"Gül'ün ne söylediğinin önemi yok! Başbuğ'un faydasız söz söyleme hakkı yok"

Hülya Okur sordu, Suriye Türkmen Parti Meclisi Başkanı Mehmet Şandır yanıt verdi.

“Tek vatan, tek millet, tek bayrak’ın tezahürü bir yaşam.. Vatanı; ana, baba, kardeş bilmenin öğrenildiği en güzel çaresizlik biçimi.. Korkuyla başlayıp, korkuyla biten bir uykudan millet olarak uyanış hikayesi.. Sığınmayı kendisi için bilgiye, ülkesi için Besmele ile Allah’a yapan bir mücadil o…! Mehmet Şandır sizlerle…

“SOYA BAĞLILIK MİLLET OLMA ŞUURUNUN EN BÜYÜK ENGELİ”

“ACIKLI BİR HİKAYEMİZ VAR”

2017 yılında kaybettiğiniz anneniz Atike Hanım ile Hasan Bey'in oğlu olarak Kantara’da dünyaya geldiniz. 4 Torunun dedesisiniz. Aslında bir dalı Osmanlı, bir dalı Suriye’ye uzanan bir soyağacına sahipsiniz. Bu soyağacında tutunan ve yere düşmeden kalabilen meyvenin hikayesini dinlemek isterim sizden.

Bizim ailemizin çok acıklı bir hikayesi var. Sürekli yurt kaybetmiş, göçmen durumuna düşmüş... Kastamonu Çandarlılar derler bize. Bayır Bucak bölgesi Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında hac yolu güvenliğini sağlamak için, ordunun iaşesini temin etmek için orada bulunan, belki de devlete, yönetime problem çıkartan büyük ailelerdi. Bayır Bucak, bölgesinden kopartılıp yerleştirilen yerdi. Türkiye dışında Türkmenlerin bulunduğu her bölgede soy asabiyeti, aşiretçilik vardı. Büyük Atatürk Türk tarihini iyi bildiği, bunalım dönemlerini çok iyi bildiği için soyadı kanunu çıkarttı, böylelikle aşiret bağlantısını kesti. Artık Türkiye’de ortak payda, aşiret olmaktan çıktı, millet oldu. Türk dünyasının hemen her yerinde soy asabiyeti, soya bağlılık millet olma şuurunun en büyük engeli. Suriye Türkmenliğini incelediğimizde Halep’te çok ciddi aşiretçilik, ailecilik var. Bir insan Türkmen olmaktan öte, falan aşirete bağlı olarak ilişkilerini kuruyor. Bizim Bayur Bucak’ta bu yok. Çünkü orada Türkiye’nin her bölgesinden kopartılıp gelen insanlar var. 500 yıl önceki bir hadise bu. Fatih Sultan Mehmet’in bir kararı ile devletten uzaklaştırılan Çandarlı ailesi, Osmanlı tarihindeki ilk Türk bürokratik kadro. Fatih Sultan Mehmet’in gerekçesi neydi tartışılır, aile istenmeyen konuma düştü. Sonraki dönemlerdeki hikayemizi çok iyi bilmiyorum. Dedem bilinen bir şahısmış, dik, güçlü bir adammış, Osmanlı çekilip Fransız işgali başlayınca oradaki Türkler, Ermenilerin saldırısına maruz kalmışlar, sonra küçük köyleri bir araya getirmek veya milis gücü oluşturmak gibi bazı tedbirler meydana getiriyorlar. Osmanlı Türk ordusu çekilmiş, biz oralarda kalmışız. Dedem Çamurlu köyünün milis gücüne katılmamış, “Biz bunlara yılladır ekmek, hizmet veriyoruz, biz bunların devletiydik, bunlardan bana bir zarar gelmez” demiş. Bir gece Ermeni çeteleri köyü basmış, ailemizden 38 kişiyi götürmüşler, mezarları bile belli değil, o günden bu yana ararız, bulamadık. Babam 1918’de 5 yaşında kalmış, perişanlık yaşamış. 1953’de Türkiye’ye kaçmışız, ben 5 yaşındaydım. Hatırlıyorum, bir güz mevsiminin, ayazlı, mehtaplı gecesinde kaçak göçüyoruz.. Dere yatağından geçerken beni taşıyan bir yere takılıp düşürüyor, ağladım korktum, babam cebindeki mendili ağzıma tıkamış, tepede Suriye karakolu varmış, sesimiz duyulur da ateş ederler korkusuyla beni susturmuş. Anam “Çocuğu boğacak mısın? “ diye aldı.. Böyle çileli, acılı süreçte hayata başlamışız. Şimdi hep rahmetli oldular. Babamın 20.ölüm yıl dönemi.

“DİRENİŞ GÜCÜMÜZÜ YURT KAYBETME KORKUSUNDAN ALIYORUZ”

“ACI ÇEKMİŞ BİR MİLLETİN EYLEMİNE HÜKMEDEN FAKTÖR, KORKUDUR”

Bu millet mazlum bir millet. Bu millete mensup olup da çile çekmeyen bir aile yok. Yurt kaybetmiş, kaçmış, göçmüş, sığınmış bir milletiz biz. Bunlar derin şuur altına etkiler bırakan yaşanmışlıklar. Göçmen psikolojisinin bireysel davranışa yansımaları analiz edilse, bireysel psikolojiye etki ettiği anlaşılır. Acı çekmiş bir milletin eylemine hükmeden faktör, korkudur. Çünkü yeniden yurt kaybetmek, göçmen durumuna düşmek, sığınmak korkusu herşeye etki eder. Araplarda o korkunun etkisini bulamıyorsun, ülkesinde bir olay yaşanınca kaçıyor, bizim milletimizde öyle değil. Mili Mücadelede kadını, yaşlısı, elinde hangi imkanı varsa meydanlara inmiş. Mersin’de Karboğazı Mücadelesinde tüfeği olmayanlar kazma sapıyla mücadele etmiş. Bu, yeniden yurt kaybetme korkusunun tepkiye dönüşmesi eylemidir. Değerlidir aslında. Bu milletin direniş gücünü nereden aldığının cevabı budur.

“EN BÜYÜK HAYALİM ERMENİ KÖYÜNÜ BOMBALAMAKTI”

Göçmen Psikolojisi, dediniz. Soy tutuculuğundan çıkmaktan söz ettiniz. Türkiye toprağına dikildiğinizde uyum sorunu yaşadınız mı?

Çok şey yapamadık ama az şey de yapmadık. Lise son sınıfa kadar ben ailemin yaşadığı çileyi dinleye dinleye büyüdüğüm için hep şu hayali kurardım.. Bayır Bucak’ın tepesinde, yayla dağının yukarısında Kesem diye bir yerleşim yeri vardı, Ermeni yeridir, büyük oranda Türkiye’den gönderilen Ermenilerdir. Onlar bize çok zulm etmişlerdir. Dedemi, ailemi katleden bu Ermeni çeteleridir. Lise son sınıfa kadar: “Ben büyük adam olacağım, orayı bombalayacağım” diye hayaller kurardım. Yani o çektiğimiz acılar, bizim hayata tutunmamıza, sonuç almamıza çok yardımcı oldu. Türkiye’ye gelince..Türkiye’ye daha önce gelenlerin yanına sığındık. Dedemler, bizden önce gelip Hatay’ın Kırıkhan kazasına yerleşmişlerdi. Babam Suriye’de Çerçilik (Gezici Satıcı) yapardı. İki annem var benim, ilkinden 3 çocuğu olmuş, ayrılmışlar, kadın babamı terk etmiş, biz Suriye’den gelince annemle evlenmiş, 2 çocuğu daha olmuş. 40 Altınla Türkiye’ye gelmiş. Çiftçilikten başka bir sanaatı da yok. Babam, çok güzel duvar örerdi, taş ustasıydı. İş kuramamış ama dayanışma ile alıştık. Gelir gelmez ilkokula başladım, o zaman Antakya’da lise yoktu. Yalnız bende değil, Suriye’den gelen çocuklarda hep bu ceht vardı: Okuyacağız, ailemize bakacağız, toplumumuza hizmet edeceğiz. Büyüdükçe başarılı olduk.

“BÜYÜK ADAM SÖZÜYLE MOTİVE OLDUK”

“İŞÇİ PARTİSİ GÖNÜLLERİMİZİ OKŞARDI”

Enerji, öfke birikimini neye kanalize ettiniz. İyi tarafıyla Suriye dostluk gurubu Başkanı, Suriye Türkmen Meclisi Onursal Başkanlığı gibi yollarla kendi mazlumlarınıza el uzatmayı istediniz ama diğer bir yönüyle 12 Eylül döneminde de ülkücü hareketin içinde yuvalandınız.. Eğitim işleriyle de meşgul oldunuz. Genç nesli sağlıklı büyümeye teşvik ettiniz. Ülkücü ekolün değişim dönüşüm sürecine katkıda bulundunuz. Tüm bunlar eyleminizin belirleyen korkunun bir tezahürü müydü?

Evet dediğim gibi eyleminizi belirleyen temel faktör korku olunca veya tekrar o acıları yaşamamak arzusu olunca, bizlere başarılı olmak, okumak, büyük adam olmakla motive olduk. Babam, mahsul paraya çevrilince, bu çocuğun okul masrafları der verirdi. O bizde bir enerjiye dönüştü. Lisedeyken(1963), ülkücülük, milliyetçilik yok. Türkiye İşçi Partisinin sert muhalefeti, fakir fukara edebiyatına deste verirdik, solcu değildik ama içimizdeki enerjiyi dışarı taşıyacak bir yapının içine girdik. Şehirlerarası kavgalar olurdu. 1963’teki seçimlerden sonra İşçi Partili milletvekillerinin sert muhalafeti gönüllerimizi okşardı. Lisedeki olaylardan dolayı ceza da aldım. Eylemlere katıldığımız için Sanat Tarihi öğretmeni beni çağırdı: Söylenenlere inanıyorsunuz, hayatınızı mahvedeceksiniz. Katılmayın. Siz Türk, Müslüman çocuklarsınız, dedi. “Bozkurtların Ölümü, Dirilişi” kitabını önerdi bana. Bizim ruhumuzu kapsayan kitaplardı. Lise son sınıftan başlayan ülkücülük, yetişme tarzımıza uygundu, psikolojimizi okşan bir şeydi. Yetiştiğimiz muhitte iki katman vardı, biri ağlar-beyler, diğeri fakir-fukaralar. Bulunduğumuz katmanın öfkesini de ifade eden bir yola girdik ve Türk Milliyetçisi olduk. 1966’da Üniversite öğrencisi olduğumuzda ülkücü harekete girdik. Adımız Türkeşçi oldu. Türkeş CKM Genel Başkanı olmuştu. Hem CKM’deki eski yöneticiler, hem Milli Birlik Komitesinden gelen arkadaşları Türkeş’i terk edince, yeni bir kadro kurmak istedi, üniversiteden insanları toplayıp eğitim verdi. İstanbul Üniversitesi FKB sınıfından İstanbul Üniv. Talebe Birliğinin delegesi seçildim. İsmail Kahraman, Mili Türk Talebe Birliğine Başkan adayıydı, ben de İstanbul Üniv Talebe Derneği delegesi olarak o seçime katıldım. İstanbul Ülkü ocakları birliğini kurduk. Osman Nuri Bahadır Ocak Başkanımızdı, ben ikinci Başkanlığını yaptım. Daha sonra ocaklar merkezi oldu. Orman Fakültesi Ocak Başkanı oldum. Orman Mühendisliği okudum.

