HDP bir siyasi parti değildir -1

Osmanlı İmparatorluğu için 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başları artık ciddi ciddi topraklarının paylaşılmasının konuşulduğu yıllardır. Batı baskısıyla ilan edilen Tanzimat ve Islahat fermanları, içeride başlayan siyasi hareketlilik, bu çerçevede ilan edilen Birinci Meşrutiyet, Rus Harbi, Kuzey Afrika’nın adım adım elden çıkması, Balkanlarda başlayan yerel milliyetçi çete saldırıları, Ermeni çetelerinin saldırıları, Trablusgarp mücadelesi, Balkan harbi vs. derken Birinci Dünya Savaşı kapıya dayanmış, Osmanlı İmparatorluğu kendisini bu savaşın merkezinde bulmuştu.

Bir parantez açalım: Günümüzde bazı kesimler “Osmanlı’yı savaşa sokanın İttihat ve Terakki Cemiyeti olduğunu” söyler ancak savaşın cepheleri ve stratejik hedefleri incelendiğinde, müttefiklerimiz de dahil olmak üzere savaşan büyük güçlerin Osmanlı İmparatorluğu topraklarının hedeflendiği çok net görülmektedir. Müttefik seçenekleri, direnme stratejisine bağlı taktik hamleler vs. gibi konular tartışılabilir ancak zaten toprakları hedeflenen bir ülkenin o savaşa girmemesi mümkün görünmemektedir.

Konumuza dönecek olursak, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında adım adım bir boğazlaşma başlamış ve dışarıya karşı mücadelenin yanı sıra, cephe gerisi olan yurt içindeki bozgunculukla da uğraşmak gerekliliği ortaya çıkmıştı. Bu bozguncu hareketlerden biri de 1800’lü yıllarla başlayan ve giderek etkisini artıran dini görünümlü ancak özünde bölünme planları yapan Kürtçü hareketlerdi. Bu tarihlerde çok sayıda örgütlenme girişimi gerçekleştirmişler ve taleplerini dile getirmeye başlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk yasal Kürt örgütü 1908’de Diyarbakır’da kurulan “Osmanlı Kürt İttihat ve Terakki Cemiyeti”ydi. Daha sonra aynı yıl İstanbul’da “Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti” kurulmuştu.

Ancak bu yapıların etkisi çok büyük değildi. Bu yapılar istedikleri zemini Osmanlı’nın içinde bulunduğu savaş koşulları ve savaştaki yenilginin sonrasında buldular. Bu hareketlerin en bilineni Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC)’ydi. Yani “Kürdistan Yükselme Derneği”.

Osmanlı’nın savaştaki yenilgisini tescilleyen ve işgal sürecini başlatan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, bu yapının tarih sahnesine çıkmasının önünü açtı. Tamamen işgal güçlerini arkasına alarak politika yürüten cemiyet, mütarekeden 1,5 ay sonra 17 Aralık 1918 tarihinde kuruldu. Başkanlığını, 1878’de Osmanlı’ya isyan eden Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdülkadir yapmaktaydı. Yönetim Kurulu’nda ise Hüseyin Şükrü Bey (Baban), Mehmet Şükrü Bey (Sekban), Muhittin Nami, Babanzade Hikmet Bey, Aziz Bey vardı. Kurucularının ve üyelerinin tamamına yakını siyasetçi ve kanaat önderiydi. Hatta askeri bir güç oluşturmadıkları için o dönem bazı diğer Kürtçüler tarafından eleştirilmekteydiler. Ancak dönemin olağanüstü koşulları ve işgal şartları düşünüldüğünde silahlı bir güce de ihtiyaçları yoktu. Çünkü silahlı olan işgal güçleri ile son derece içli dışlıydılar ve İngilizler tarafından yönlendiriliyorlardı. Örneğin o dönem Kürtlerin Lawrence’si olarak adlandırılan Binbaşı Noel, sıklıkla cemiyet yöneticileriyle bir araya geliyordu. Noel’in bir araya geldiği isimlerin başında Seyit Abdülkadir vardı. İngilizlerin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Calthorp’un Abdülkadir ile ilgili tespiti dikkat çekicidir: “Satın alındığı takdirde güçlük çıkarmaz.”

