmayan Çukur, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Sen Anlat Karadeniz gibi, zekâmız yerine kaba kuvvetimize hitap eden tüm diziler biter. Sadece set işçilerine üzülürüm o zaman.

2.23 Nisan’ın 100. Yılı: Geri saymaya devam ediyorum. 23 Nisan’ın 100. Yılına kaldı 214 gün. Halkımız mı kutlayacak, popçular mı para kazanacak, soğuk resmi törenlerle mi geçiştirilecek? 23nisanfestivali@gmail.com @23nisanin100u #23nisanin100ü

 

Diğer Yazıları