“DAS KAPİTAL KİTAPLARI OKUDUM”

Eğitim yolunuz sizi milletin önüne çıkarttı. Siyaset en çok kendiniz mi, milletiniz mi, milliyetçilik için mi tercihiniz oldu?

Öne çıkınca sebebiniz ne olursa olsun, bir şeyler bilmeniz gerekiyor. Niye kavga ettiğinizin sebebini bilmeniz lazım. Bu sebeple ben çok okudum. Okumayı tiryakilik haline getirdim. Orman Fakültesi, İstanbul Üniv kütüphanelerinde sol, das kapital kitapları okudum.

“ÇAPRAZ OKUMA TEKNİĞİ KULLANIRDIK”

Bu o dönemin ülkücü gençliğinin bir özelliği miydi?

Sol ile mücadelemizde, geride kalmamak adına, öne çıkanlar olarak biz, herkesten daha çok kitap okuduk. Bu ülkücü hareket açısından doğru bir şey oldu. Çünkü üniversitelerde, yurtlarda kavgalar başladı. Kavga, kaba kuvvetiniz veya ekibiniz varsa kolay bir şeydir. O kolaycılığın da önüne geçilebilmek için okuyarak, bilgiye yöneldik. 1977’de partinin merkez eğitim kadrosuna çağrıldım. O zaman 6 ay hazırlık eğitimine tabi tutulduk. Türkeş, 4 ay eğitim verdi, İstanbul’da 4 arkadaş olarak 6 ay hazırlık yaptık. Çapraz okuma yapardık. Günde hiç kalkmadan 6 saat kitap okur, 2-3 kitabı birlikte okur, fişlerdik. Bir konuyu farklı kaynaklardan okur, oradan aldığımız bilgileri fişe dökerdik..

“ÜLKÜCÜLÜK, TÜRKEŞ’İN SENARYOSUYDU”

“SAĞ-SOL KAVGALARININ TARAFIYDIK AMA SEBEBİ DEĞİLDİK”

“KAVGADA BİLE OKUDUK”

Ülkücü gençliği sokak, kavga kültüründen koparıp alan kişi olarak Bahçeli’yi görüyorduk. Ama görüyorum ki bu bilinç hepinize eğitim yıllarınızda kazandırılmış.

Ülkücü hareket, rahmetli Türkeş’in kararıyla, kurgusuyla, yazdığı senaryoyla kurulmuş bir hareket. Milliyetçilik fikri her insanda vardır. Duygu, düşünce olarak her birimiz bir mensubiyetin heyecanını duyarız. O milliyetçiliktir. Ama bunu siyasi bir programa dönüştürmek, kurumsal kimliğe dönüştürmek Türkeş’in eseridir. Bu kararla bir ekip, kadro oluşturdu. Onun ilk kuşak kadrosu bizleriz. Bizlere de ısrarla; kendi tarihimizi okumanın, dünyayı okumanın, bilgi sahibi olup ondan fikir sahibi olmanın eğitimini verdi. 70-80’lerdeki iç savaş mahiyetindeki sağ-sol kavgalarının tarafıydık ama sebebi değildik. O kavgalar bizim projelerimizle yapılmadı, o kavgaları birileri projelendirdi, birileri programladı, kavganın tarafı olarak bizi de ikame ettiler. Yani bir zorunluluktan biz o kavgaların içerisinde olduk ama o kanlı kavgalarda b-*ile biz sürekli olarak okuduk. Günde 10-15 insanın öldüğü ortamda bile biz eğitimlere devam ederdik. 1967-68’de ülkü ocaklarında çoğaltıp dağıttığımız eğitim notları hala geçerli, etkili. Bizim ülkücüler olarak kendimize biçtiğimiz misyon, Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkmak, onu büyütmek, yüceltmek noktasında hizmet etmekti. Kavgayla değil, bilgiyle, ilimle yetişerek hizmet vermeye inandık. Verdiğimiz eğitim neydi?.1967-68’de, kadro için bizleri davet ettiği eğitimler, benim katıldığım eğitim, soğuk, sobalı öğrenci evlerinde gerçekleşirdi. Önce Türk Milletini anlatırdı. Türk Milletinin bunalım dönemlerinden çıkış hikayesini anlatırdı. Bundan bir sonuca ulaştırırdı. Milletimizin gerçeğini tarihi seyr-ü sefer içerisinde bize anlatırdı. Baburnameyi okurdu. Baburname, bulunduğu yerde beyine isyan etmiş, ailesiyle Afganistan üzerinden Hindistan’a inmiş ve 1852 yılına kadar devam eden Hindistan-Türk İmparatorluğunun kuruluşunu yapmış. Güneydoğu Asya’nın Müslümanlığı Babur çocuklarının eseridir. Önce Türk tarihini, sonra dünya tarihini ve nihayet Ortadoğu’nun jeopolitiğini anlatırdı. Bu milletin evlatları olarak, bu değerli coğrafyada küçük devlet olmak mümkün değil, büyük devlet olmamız lazım. Bu millet büyük, bu milletin devletinin de büyük olması gerektiğini anlatırdı. Güçlü olabilmek için, nükleer teknolojiye sahip olunması gerektiğini anlatırdı. Kendisi NATO karargahlarında nükleer atom eğitimi almış, onu anlatırdı. Ve 21 yaşındaki gence derdi ki: “Böyle bir milletin evladı olarak böyle bir coğrafyada bu devleti siz yönetmelisiniz, bu devleti büyük kılmak için hazırlıklı olmalısınız, çok çalışmalısınız, bilgili olmalısınız.” Bu tEsedüfi bir sonuç değildi. Türkeş tarafından 1967’den 10 yıl sonra, tekrar eğitim için davet edildiğimizde, aynı minval üzerinde bizlere tekrar anlattı. İlk eğitimimizde, 23 kişi olan kadroya: “Böyle bir ülkede yarın Başbakansınız, bu ülkeyi nasıl yönetirsiniz, hangi tedbirleri, hangi önceliklerle alırsınız, ve bu ülkeyi nasıl büyütürsünüz?..Gidin düşünün, araştırın, 15 sonra bana cevap verin” demişti. Gümrük Bakanlığına ait otelde yatılı kalarak, eğitim alırken, birbirimize sorduk..

“HER SEÇMENİN İKİNCİ TERCİHİ MHP’DİR”

“MHP’Yİ ALDIĞI OY ORANI İLE DEĞERLENDİRMEMEK LAZIM”

“NİYE İKTİDAR OLAMADIĞIMIZI KABUL ETMEK LAZIM”

O hayal sizi oldukça domine etmiş, alıştırmış, aşılamış hatta.. Gerçekten sizden çok “Kimseyle koalisyon olmayız, tek başına iktidar olacağız” söylemlerini tekrarlayan olmadı gibi. Türkeş’in kurduğu misyonun üzerine bir şey konabildi mi sizce? MHP, Türkeş’in hayal ettiği noktada mı?

Rahmetli Türkeş’in emeği çok, kararı doğru, eseri büyük. Yetiştirdiği ülkücü kadrolardan, siyasi partilerin hemen hepsinde (CHP dahil) insanlar var. Ve bu insanların gayretleri ile Türkiye’de bugün her partinin, her seçmenin ikinci tercihi MHP’dir. Bu kolay bir sonuç değil. Milletin tercih sebebi, ekonomik, sosyal programlarımız değil. MHP gelse Merkez Bankasını çok daha iyi yönetir diye bizi tercih etmiyor. Ortaya koyduğumuz tavır, misyon, uzun süreli istikrarlı duruşumuz milletin şuur altında, kafasında, gönlünde, bu milletin sorunlardan kurtulması, büyümesi, umduklarına nail olabilmesi için MHP, ikinci tercihidir. Ak Parti seçmenine sorunuz, ikinci tericihi MHP’dir, muhafazakar kökenli olmasına rağmen Saadet Partisi değil. 1980 öncesi ülkücü hareketin gayretini millet unutmaz. Türkeş’in hayal ettiği, kurguladığı, gayret gösterdiği, o çalışmalar umduğu sonuca ulaştı mı, kabul etmek lazım ki bir anlamda ulaştı. MHP’yi aldığı oy oranı ile değerlendirmemek lazım. Sosyal, devlet hayatındaki etkisiyle değerlendirmek lazımdır. Milletin hayatında, şuur altında MHP’nin yeri farklı. Ancak şunu kabul etmek lazım. Niye iktidar olamadık? İktidara bu kadar koşullanmış, şartlanmış bir hareket neden iktidar olamadı? 1969 seçimlerde tek başına iktidar olacağımızı sanıyorduk, 1 milletvekili çıkarabildik. Radyodan yayın yapılıyor, Adalet Partisi aldı götürdü, ardından CHP geliyor, bizim esamemiz okunmuyor, Selanik Caddesinde eski binamızın sokağında taşkınlık yapmaya başladık, rahmetli Dündar Taşer, balkona çıktı dedi ki: Bizim hesabımız 1 tane çıkartmaktı, %100 başarılıyız, İstanbullular..herkes şehrine gidecek..Tabi Dündar Taşer öyle diyorsa doğrudur. %100 başarılıyız diye, Etliğe kadar yürüdük. Siyasi hayatımızın tüm dönemlerinde tek başına iktidar olmak iddiasıyla siyaset yaptık. İktidar olmak için de gereken hazırlığı yaptık, teşkilatlandık.. 80 İhtilaline geldiğimizde 1500’ü bulan teşkilatımız vardı…

“80 İHTİLALİ DEMOKRASİNİN KIYAMETİDİR”

“15 TEMMUZ’DA YAPILANI BİZ 80 İHTİLALİNDE YAPAMADIK”

Geçmişteki başarısını kimse yadsıyamaz. Ama MHP’yi gelecekte nerede gördüğünüzü sormak istiyorum…

Bu kadar hazırlık yapmamıza rağmen, 1980 ihtilalinde devlet tank gibi üzerimizden geçti. 80 ihtilali, Türk demokrasisinin kıyametidir. 80 ihtilalini yapanların millete verdikleri zarar asla ölçülmez. Bu millet kendi iradesine sahip çıkamadı. 15 Temmuz’daki milletin yaptığını çok değerli görüyorum ben, 80 ihtilalinde biz bunu yapamadık, ülkücü hareketi ezdi geçti. Türkeş 6 sene içeride vatan hainliği ile suçlandı. Ben de aynı dosyada vatan hainliği ile yargılandım, 6,5 yıl 3 çocukla kaçak gezdim. 80 ihtilali bizi budadı, hapishanelere attı, 10 binlerce insanımız ezildi.