Jin isimli bir de gazete çıkarmaya başlayan KTC’nin;

  • - Siyasal bir bilinç oluşturma,
  • - Bu bilinç çerçevesinde işgal güçlerinin de desteğiyle önce muhtariyet adı altında özerk bir yapılanma ardından da özünde İngiliz mandası sözde bağımsız devlet kurmaktı.


Zaten Seyit Abdülkadir’in başkanlığı altında oluşturulan ve Avrupalılarla sık sık görüşmeler yapan Kürtçü heyet şu üç maddelik talep listesini aktarmaktadır:

  1. Kürtlere, sınırları coğrafi olarak saptanmış bir toprak bütünlüğü, yurt verilmelidir,
  2. Bağlaşıkların Arap, Ermeni, Keldani vb. küçük azınlıklarla yaptıkları muamelelerden Kürtler de yararlandırılmalıdır,
  3. Kürtlere özerklik tanınmalıdır.

 

Bu taleplerini hayata geçirmek için sadece İngilizlerle değil, Ermeni milliyetçileriyle de işbirliği yapmaktadırlar. Savaşın kazananlarının paylaşım sahnesi olan 1919 Paris Konferansında Ermeni milliyetçileriyle anlaşma bile imzalamışlardır.

Sonuçta işgal edilen coğrafya yeniden dizayn edilecektir ve bu dizayna göre yeni yeni kukla devletçikler ortaya çıkacaktır. İngilizler, bunun siyasal altyapısını oluşturmak için Kürdistan Teali Cemiyeti gibi aparatları kullanmaktadır.

Cemiyetin düşmanı ise 1919 itibariyle Anadolu’da adım adım yükselen Kuvayi Milliye’dir. Örneğin Seyit Abdülkadir, 8 Aralık 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliği memurlarından T. B. Hohler ile yaptığı görüşmede şunları söylemiştir: “Kişisel görüşüm durumun tehlikeli olduğudur… Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli oluyor.”

Hohler, hazırladığı raporda Abdülkadir’in “Kürtlerin bağımsızlığı ve Kürtlerin Türklerden ayrılması konusunda ısrarlı” göründüğünü vurgulamıştır.

Cemiyette sadece İngiliz değil, ABD hayranlığı da üst düzeydedir. Özellikle 14 maddelik Wilson prensipleri, örgütü heyecanlandırmıştır.

Bu örgütlenmenin işgalci güçlerin desteğiyle insanların beynine bölücü fikirleri zerketmesi, Kuvayi Milliye’yi ve tabi lideri Mustafa Kemal’i de endişelendirmektedir. Kesin bir tedbir alınması gerekliliğidir. Samsun’a çıktıktan sonra ilk işlerinden bir tanesi, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin bölgedeki faaliyetlerine ve şubelerine adeta savaş açmak olmuştur. “Silahlı değiller, siyasetçiler” gibi bir gerekçe sunmamış ve vatan için tehdit içeren faaliyetlerini çok yakından takip ettiği cemiyeti kapatmak için çok sert tedbirler almıştır. Örneğin, Cemiyetin hareket ve örgütlenme üssü haline getirilen Diyarbakır’daki Kürt Kulübü Mustafa Kemal’in talimatıyla kapatılmıştır. Sonrasında adım adım bütün şubeler tasfiye edilmiştir.

Mustafa Kemal, olağanüstü koşullarda kurulan, bölgedeki yeniden dizaynda emperyalistlerin aparatı olan ve Türk-Kürt kavgasını körükleyen, daha sonraları da birçok isyanda parmağı bulunan bu yapılanmaya “özgürlük” tanımamıştır.

***

1980’ler ve 1990’lar, aynen Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasındaki gibi, yeniden dizayn dönemine girmişti. Bu çerçevede ABD, ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyayı, uzun vadeli stratejisi çerçevesinde hedef alacaktı. Bu plana direnç gösterebilecek ülkeler içindeki bütün etnik ve mezhepsel yapılanmalar kullanılacaktı. Hedeflenen halklardan biri de bölgemizdeki 4 ülkeye yayılmış olan Kürtler de vardı.

İşte tam da böyle bir dönemde 7 Haziran 1990 tarihinde, PKK terör örgütüyle bire bir aynı söylemleri benimseyen bir parti kuruldu: Halkın Emek Partisi (HEP).

Devam edeceğiz…

 

Diğer Yazıları