“80 İHTİLALİ TRAVMA YARATTI”

Yeniden dirilişiniz için ne gerekiyordu. Bu ülke ihtilaller sinsilesi yaşadı ve Ak Parti buna rağmen başarılı oldu. MHP, sıçrayışı gerçekleştirmek için yeterli inanmışlığa sahip değil miydi?

Türkeş, 1980 ihtilalinden, 87 seçimlerine kadar içerideydi. Bütün kadrolar içerideydi.. Teşkilatlarımız kapatılmıştı. Muhafazakar Parti, Milliyetçi Çalışma Partisi gibi partiler kuruldu ama ihtiyacı karşılamadı. Bazı arkadaşlarımız ANAP ve DYP’ye gitmek zorunda kaldılar. 87 seçimlerine çok hazırlıksız yakalandığımız için toparlanamadık. 1991 seçimlerinde bir ittifak yaptık, ittifak bir zorunluluktu, meclise girmemiz lazımdı. Türkeş’in kararı ile ittifak yapıldı, 19 milletvekili yapıldı, gurup kuramadık. O ittifak bize pahalıya patladı, kendimizi koruyamadık, bir de 80 ihtilalinin getirdiği travma vardı.

“İTTİFAK ZORUNLULUKTU”

“15 TEMMUZ’UN ASIL AMACI ERDOĞAN’I DEVİRMEK DEĞİLDİ”

1991 İttifakı zorunluydu… Peki şimdiki ittifakı nasıl değerlendiriyorsunuz? Anayasa tekliflerinin görüşüldüğü sırada Genel Başkan'ın görüşü tüm MHP'nin ve benim görüşümdür, diyordunuz.. Bahçeli’nin görüşleri, sizin görüşleriniz mi hala? Milli İttifak ne zamana kadar devam edecek?

1991’deki ittifak, zorunlu bir ittifaktı. Bugünkü ittifak yine zorunlu bir ittifak. 1991’deki ittifak, MHP’nin iddiasını devam ettirebilmesi için meclise girebilmesi için zorunluluktu. Bugünkü ittifak, ülkenin geleceği için zorunluluk. Birbirinden farklı. Bugün ülkemiz bir projenin, bir programın, bir senaryonun kuşatması altında, varlık-yokluk mücadelesi veriyor, Genel Başkan buna bekaa sorunu diyor. 15 Temmuz başarılı olsaydı, bugün ne olacağın öngörmemiz bile mümkün değil. 80 ihtilalinin arkasında da küresel güçler vardı ama 15 Temmuz ihtilalini yapanlar, doğrudan küresel güçlerin, küresel projelerini uygulamak için devredeydiler. 15 Temmuz başarılı olsaydı, küresel güçlerin hedefi olan bölünme, parçalanmayı gerçekleştireceklerdi. Onların hedefi Ak Parti değildi. Ak Parti iktidarını devirmekten, Recep Tayyip Erdoğan’ı ortadan kaldırmaktan çok Türkiye’yi parçalamaktı. Bu bölgede 2.İsrail kurmaktı. Küresel güçler, geçen yüzyıldan yarım kalmış, büyük Atatürk’ün ortaya koyduğu milli mücadeleyle gerçekleştiremedikleri projelerini bugün gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Yaptıkları şey, terör üzerinden önce milletimizi, sonra topraklarımızı parçalamak.

“BİZ AFRİN’E GİRMESEK ONLAR BİZE SALDIRACAKTI”

“AFRİN’E GİRİLMESEYDİ, PKK, HATAY ÜZERİNDEN AKDENİZE ULAŞACAKTI”

“KÜRTLER TÜRK’TÜR”

15 Temmuz’u iyi okumak lazım, devletimizin gücünü kullanan, milletimiz adına devletimizi yöneten kademelerin büyük kısmı terör örgütünün yerine geçmiş. Bir tespit, Doğu Anadolu’da terörle mücadelede bir türlü başarılı olunmuyordu. 15 Temmuz sonrası görüldü ki, buralardaki askeri birliklerin komutanlarının tamamı FETÖcü. Hatta tv programını izleyen bir hemşerim telefon etti. Antakya’nın Kisecik Köyünün tepesinde bir radarüstü NATO’ya ait. Reyhanlı’ya, Kilis’e atılan bombaların koordinatlarını o radar üstü PKK’ya veriyor. Türkiye çok boyutlu bir ihanetin kuşatması altında. Afrin operasyonları devam ediyor, nereye ulaşacağı belli değil, karşımıza çıkan güç 3-5 terörist değil. Bu PKK değil, düzenli bir ordunun tahkimatı var; siperler, sofistike silahlar..belli ki bir projenin uygulamasına geçildi, bu proje kapsamında hazırlık yapıldı, biz gitmesek onlar bize saldıracaktı. Bir başka yanılgıyı da söyleyeyim. Terör koridoru Hatay üzerinden geçecek, Türkiye Afrin’e gitmemiş olsaydı, İdlib’e gidilmemiş olsaydı, o gözlem noktaları kurulmamış olsaydı, PKK, Amanos Dağları üzerinden İskenderun’a inip, Hatay üzerinden Ak Denize ulaşacaktı. Bu sadece PKK terörü, İŞİD, 15 TEMMUZ OLAYLARI, Suriye olayları, Arap Baharını, Büyük Ortadoğu projesini bir bütünlük içerisinde değerlendirirseniz, bunun hedefi, bu coğrafyayı yeniden tanzim etmek. Bu coğrafyanın sahipleri var; Türkler, İranlılar, Araplar var… Bu coğrafyanın asli sahiplerine 1948’de İsrail’i yerleştirdiler. Kürtler bizim insanımız. Kürtleri başka bir milletten, başka bir ırktan da görmemek lazım. Kürtlerin Türklüğü tarihen de sabittir. İngilizlerin Britanica Ansiklopedisinde Kürtlerin Tunalı ırkından olduğu yazar. Kürtler, ırken de Türk’tür, sosyolojik olarak zaten Türk’tür. Yıllarca beraber yaşamışız, aynı devleti kurmuşuz, aynı devlerin vatandaşı olmuşuz, kan alıp kan karışmış, kız alıp kız vermişiz. Kürtleri Türklerden ayırarak, 2.İsrail mahiyetinde bir devlet kurmak istiyorlar. Çünkü enerji kaynaklarını kontrol edebilmek, bu coğrafyada kalabilmek için, 1948’de İsrail’i monte ettiler, şimdi de onu koruyabilmek için Kürt devleti kurmaya çalışıyorlar.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.07.32_1

“DEVLET: 1-MİLLET, 2-VATAN, 3-HUKUKİ STATÜ İLE KURULUR”

Sınırların güvenliğini sağlamak için Kuzey ordusunu kuruyoruz diyorlar, sınırların güvenliği Suriye devletine aittir, hangi devletle düşmanlık sağlayacaksın da onun sınırını sağlayacak, Suriye’nin %25’i ABD’nin kontrolü altında. Türkiye’ye karşı hazırlanıyor. Yani 30 bin kişilik güvenlik gücü (ordu) oluşturmaya çalışıyorlar. Sınır demek, egemenlik, devlet demektir. Devlet kuracaklar. Bir devletin kurulabilmesi için 3 faktör bir araya gelmelidir: 1-Millet olacak (Türk-Kürt kavgası bunun içindi) 2- Vatan olacak 3-Hukuki statü olacak. Türkiye’deki çözüm sürecine şiddetle karşı çıkmıştık. Eğer o gerçekleşmiş olsaydı, Anayasal zeminde Kürtleri tanımlayacaklardı.

“AK PARTİ, MİLLET ADINA DEVLETİ YÖNETEN BİR KADRO”

Bahçeli’ni bugünkü tavrını bir çok kişi anlamadı, ‘Efendim, dün kötü dediğinize bugün nasıl iyi diyorsunuz, barajın altında kalacağı için kendini kurtarmaya çalışıyor’ dediler ama bunlar basit sebeplere indirgediler. Devletin geleceği tehdit altındaysa, dün nasıl Atalarımız hiçbir engel koymadan milli mücadeleye katıldılarsa, bugün biz de devletin yanında duruyoruz. AK PARTİ kim? AK PARTİ, millet adına devleti yöneten siyasi kadro. Aslolan millet ve onun devleti. MHP olarak, Türk Milliyetçileri olarak, millet adına devletin yanında duruyoruz. MHP’nin verdiği destek, Afrin, Fırat Kalkanı operasyonunda devletimizi güçlü hale getirdi. CHP gibi karşı çıkmadık. AK PARTİ’yi sevmeyebiliriz ama milletimizi seviyoruz, ülkemizi seviyoruz. MHP’nin bu tavrı devletin geleceği açısından bir zorunluluk. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu tavrı devletin ve milletin geleceği açısından bir zorunluluk, kendimiz açısından bir zorunluluk değil.Milliyetçi Hareket Partisi barajın altında kalır daha önce de kaldık Daha önce 3,5 oylar alıyorduk o değil bizim meselemiz.

“YANLIŞ ALGI BİZE PAHALIYA PATLADI”

“MHP’NİN KADROLARI BAHÇELİ’NİN SÖZLERİNİ ANLATAMADI”

Bahçeli'nin 7 Haziran’dan sonraki duruşu, 15 Temmuz'u önceden kestirilmesi miydi sizce?

Siyaset tanzim ediciler, olması gerekenle mümkün olan birilerini ayırt etmek mecburiyetindeler. Gönlümüz aklımız doğru ön görerek olması gerekeni bilebilir ama konjonktür ve şartlar ona müsaade etmiyorsa, siyaset millet için yapılır. Bir hayal kırıklığı yaratmamak için mümkün olabilenin peşinde durmak lazım, olması gerekenin üzerinde durduğunuz zaman millete bir beklenti oluşturursunuz ve o beklenti gerçekleşmezse hayal kırıklığı yaratırsınız, buna hakkınız yok. Biz siyasetçiler millete karşı sorumluyuz, toplamda milletin huzuru için siyaset yapıyoruz. Bu sebeple Genel Başkan 7 Haziran seçimlerinde bir şey denedi, dedi ki: Bugüne kadar AK Parti'nin iddia ettiği politikalar konusunda örtüştüğü, beraber olduğu siyasi partiler var. Çözüm sürecinde HDP ile beraber yürütüyorlar, CHP’de destek veriyor. Yeni seçim yapıldı, millet yeni bir kadro seçti, millet bizi seçseydi biz başka şey yapardık. Millet, mutabakat sağlanan programı hayata geçirip geçiremeyeceklerini görmek istedi. Millet AK Parti'den yana seçimini ortaya koydu. 7 Haziran akşamı Genel Başkan dedi ki: Ey AK Parti! seçime giderken, millete verdiğin sözleri gerçekleştirmek için ortak paydalaştığınız partilerle koalisyonu zorlayın. Türkiye önemli bir süreçten geçiyor, güçlü bir iktidara ihtiyaç var. Sayısal olarak değil, program olarak da güçlü bir iktidara ihtiyaç var. Gidin CHP ile HDP ile iş birliği yapın yapamazsınız biz buradayız. 80 milletvekilimizi sorumluluk almaya hazırız, hazırlık hükümeti kurmaya da hazırız, Yapamıyorsanız yine de korkuya kapılmayın, yeniden seçime gideriz. Bunu istismar ettiler, bizimkiler de bu gerekçeyi iyi anlatamadılar. MHP'nin o günkü kadroları Genel Başkanın bu sözlerini millete doğru anlatamadı. O zaman anlaşıldı ki MHP koalisyona gitmek istemiyor, erken seçim istiyor. Bu yanlış algı bize pahalıya mal oldu, 1 Kasım seçimlerinde Milletvekili sayımızın yarısını kaybettik.

“DEVLET BAHÇELİ PAZARLIK YAPMAZ”

“DEVLET BAHÇELİ, GRANİT GİBİ BİR ADAM”

“BAHÇELİ’NİN 15 TEMMUZ ÖNGÖRÜSÜ YOKTU”

Devlet Bahçeli’yi iyi bilmek lazım. Devlet Bahçeli, granit gibi ilkeleri olan bir adam. Acabası yoktur, meçhulü yoktur, yalın bir adamdır, onun yanında çalışanlar onun ne yapacağını bilirler. Devlet Bahçeli, siyasette asla senaryo yazmaz, pazarlık yapmaz, hem ilkeleri hem idealleri doğrultusunda olması gereken neyse onu yapar. Bir kurgu yaparak 15 Temmuz öngörüsü ile koalisyon hükümeti değil de tek başına iktidarı hasıl edebilmek için koalisyonu çıkarttı, erken seçimi önerdi gibi tezler doğru değil.

“DAVUTOĞLU KÖTÜ BİR SİYASETÇİ”

“1 KASIM SEÇİMLERİNİN MALİYETİNİ BİZ ÖDEDİK”

O Ahmet Davutoğlu, iyi bir insan iyi bir bilim adamı olabilir ama kötü bir siyasetçi olarak, süreci kötü yönetti, anlayamadı. Genel başkan koalisyon toplantılarına çok samimi olarak hazırlığını yapıp gelmişti. Çantasında; koalisyon protokolü de, hükümet programı taslağı da vardı. Ama Davutoğlu MHP ile hükümet kurmama peşin hükmüyle gelmişti. Görüşmeyi yanlış aktararak bizim duygusal tepkimize neden oldu. 1 Kasım seçimlerine öyle gidildi maliyetini biz ödedik, 80 milletvekilinden 40 milletvekiline düştük. Ülkemiz 15 Temmuz'a bundan sonra ulaştı.

“TÜRKİYE’Yİ TÜRK MİLLİYETÇİLERİ KURDU”

“NE TÜRKEŞ, NE BAHÇELİ, ATATÜRK KADAR MİLLİYETÇİ OLAMAZ”

Hep MHP için barajı aşamıyor iddialarda bulunuluyor, Sayın Bahçeli MHP’nin baraj gibi bir sorunu olmadığını çünkü barajın 50+1’e çıktığını söyledi. Bu gerçek ortada dururken muhalefet neden sürekli MHP’nin baraj sorunu varmış gibi göstermeye çalışıyor. Burada amaç MHP’yi karıştırmak, İYİ Partiye yöneliş sağlamak için bilinçli bir propaganda mı?

MHP'nin bir baraj sorunu yoktur. Sebebi ise, MHP bu ülke için gereklidir. Çünkü milletin birliği ile, bölünmez bütünlüğü ile ilgili sorun varsa, bu sorunu çözebilmek noktasında millet, MHP'ye ihtiyaç duyar. MHP'nin milletin şuur altındaki yerini iyi belirlemek lazım. Bu devleti Türk milliyetçileri kurdu. Milliyetçilik fikri 600 yıl süren bir imparatorluk kurdu. O kadrolar imparatorluk kültürü ile yetişmiş ama gelinen noktada artık bu anlayışla gideremeyeceğini, bir millete dayalı Milli devlet kurulması gerektiğini, bu milletin de Türk milleti olması gerektiğini konuşarak ve böyle karar vererek Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. Bu bir Türk milliyetçiliği eylemidir. Atatürk'ün yanındakilere, önündekileri bakarsanız hiçbir ırk, kan anlamında Türk değildi, Ama şuur olarak hepsi Türk Milleti olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdu. Bu en büyük Türk milliyetçiliği eylemidir. Atatürk, en büyük Türk milliyetçisidir. Konuşmalarını inceleyiniz, ne Türkeş ne Bahçeli hiçbiri Atatürk kadar milliyetçi olamaz. Mehmet Akif Ersoy, Arnavut’tur ama İstiklal Marşı'nda ırkım! derken, Türk milletini kastediyor. MHP'nin kuruluşuna 1948’den başlamak lazım. Cumhuriyeti, devleti kuran CHP'den, Bir proje kapsamında ayrılıp da Demokrat Parti'yi kuranların arasından, Millet Partisini kuran o kadro (Osman Bölükbaşı vs) bunların Türklük denilen hassasiyetinin olmadığını, Türk milletine mensubiyet gibi bir zihniyetlerinin olmadığını görünce Millet Partisi oldular, CKMP oldular, 69’da MHP oldular. MHP, Türk milliyetçiliğinin siyasi programı olarak hayata başladı. MHP'nin kuruluş gerekçesi, Türk milletini ve Türk milletine ait devleti korumak, kollamak, büyütmekti.

“ÜZERİNDE OPERASYON YAPILAMAYAN TEK PARTİ MHP’DİR”

“BİZ MHP OLARAK İKTİDARDAYIZ”

“MHP-AK PARTİ İLİŞKİSİ BUGÜN STRATEJİK ORTAKLIĞA DÖNÜŞTÜ”

MHP’nin bütünden ayrılan parçalarına bir örnekte İYİ Parti. Kadrolarını ağırlıklı olarak eski MHP’liler oluşturuyor. Seçimlerdeki başarısını nasıl görüyorsunuz? İP’in yaptırdığı anketlerde ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Yaptırılan başka anketlerle örtüşmeyen bu araştırmalarla algı yönetimi mi yapılmak isteniyor? İddia edildiği gibi İP’in arkasında sizce FETÖ mü var?

Onu bilemem.. Onu diyemem de. Ancak şu var: 1948'den, çok partili hayata geçtikten bu yana, Türkiye yine batı ekseninde bir programa dahil edilmişti. Türkiye kontrol altında. Türkiye'nin geleceğini, Türkiye'nin bütün kararlarını etkileyen bir kontrol mekanizması çalışıyor. Hatta Birgül Ayman Güler’in (teknokrat, devlet planlama kökenli) bir kitabı var, 1948'den bu yana tüm projeleri (tarım, kredilendirme) incelemiş, diyor ki: Türkiye, mumdan yapılmış gemilerle, ateş denizini geçip karşı kıyıya ulaşabilecek mi? Gerçekten Türkiye, küresel güçlerin kontrolü altında sürekli operasyon yiyen bir ülke. Demokrat Parti bir projedir, 60 İhtilali projedir, Morrison Süleyman bir projedir, Özal bir projedir, Anavatan bir projedir, AK Parti bir projedir, bunlar hep küresel güçlerin projelerinin gereği. Ha bunların İleri zamanda yoldan çıkanları vardır, itiraz edenleri olmuştur. İhtilallerin tamam mı bu küresel projelerin gereği olarak yapılmıştır. Üzerinde operasyon yapılamayan tek parti MHP’dir. Bu 80 öncesinde de böyledir, 80 sonrasında da böyledir. Bizim Genel Başkanın çok bilge bir sözü vardır, der ki: Eğer bir kuruma operasyon yapacaksanız, öyle bir projeniz varsa, bunun için en uygun araç tarikatlardır, cemaatlerdir. Tarikatçı veya cemaati olabilirsiniz ama cemaati, tarikatı bu partiye sokmayacaksınız, sokmamıştır da.. Bu ne kadar büyük bir öngörüdür. Biz bunu böyle yaptığımız için ihanetle suçlandık. MHP, birlik beraberlik için kurumsallaştığı, kitleselleştiği süreçte sürekli operasyon yemiştir. MHP de aklınıza gelen her ne kadar hadise varsa bunlar operasyon teşebbüsleridir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun ayrılması da böyle bir provokasyonla olmuştur, 95 seçimlerinde ittifaka girme de böyle bir operasyondur. İyi Partidekiler de bizim arkadaşlarımızdır, arkadaşlarımızın bireysel arzularını, ihtiraslarını istismar ederek oluşturulan bir parti. İyi Parti, MHP'yi zaafa uğratmak için ortaya konulan proje doğrultusunda varlık bulmuş bir harekettir. Meral Akşener, 80 öncesi eğitimlerde benim öğrencim olmuştur. Ailesi baştan sona ülkücü bir ailedir. Abisi bizim eski il başkanımızdır, benim çok kadim dostumdur. Birlikte oluşturdukları eylem Türkiye üzerine yazılmış bir projenin ayağıdır. MHP'yi barajın altına atabilmek için bir proje. Bu yönünün tutabilmesi mümkün değildir. Millet yine diyecek ki: Bu devletin geleceği için, birlik ve beraberlik için MHP'ye siyasette olması gerekir. İktidarda olmak ayrı mesele Biz iktidardayız. Dün ağıza alınmayacak şekilde çirkin sözlerle tanımlanan bu ilişki stratejik ortaklığa dönüştü. Niye, kişiler mi değişti, karakterler mi değişti, hayır. Ülkenin ihtiyacı olanı görüp, bu ihtiyacın gereğince ilk adımı atan Devlet Bahçeli oldu. Ülkeyi yöneten siyasi akıl da bunun bir zorunluluk olduğunu, bunu yapmadığı takdirde ülkenin elden gideceğini öngördüğü için Bahçeli’nin attığı adıma karşılık verdiler.

“İYİ PARTİNİN SİYASİ KONJONKTÜRDE YERİ YOK. SONUÇ ALAMAZ”

“MERKEZ SAĞDA BİR MUHALEFET PARTİSİNE İHTİYAÇ VAR”

İyi Partiye gelince… Iyi Partinin bu siyasi konjonktürde yeri yok. Türkiye hızla iki partili bir sürece giriyor. Milli Merkez olma iddiasındaki İyi Parti, bu yapıda kendine bir yer oluşturamayacaktır. Öfkeler ve beklentiler önemlidir ama saman alevi gibi görülür, hissedilir, ama kalıcı olmaz. Iyi Parti, MHP yönetimine duyulan öfkenin, 20 yılda iktidar olamamışız, değişim de sağlayamamışız, aynı yönetim devam ediyor, kadrolar değişmemiş veya AK Parti 15 yıldır iktidar olmuş, yorulmuş, bir türlü sorunlar bitmemiş, metal yorgunluğu, doygunluk, umutsuzluk olmuş gibi sebepler üzerinden siyaset yapıyor. Bunun bir karşılığı olarak “ben” demek mümkün. Ama bir saman alevi gibi sonuç olacağını düşünmüyorum. Türkiye'de, bu sebeplerin sonucu olarak merkez sağda bir muhalefet partisine ihtiyaç var. MHP, kendisine çizdiği yeni pozisyon ile iktidar ortağı ama burada bir muhalefet partisine ihtiyaç var. İnsanın, bireyin %70’ii iktidar ise %30’u da muhalefettir. Merkez sağda bir muhalefete ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılamak veya bu ihtiyaca sözcülük yapmak gibi bir misyonu karşılayabilirler mi, Böyle bir güven uyandırabilirler mi? Bu toplumda her şeye rağmen öfkesi, beklentisi ile hareket eden bir kesim vardır. Bunu temsil edebilirler mi, buna layık olabilecek bir kadro kurabilirler mi, bir politika geliştirebilirler mi, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz.

“KÜRESEL GÜÇLERİN DEVLET KURMASINI MHP ÖNLEDİ”

“ÇÖZÜM SÜRECİ MUHALEFETİMİZ ANLAMLIYDI”

Bu süreçte bir milli mücadele veriliyor, küresel güçler bölgemize yine geldiler. Rusya ile, Rusya'nın başkanlığında Çin, İran, ABD’nin başkanlığında bütün batı, Kendi coğrafyamızda mevzilerini kurdular, Irak'ı ve Suriye’yi parçaladılar, toprak olarak da, kaynak olarak da paylaştılar. Ama bunlara yetmiyor, buna bekçilik yapacak bir devlet kurmak istiyorlar. Bu devletin bir ayağı da Türkiye'de ve bu devlet Türkiye'yi tehdit eden bir devlet. Türkiye ile beraber kurma gayretleri tutmadı. Çözüm süreci, bu devleti Türkiye'yi yönetenler ile birlikte kurma projesiydi. MHP engelledi. Küresel güçlerin bu coğrafyada bir Terör devleti kurma projelerine AK Parti'nin verdiği desteği MHP önledi. Bugünkü sert muhalefetimiz; anlamlıydı, doğruydu ve doğru sonuçlandı.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.11.27_1

“SURİYE’NİN DEĞERİNİ TSK ÖNGÖREMEDİ”

Sayın Davutoğlu’nun Suriye politikasına geçmek istiyorum.. Bir 29 ekim resepsiyonunda sessiz bir köşede Davutoğlu ile uzun sohbetiniz dikkatlerden kaçmamıştı. Suriye Türkmenlerine vermiş olduğunuz destekten ötürü Davutoğlu’ndan aldığınız bir teşekkür metni ve bu metindeki “davamızı davamız bilmeniz” şeklindeki ifadeleri de basına yansımıştı. Davutoğlu’nun politikalarına Bahçeli ile girdiği polemikler üzerinden mi, yoksa iyi giden ikili ilişkileriniz üzerinden mi bakarsınız bilmiyorum?

Suriye Türkiye'nin geleceği açısından, stratejik konumuz açısından çok önemli bir ülke. Suriye kaos içerisinde olursa, Türkiye huzur içerisinde olmaz. Suriye derin Ortadoğu'dur, dipsiz kuyudur. Ortadoğu'da hiçbir şey Suriye'de sonuçlanmadan sonuçlanmaz. Küresel güçlerin Hiçbiri bu coğrafyaya hükümet neden küresel güç olmak iddiasını gerçekleştirememiştir. Güç yarışmasının merkezi Suriye olmuştur. Suriye'nin veya Ortadoğu'nun karakterini, jeopolitik değerini, Sayın Davutoğlu dahil Türkiye'yi yönetenlerin birçoğu, TSK dahil öngörememişlerdir. Şimdi biliyor olabilirler. Türkiye-Suriye parlamentolararası dostluk grubu Başkanı olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Suriye'ye, Şam'a gidiyoruz. Uçakta bakan ve eşleri, iş adamları var. Davutoğlu ile beraber oturduk, Davutoğlu o zaman Danışman, Gül dedi ki: Ahmet Bey Suriye’yi bir de Mehmet Şandır’dan dinleyin. Ben o zaman Davutoğlu stratejik derinlik kitabını okumuştum. Stratejik derinlik sizi yanıltmasın, dedim. Sonra Abdullah Gül yanıma oturdu, Abdullah Gül ile 1994'ten beri tanışırız. Suriye politikası ile ilgili Derneği 1968'de kurduk, o günden beri ben Türk Suriye Türklüğü ile ilgiliyim. Süleyman Demirel de toplantılarda Suriye Türklüğü ile ilgili beni konuştururdu. Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla, uluslararası faaliyet yapma yetkisiyle bir dernek kurdular bana. Bu Dernek vasıtasıyla bir Suriye'den bine yakın öğrenci getirtip okuttuk. Bugünkü Suriye Türkmen Meclisinin zeminin de o gençler var. O çalışmalar sırasında Abdullah Gül, Türk dünyasından sorumlu Devlet Bakanıydı. 1999'da parlamentoya girer girmez Türkiye-Suriye parlamentolar arası dostluk grubu kurdum. O zaman Suriye ile ilişkilerimiz çok kötüydü. 2007'de parlamentoya döndüğümüzde, AK Parti iktidarında Sayın Cumhurbaşkanının yönlendirmesiyle dostluk grubu başkanı oldum. İktidar Partisi'nden Faruk Koca kurduğu gurubun üyesi oldum, Tayyip Erdoğan müdahale etmiş, Mehmet Şandır Başkan olsun demiş. Parlamentolararası dostluk grubu bir Dernek statüsündedir, üyelerinin oylarıyla Başkan seçilir. O süreçte devlete sürekli Suriye'nin önemini, Suriye'nin Milli Güvenlik açısından değerini, Ve Suriye'de yaşayan Türkmenlerin önemini anlatmaya çalıştım. Ahmet Davutoğlu ile danışmanlığından bu yana Suriye konusunda çalıştık. Davutoğlu, çok çok samimi bir yaklaşımla Suriye Türkmenlerine destek verdi. 2011 yılında bu olaylar başladığında, ben partinin grup başkanvekili idim. Gurubum adına konuştum, Türkiye-Suriye ülkeleri terörle mücadele için iş birliği protokolü imzalamışlar, Arap baharı Kuzey Afrika'yı tarumar etmiş zannediyorlardı ki 3 ay içerisinde de Suriye'de de bu iş biter, dedim.

“ESED İLE BİR GECE DOSTTUK, BİR GECEDE DÜŞMAN OLDUK”

Evet o konuşmayı hatırlıyorum.. “Suriye Libya ya da Irak değil. 'Suriye müdahale ederiz Suriye'yi yeniden tanzim ederiz' derseniz Suriye'yi param parça edersiniz.” dediniz... Bugün Suriye o noktada diyebilir miyiz? Afrin Harekatı bu parçaları bir arada tutmamıza yetecek mi?

Hayır. Biz o gün muhalefet partisi olarak ve Suriye Türkmenlerin ileri gelen birisi olarak hükümeti sürekli uyardık. Suriye Türkmenlerin i bir arada tutabilmek için Meclis çatı kuruluşu oluşturmak gerekiyordu. 2012'de, 350 delegeyle Suriye Türkmen Meclisini kurduk. Ben Parti Sözcüsü olarak muhalefet yapıyorum, Meclis Başkanı olarak da hükümet ile iyi ilişkiler içerisinde olmam gerekiyor. Tercih noktasında Suriye Türkmen Meclisi Tercih ettiğim için, Grup başkanvekilliğinden ayrılmak durumunda kaldım. O bizim siyasetimizde de mal oldu, milletvekili adayı da olmadım. O süreçte Davutoğlu, bütün itirazlarımıza rağmen hükümeti yanlış yönlendirdi. Biz ona Suriye ile barış yapılır demiştik. Arap Baharı denilen uygulama Büyük Ortadoğu projesiydi. Ortadoğu projesinin nihai hedefi de Türkiye'yi parçalamaktı. Hükümeti ikna ederek Esed'le barışık dönemi devam ettirmesine gücümüz yetmedi. Bir gecede dosttuk bir gecede düşman olduk. Ben Beşar Esed'ı savunmuyorum, adamın yapacağı bir şey yok, Suriye burası. “Burası Suriye müttefiklerimizİ ikna edin, buraya müdahale edilmesin, Suriye kendi iç dinamikleriyle kendi reformlarını yapar, Esed’i ikna edin reformlarını hızlandırsın, Suriye'ye askeri müdahale yapılmasın, yapılırsa Türkiye buna katılmasın” diye tavsiyelerde bulunmuştuk.

“KILIÇDAROĞLU BAŞBAKAN OLSA GÜCÜ ESED’LE GÖRÜŞMEYE YETMEZ”

“ESED İSTESE DE TÜRKİYE İLE DOST OLAMAZ”

“DÜN BİZİM ESEDİMİZDİ, BUGÜN BAŞKALARININ”

Bir de… Irak’ta diktatör Saddam yönetiminin halkına yönelttiği şiddet ile Suriye’de Esed’in yaşattıklarının aynı olduğunu söylemiştiniz. Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin Esed’le masaya oturmasını tavsiye ediyor. Üstelik bu öneriyi Suriye’deki zulme direnen çoğunluğu eski ordu mensubu Özgür Suriye Ordusu ÖSO’yu terörist ilan ederek yapıyor. Kılıçdaroğlu sizce neyi hedefliyor? Esed ile ilişkilerde geriye dönüşün bir anlamı var mı?

CHP tarihi, coğrafyayı doğru okuyamıyor. Bugün bu söylediklerinin,doğru da olsa hiçbir anlamı yok. Kılıçdaroğlu Başbakan olsa gidip Esed'le diyalog kurmaya gücü yetmez. Çünkü Esed bugün başkalarının Esed’i. Dün bizim Esed’imizdi, bizimle dost olan Esed’di. Bugün başkalarının kontrolünde, Esed istese de Türkiye ile dost olamaz. Kılıçdaroğlu'nun bunu bilmesi lazım. Bu coğrafya şu anda işgal altında, yüzde 25'ini Amerikalılar kontrol ediyor. Geri kalanını İran ve Rusya kontrol ediyor. CHP, AK Parti'nin ne yaptıysa yanlış yaptığını söylemenin doğru oldu kolaylığına saplanarak, doğru da olsa faydalı olmayan tavırlar ortaya koydu.

“ESED’İN PSİKOLOJİSİNİ, AÇMAZLARINI İYİ BİLİRİM”

“ESED’İN ANNESİ TÜRKİYE DÜŞMANIYDI”

“ESED İKNA EDİLMELİYDİ”

Doğru dediğiniz kısım ne?

Bugünkü söylediklerinin hiçbirinde CHP'nin doğruluk yok ama dün söylediklerinde doğruluk payı vardı. Biz de aynı şey söylüyorduk, Esed ile dövüşülmesin, dostluk devam etsin, diyorduk. Suriye'de ölümlerin olayların durdurulabilmesi için en etkili araç Esed’in ikna edilmesiydi. Esed'in birçok toplantılarına katıldım. Psikolojisini, açmazlarını, sıkıntılarını da biliyorum. Esed'in bu coğrafyada sığınabileceği İran'dan sonra Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Türkiye’ydi, bize teslimdi. Esed şu anda eli kanlı bir adam. Türkmen, Müslüman öldürülmüş bir adam, onu savunmak mümkün değil. Onunla aynı masada oturalım demenin hiçbir pratik değeri yok. Beşar Esed babasının ölümünden sonra cumhurbaşkanı olmuş bir adam. Bu işlerin adamı değil aslında, babası Hafız Esed abisini yetiştiriyor bu işler için, o bir trafik kazasında öldü. Esed, zorunlu olarak Londra'dan getirildi başkan yapıldı. Ama başkan olduktan sonra Esed’den kalan o Baaz ordusu vardı, Üstte Esed vardı ama altta Hafız Esed'ın takımı vardı. Annesi bile Türkiye düşmanıydı. Esed’in babasından miras kalmış o takıma karşı, hem de çevre ülkelere karşı tek güvencesi Türkiye idi. Türkiye dostluk gösterip kucak açınca adam bize teslim oldu. Öyle bir teslimiyet ortaya koydu ki, benim önümde basının önünde şu sözleri sarf etti: Türkiye, bizim adımıza uluslararası zeminde her türlü sözü söyleyebilirsiniz, bizi siz temsil edebilirsiniz. Hiçbir ülke bir başka ülkeye böyle bir yetki vermez. Bir örnek vereyim; İsrail ile Suriye arasında bizim bir arabuluculuk görevimiz vardı. Hamas meselesinden dolayı İsrail, bizim arabuluculuğumuzu reddetti. Sizi arabulucu olarak kabul etmiyorum dedi, Sarkozy araya girdi. Başar Esed'ın orada bir şartı var. Türkiye'yi reddettiniz bir şey diyemem, Ama ben Sarkozy ile olan görüşmeleri Abdullah Gül'ün Temsilcisi olarak Ahmet Davutoğlu'nu masayı oturturum, dedi. Esed ile Sarkozy'nin görüşmesinde Davutoğlu masada oturdu. Esed Türkiye'ye bu kadar teslimdi. Esed ile komşuyuz, köylerimiz arasında 10 kilometre var, Bana “Hemşerim”, “Köylüm” der.. Aileme zulmettikleri için Suriye'de ben istenmeyen adamımdır. Ama yine de Esed beni devlet Protokolü ile karşılamıştır. Bir turistik gezi yaptığımızda ona bile devlet Protokolü uygulattırdı. Bir resmi heyet ziyaretimizde ona şunu söylemiştim: Biz bu noktaya gelinceye kadar çok bedel ödedik, Şimdi Türkiye olarak hiçbir bedel talep etmeden bu deneyimlerinizi aktarmak isteriz, bundan faydalanın, çünkü dost olmak zorundayız. Hatta bu söylediklerimi Abdullah Gül ile paylaştı. Bunu Recep Tayyip Erdoğan'a da söyletirdim ben. Kendi şartlarından dolayı teslimiyet içine giren bir lideri bizim harcamamamız lazımdı. Suriye rejimi anti-demokratiktir, azınlıktır, hukuksuzdur, zulmetmiştir. Ama orası bir cami köşesi değil. Karşılıklı ilişkileri ve sonuçları hasıl etmek gerekir. Şimdi İyidir sonuç mu oldu, Suriye yıkıldı, Türkiye'nin Ortadoğu ayağı kapandı, muhatabımız terör, muhatabımız dışarıdan gelen küresel güçler, Suriye'den şimdi Rusya'yı, ABD’yi, İran’ı nasıl çıkartacağız? Türkiye düğün çok büyük bir yanlış yaptı, Amerika'ya rağmen, rest çekerek Suriye ile dostluğu bitirmemesi lazımdı. Ama bu gelinen noktada bunun hiçbir pratiği yok. Şimdi Beşar Esed da istese, ‘Biz yanılmışız’ da desek bir sonucu yok. Sonuçta Köprüler yıkılmış, taraflar belli olmuş, arada kan akmış.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.12.08_1

“KÜRESEL PROJE 1000 YILLIK BİR PROJE”

Esed konusunda ters düşüldü ve aynı zamanda Türkiye ile ABD’nin Suriye politikalarında da aynı şey oldu. Suriye krizi patladığı dönemde aynı istikamettelerdi. Siz, ABD ile Türkiye’nin Suriye politikasında ayrıştığı görüşündesiniz. Bu zıtlığın nedeni ne, hangi hedefler, hangi niyetler bunun sebebi?

Amerika'nın Ortadoğu ile hatta dünya ile ilgili politikası hiç değişmemiştir. Değişen Türkiye'dir. Türkiye yanlışını anlamıştır, çaresizliğini görmüştür, bugün Cumhurbaşkanının ifadesi ile kendi göbeğini kendi kesmek gibi bir mecburiyete düşmüştür. Yoksa başlangıçta ABD'nin niyeti bugün ulaştığı sonuçtu. Bu küresel proje, 10 yıllık değil 1000 yıllık bir projedir. Türkiye'ye kendi mecburiyetleri dolayısıyla Amerika ile paralel politikalar yürütmüştür, niye yürüttüğünü sorgulamıyorum. Ama artık taşınamaz noktaya gelmiştir, Türkiye şimdi karar vermek zorunda. Artık Türkiye, kendini merkez alarak, kendi kararını kendisinin vermesi ve gereğini yapması dönemine girmiştir. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun bu kararı vermeli ve gereğini yerine getirmelidir.

“DEVLET KURULURSA, TÜRKİYE’DEN TOPRAK TALEP EDECEK”

Göbeğimizi kendimiz keseceğiz, orada bir devlet kurulmasını engelleyeceğiz, diyorsunuz.

Çünkü o devlet kurulursa, o devlet Türkiye'den toprak talep edecektir. Hem milletimizi parçalayacağız, hem topraklarımızı parçalayacağız, Türkiye kendi egemenlik hakkından kendi topraklarında vazgeçecektir. Böyle bir sonucu kabul etmek mümkün değildir.

“AFRİN, PKK MESELESİ DEĞİL”

“AFRİN, KÜRESEL BATININ HAÇLI MESELESİ”

Tehdidin büyüklüğünü görüp, küçümsenmemesi gerektiğinin de altını çiziyorsunuz. Peki, oradaki tehditi yaratanlar gerçekte ne? Küresel güçler diyoruz ama biraz daha isimlendirsek? PKK/PYD mi, ABD ya da başka bir unsur mu?

Bu projelerin sahibi ABD’dir. Hristiyan batılılığın patronajı ABD’ye geçmiştir. Hıttin Sendromu denilen bir şey var. Hıttin Sendromu, Kudüs'ün Selahattin Eyyubi tarafından fetih edilerek Müslümanlara kazandırılmasıdır. 1075’ten itibaren Hristiyan Batı Haçlı savaşlarını organize ederek bu topraklara saldırmıştır. Bunun adı Kudüs'ü kurtarmadır. 1187 yılında Hıttin Savaşında, Selahattin Eyyubi, Haçlıları yenerek Kudüs'ü Müslümanlığa kazandırmıştır. O günden bu yana Hristiyan Batı; papa, kilise merkezli proje yapmaktadır. Bu toprakların jeopolitik önemi büyüktür. Bu toprakları feth etmeden diğer küresel güç adaylarına karşı üstünlük sağlayamazsınız. Brıcs ülkeleri (Brezilya, İndia, Rusya, Çin) ABD’ye rakip. ABD, pozisyonunu koruyabilmek için bu coğrafyayı elinde tutması lazım. Nasıl tutacak, bu coğrafyanın iki tane sahibi var, Arapları teslim aldılar, Ama İran’ı teslim alamıyorlar Türkiye'ye teslim alamıyorlar, bizim arkamızda koca devasa bir Türk dünyası var, Rusya'da kendini Türk Dünyası'nın bir üyesi görüyor. Geçmişten bir anekdot, Çin devlet başkanı; sizin atalarımızla bizim atalarımız Asya'yı birlikte yönettik, bugün biz Asya'nın doğusundayız, siz batısındasınız, birlikte olursak dünyayı yine birlikte yönetiriz, dedi.. Bu bir realite. Küresel güç adaylarına karşı Hıristiyan Batı herşeyi elinde tutmaya çalışıyor. Bu Kürtlerin, PKK’nın meselesi değil, bu küresel batının küresel haçlı zihniyetinin meselesi.

“DÜNKÜ AKLIMIZ OLSAYDI ESED’E DÜŞMAN OLMAZDIK”

“AFRİN ABD’YE RAĞMEN YAPILDI”

Afrin’deki mücadeleyi terörle mücadelenin çok ötesinde değerlendiriyorsunuz ve Zeytin Dalı Harekatı’nı “Milli güvenlik tehdidine karşı Türkiye’yi savunmak” olarak tanımlıyorsunuz. Oradaki mücadelemiz Afrin’in temizlenmesiyle sona erecek mi?

Hayır.. Afrin’de hangi sonuç alınırsa alınsın önemli. Mutlaka başarılı olacağız ama esas önemli olan husus bu iradenin ortaya konulmasıdır. Suriye olayları başladığından bu yana Türkiye'nin Amerika politikalarına paralel bir yaklaşımı vardı. Esed’e düşman oldu. Dünkü aklımız olsaydı bugün Esed'e düşman olmazdık. Bu coğrafyaya dışarıdan müdahale eden hiçbir küresel güçle beraber olmamamız lazım. Söylemem gereken bildiğim şeyler var. Davutoğlu ve Gül bugünleri öngörerek Suriye'nin kuzeyinde tampon Bölgeler oluşturulmasını ABD ısrarla teklif ettik, kabul etmediler, 3 milyon Suriyeliyi Türkiye'ye kabul etmek zorunda kalmaz bu hercümerci yaşamazdık, ABD ısrarla Türkiye'nin bu yöndeki taleplerini reddetti. Çünkü bu günlere ulaşmak için çok şuurlu, bilinçli bir şekilde reddetti. Türkiye şimdi bir karar verdi. ABD politikalarıyla ayrıştı, ortaklığı bozuyoruz, herkes oyun oynuyor biz niye oynamayalım oyunu, NATO’dan, BM’den, Avrupa Birliği adaylığından da ayrılmayız, dedik. Afrin Operasyonu ile bir irade beyanı ortaya koyduk. Afrin ve Fırat Kalkanı ABD’ye rağmen yapıldı. Rusya ile de şimdi ittifak yapıyoruz.

“TÜRK DÜNYASI BAKANLIĞI KURMALIYIZ”

Bahçeli, Afrin, Mümbiç, Fırat Kalkanı ile terör koridorunu engellemenin, milli dava olduğunu her konuşmasında belirtiyor. Türkiye Fırat Kalkanı ile böldüğü terör koridorunu Afrin hareketiyle tamamen olasılık dışına itiyor diyebilir miyiz, yoksa Türkiye’nin atması gereken başka adımlarda mı var, onlar neler?

Hayır, olasılık dışına itmiyor. İlk adım atılmıştır. Türkiye kendi göbeğini kendisi kesme kararı almıştır, eskiden ABD’ye rağmen en ufak bir operasyon yapamıyorduk, Kıbrıs’ı yaptık, neler geldi başımıza.. Afrin harekatının sonuçlarını gelecek belirleyecek. Yeni bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz, küresel güçler bir masanın etrafında dünyayı paylaşıyorlar, Biz bu paylaşımda yokuz, biz de kendimizi merkez alarak, Türk dünyasına dayalı yeni bir dünya kuralım.

İslam Birliği gibi mi mesela?

Arap’a güvenilmez. İslam Birliği çok uçuk bir şey ama Türk dünyası var. İlle mevcut ittifak larımızı yıkıp yeni bir ittifak kurmak zorunda değiliz, Ama biz kendi tarihimizin coğrafyamızın gerçeğinin farkına varsak ve gereğini yerine getirsek nasıl olur? Hemen Türk dünyası Bakanlığı kuralım. Balkan devletleri var biz bunları 600 yıl yönetmişiz, Rusya'nın içerisinde onlarca özerk Türk Cumhuriyeti var. Heyet olarak Japonya’ya gittik, Japonlar, Kendi meclislerinde Uygur türklerine bir oda vermişler, Uygurları devlet kabul etmişler, onlarla bir dostluk grubu oluşturmuşlar, bizim ziyaretimizden önceki Başbakan da o dostluk grubunun başkanı olmuş, Çin, ABD, Rusya protesto etmiş, sen bunu niye yapıyorsun diye, Türkiye'den de CHP ve MHP'den bizler yetkilendirildik, Ben o dostluk grubu başkanına toplantıda bu kadar tepkiye rağmen, bu bedeli ödeyerek neden bu toplantıyı yapıyorsunuz, dedim. Başkan, siz galiba haritaya bakmıyorsunuz, Uygurların coğrafyasına bir bakın, Eğer büyüklüğünü korumak iddiasından sanız Asya'nın ortasında bir tarafında Çin, bir tarafında Rusya, bir tarafında Hindistan, burayı dikkate almayıp da ne yapacağız, Siz farkında değilsiniz ama biz büyük bir devletiz, dedi.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.05.58_1

“HATAY’I BİZDEN KOPARMAYA ÇALIŞACAKLAR”

“AFRİN BASİT BİR OPERASYON DEĞİL”

Ben atılacak başka adımlar var mı diye sorduğumda, Mevlüt Çavuşoğlu çoktan harekete geçmişti aslında. Irak'ın yeniden imarı için Türkiye'nin 5 milyar dolar kredi kolaylığı sağlayacağını açıkladı. "Afrin gibi Kandil'e de operasyon olmalı. Bunun için ne gerekiyorsa yapılacak" diye konuştu. Irak Hükümetinin izni ya da onayı olmadan bu operasyon ne kadar mümkün olabilir. Meşru müdafaa hakkı bunun için yeterli olur mu? Suriye’de mevcut harekat sürerken bu ikinci cephe dikkati dağıtmaz mı?

O işin detayını bilmiyorum. Sayın Dışişleri Bakanı hangi gerekçe veya hazırlıkla bunu söylüyor bilmiyorum. 2005 yılında Kandil operasyonu olması gerektiğini söyledik. 2012 yılında Afrin ile Kandil arasında bir güvenlik hilali hemen oluşturulsun, dedik. Kandil’i Afrin’e taşımaya çalışıyorlar. Artvin üzerinden Hatay'a bir proje yapacaklar, Hatay’ı bizden koparmaya çalışacaklar. Bunun için endişem odur ki, Suriye ile de anlaştılar. Rusya'nın da bir ölçüde haberi olduğu kanaatindeyim. Afrin'deki hadisemiz basit bir terörle mücadele değil. Bunu engellemek için Türkiye'ye taraflara şunu söyledi: Bu benim için var olmak, yok olmak meselesidir, ben buna müsaade etmem. Kendi göbeğimi kendim keserim, daha önce sizden aldığım silahları da istemiyorum, Kendi imkanlarımla mücadelemi ortaya koyarım, ne olacaksa olsun. Afrin'e jeopolitik değeri, güvenlikle ilgili konumu önemli ama Türkiye'yi yönetenlerin MHP'nin, milletin desteğiyle, kendi geleceğimizi, kendi irademizle, kendi kararımızla yaparız mesajı çok daha önemli. Bunun sonucu nereye ulaşır zaman gösterecek.

“KARARIMIZDA DURMAZSAK ÇEYREK YÜZYILA BÜTÜNLÜK İÇİNDE GİREMEYİZ”

ABD, AB, NATO bir yanda diğer yanda Rusya var. Şu anda Türkiye yıllarca karşı safta yer tutup cephe aldığı Rusya ile 60 yıllık müttefiklerinden daha iyi anlaşıyor. Bunun nedeni Türkiye’nin sürekli oyalanmaktan, aldatılmaktan ve arkasından iş çevrilmesinden sıkılmış olması mı? Yoksa bir eksen kaymasından mı bahsetmeliyiz? Türkiye saf mı değiştiriyor, saf yerine konulmamak için ortaklarının dikkatini mi çekiyor?

Ben şöyle olmasını umarım Türkiye tüm bu gelişmelerden sonra düşündü taşındı bir karar verdi. Hiç kimseye karşı olmadan, hiçbir müttefikinden ittifakından vazgeçmeden, yeni ittifaklar arayışına girmeden bir karar verdi ve dedi ki: Artık ben kendi geleceğimi de, kendi kararırımı da ve kendi emeğimle kuracağım ey taraflar! Bence önemli olan husus budur. Eğer Türkiye bu kararı şuuru olarak verdiyse ki buna mecburuz, eğer bu kararı vermemiş olursak, gelecek yüzyılın ilk çeyreğine bu bütünlük içerisinde gireceğimizi zannetmiyorum.

“BAZI DEVLET ADAMLARI OLAYLARI SİNEMA İZLER GİBİ İZLİYOR”

Bir de yaşanmışlıklar var mı bunun içinde? Türkiye-Rusya birçok alanda olduğu gibi savunma alanında da işbirliğine gitti. S-400 füze alımı için anlaşma tamamlandı. İkinci alım için de masaya oturulacak tarih bile konuşulmaya başlandı. Üstelik Rusya ile varılan anlaşmaya göre Türkiye şu an dünyanın en başarılı hava savunma sistemi olarak gösterilen S-400’leri üretip teknolojisini geliştirme haklarını da alacak. Bu arada Türkiye tam anlamı ile savunma sanayinde hamle üstüne hamle yapıyor. Bunları yapmakta neden bu kadar geciktik. Bize dostuz diyenlere çok mu güvendik? Tehlikeyi hiç bu kadar yakına gelmemiş miydi?

Devlet adamı geleceği öngörebilen bir insan olmalı. Geleceği öngörebilmek için dünü bilmek gerekiyor, bugünü anlamak için de dündeki iz düşümünü doğru tespit etmemiz lazım. Tarih felsefesi denilen bir ekol var. Her devlet adamı tarihini bilecek. Bölge tarihini bilecek. Dünya tarihini bilecek. O günü bilirse bugüne yansımasını doğru tahlil eder. Bugün Birçok devlet adamı yaşananları sinema filmi gibi izliyor. Dünü bilmezseniz, yarını öngöremezsiniz.

“ABD İLE DÖVÜŞMEDEN GEREĞİNİ YAPMALIYIZ”

“KOMŞULARIMIZLA BARIŞIK OLMALIYIZ “

Ben o yüzden soruyorum size bunları.. Yunanistan’da bunun bir parçası. Türkiye’nin Yunanistan ile her zaman en büyük sorunu Ege’deki statüler konusu olmuştur. Son zamanlarda tartışmanın odağında ise Türkiye’nin orada egemen biziz dediği, ancak Yunan tarafının da tam tersini iddia ettiği Kardak kayalıkları var. AB bu konuda Atina’nın yanında yer almış görülüyor. Türkiye’nin elini zayıflatır mı bu durum?

Zayıflatır. Büyük devlet tavrı şudur, Büyük devlet kavga yapmaz, yapması gerekeni yapar, ona itiraz edenler olabilir, O itirazı problem yapmamak lazım. AK Parti iktidarının temel yanlışlarından biri de budur, çok basit sebeplerden dolayı komşularımızla hep kavgalı hale geldik. Biz büyük devletiz, tarihi bir müktesebatımız var, 600 yıl bu coğrafyayı yönetmişiz, büyük imparatorluklar kurmuşuz. Büyük devlet olmamız sebebiyle komşularımızla barışık politikalar yürütmeliyiz. Diyaloğu açık tutmamız lazım, Amerika'nın belli bir stratejisi var, dünya devleti olmak, dünya Jandarması olmak, küresel güç adaylarına karşı pozisyonu korumak için jeopolitik değeri çok yüksek olan burada varlığını devam ettirmek istiyor. Bizi tehdit etmediği sürece biz buna itiraz etmiyoruz. Hatta bu konularda müttefikiz diyoruz. Davutoğlu, Amerika'dan geldiğinde Obama'nın görüşleri ile birebir örtüşüyoruz, demişti. Ben de mecliste çıkıp: Bu çok yanlış bir laf, neyle örtüyorsun, 300 bin insanın kanına girdiler, demiştim. Amerika ve hatta hiç kimseyle dövüşmeden kendi stratejimiz olmalı. Bir projemiz olmalı ve o projenin gereğini yapmalıyız, şimdi ilk adım atıldı. Türkiye'de mütecaviz değil, emperyalist değil, Biz Afrin'i işgal etmek için toprak kazanmak için gitmiyoruz, Biz ülkemize yönelecek terör tehdidinin tedbirini sınırlarımızın dışında alıyoruz, doğru olan da budur. Çünkü Afrin'deki bir batarya Türkiye'yi vuruyor, Buna engel olmak için gidiyoruz, bu kimseye düşmanlık, karşıtlık değil. Türkiye'ye düşmanlık yapılmasına müsaade etmeyiz, tavrıdır. Bunu Amerika çok iyi anlıyor. Bütün her şeye rağmen gelip gidiyorlar. Kaldı ki Dış İlişkiler de Sürekli düşmanlık olmaz. Amerika Dışişleri Bakanı çantasında milyar dolarlık bir yatırım planı ile geliyor, bizimkiler başka şeyler konuşacağız diyor ama Tillerson, ‘Suriye ve Irak’ı imar edeceğiz. Bu 300 milyar dolarlık bir proje. Bu projede bizim ortağımız olur musunuz?’ diyecek. Türkiye de buna ayak atıyor, 5 milyon dolar kredi ayırırız diye. Düşmanlıkla bir yere varılmaz. Büyük devletseniz, hem zamanın, hem bugünün bileşkesini bulmak gerekiyor. Devletin ortak aklı çok büyük, bugün devleti yöneten kişilerle kayyım değil. Ama bugün terör üzerinden Türkiye'yi parçalamak gibi çok günlük bir olayla karşı karşıyayız. Milliyetçi Hareket Partisi zamanında tedbir alınmazsa gelecekte beka sorununa sebep olur diye, devleti kuran irade olarak, bu milletin kimliğinin siyasetini yapan bir hareket olarak, milletin yanında duruyor. Yeni bir Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiliyor.

“MHP AÇIK KALACAK”

“KURUMSAL KİMLİĞİMİZ DEVAM EDECEK”

Yeni sistem bundan sonraki ittifakları zorunlu mu kılıyor? 2024’te MHP’nin bir Cumhurbaşkanı adayı olur mu sizce?

Bilmiyorum ama önümüzdeki süreçte, ülkenin geleceği ile ilgili sorumluluk noktalarında MHP de olacaktır. Bizim için asıl olan millettir, devlettir. Kurumsal kimliğimizi de devam ettireceğiz MHP açık kalacak. MHP devam edecek, daraba açık kalacak, MHP bu millete lazım. ihtiyaçlarımızı, hayallerimizi karşılayabilmek için korkularımızı emniyete almamız lazım.

“AK PARTİYE OY VERMEDİM”

Herkesin ikinci tercihi MHP, demiştiniz. Peki sizin ikinci tercihiniz Ak Parti olabilir mi?

Ben Ak Partiye oy vermedim, vermem de bundan sonra. Ama hadise şu, milletin iradesine saygı duymak mecburiyetindeyiz.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.06.14_1

“ERDOĞAN’A ŞÜKRAN DOLUYUM”

“TÜRKMENLERİ SEVİYORUM AMA TÜRKİYE’Yİ DAHA ÇOK SEVİYORUM”

“SURİYE PARÇALANIRSA TÜRKİYE ZORDA KALIR”

Sayın Erdoğan ile geçmişte muhalif diyaloglar içerisine giriyordunuz. Aranızdaki maneviyat hangi çizgide? Ak Parti davası ile sizin davanız birbirinden çok mu ayrılıyor, yoksa ortak müşterekleri anlamak MHP ya da Ak Parti için biraz zaman mı aldı?

Biz sorumluluklar konusunda ortak bir noktada buluştuk. Millete ve devlete karşı sorumluluklarımız var. Biz milletimiz adına devletin başındaki Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a samimiyetle destek verdik. Tayyip Erdoğan, Suriye Türkmenlerine çok ciddi destek vermiştir. Ona şükran doluyum. Teşekkür ediyoruz. Ben Suriye Türkmenleri meselesini şahsi ikbalimin önüne koyarak, MHP’deki görevimden, hatta milletvekilliğinden de ayrılıp, AK Parti'nin nezdindeki meclis çalışmalarına kendimi vakfettim. Ben Türkmenim, Türkmenleri çok seviyorum ama Türkiye'yi daha çok seviyorum. Suriye Türkmenleri, Türkiye'nin geleceği, güvenliği açısından önemli. Çünkü Suriye'nin en stratejik yerleri, Türkmenlerin yoğun yaşadığı yerlerdir. Türkmen varlığı tarihi bir varlıktır. Buralardaki Türkmen varlığı, gelecekte Suriye'nin birliğini sağlayacaktır. Suriye parçalanırsa Türkiye'de zorda kalır. Türkiye ısrarla Suriye'nin siyasi ve toprak bütünlüğünü savunuyor. Suriye'yi Suriye yönetenler dahil bir tarafında İran, bir tarafından Rusya parçaladılar. Suriye Türkmenleri Suriye'nin birliğini de sağlayacak, bu da Türkiye'nin güvenliğine destek verecek. Duygusal olarak Tayyip Erdoğan’a Türkmenlere verdiği destek için şükran doluyuz ama siyaseten partimin pozisyonu itibariyle ortak noktada buluştuk, dünkü sert muhalefetin sonucunu aldık. Türkiye’nin kendi kararlarını kendisi veren, kendi geleceğini kendisi belirleyen sürecinde Tayyip Erdoğan’ın arkasında duruyoruz.

“EVİMİ Mİ DEĞİŞTİREYİM, YATAK ODAMI MI?

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 2007 - 2009 yılları arasında verilen dinleme kararları arasında isminiz vardı. Sizi dinleyen niye dinledi sizce? Dinleyenin ulaşabileceği maksimum bilgi ne olabilirdi?

Akıl, açık olmayı gerektirir. Tüm siyasi hayatımda, ikili ilişkilerimizde gizli iş yapmamaya dikkat ettim. Evimi dinlediklerini biliyorum. İlgililerine söyledim: Evimi mi değiştireyim, yatak odamı mı değiştireyim, ne kadar dinliyorsunuz, ne kadar izliyorsunuz? Ama hiç önemli değil, biz mazbut, samimi insanlarız, devlete, millete karşı art niyetimiz yok. Bunu dürüstlük anlamında söylemiyorum, akıllılık anlamında söylüyorum, bize biçilen ömrü huzur içerisinde yaşamak akıllılıktır. Bizi dinlediler biliyorum. MHP’ye operasyon yapılmasını engelleyen insanların. FETÖ’nün MHP’yi ele geçirmek için yaptıkları operasyonlara karşı ilişkilerimizde hep tedbir geliştirdik. Mesela ben asla FETÖ’nün toplantılarına gitmedim, çünkü onu bir müktesep haline getirmesinler, ileride MHP’ye karşı kullanmasınlar diye. Aralarında çok dostlarımız vardı ama siz hizmet alanında kalın, siyasete müdahale ettiğiniz taktirde yanlış olur, demiştik.

“15 TEMMUZ HAİN BİR OYUNDUR”

“TANIDIĞIMIZ KOMUTANLAR KANDIRILDI”

15 Temmuz akşamı hisleriniz neler oldu?

Ben Ankara’daydım. Evim meclisin yakınında, uçakların uçmasıyla ihtilal teşebbüsü olduğunu anladım, Genel Merkezde toplanıp görüntü oluşturmamız gerekiyordu, Genel Başkan buna müsaade etmedi. Bu ihtilal teşebbüsüydü, ihtilal kimden gelirse gelsin, millete ihanettir. Milletin yürüyüşünün önünü kesmektir. bir projedir. Hain bir oyundur. Yakalanan komutanlar arasında tanıdığımız birçok insan var, kandırılmış insanlar. Bu oyunun Türkiye’nin aleyhine olacağını öngörememiş insanlar. Biz hiddetle karşı durduk. Bizim karşı duruşumuz, Ak Partiyi cesaretlendirdi. Milletimizi cesaretlendirdi. Herkes bir yere kaçarken, Devlet Bahçeli, yoldan geri dönüp partiye oturdu ve demeç verdi. Bu bir ihtilaldir, ayaklanmadır, milletimizin, devletimizin yanındayız, dedi. Bizim çıkışımız önemliydi.

WhatsApp_Image_2018-02-19_at_07.10.55_1

“DOĞRU OLANI DEĞİL, FAYDALI OLANI SÖYLEMEK LAZIM”

“GENELKURMAY BAŞKANIYIM DİYE FAYDASIZ SÖZ SÖYLEME HAKKI YOK”

TSK, sizin milliyetçilik gibi arkasında durduğunuz bir kurum. Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, Zeytin Dalı Harekatı’nın siyaset malzemesi yapılmamasını istedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Sayın Bahçeli bu açıklamaya sert tepki gösterdi. Sayın Bahçeli, “Siyaset beka mücadelesini konuşmayacak da neyi konuşacaktır? Nesli tükenen balinaları mı anlatalım?” dedi. Siyasi aktörlerin Afrin ya da Zeytin Dalı Harekatı’nı konuşması TSK’ya zarar veriyor olabilir mi? Siyasetin ülkeyi ilgilendiren bir konuda konuşmaması düşünülebilir mi?

Afrin meselesi bir milli davadır, milli davalar millete mal olduğu takdirde milli dava haline gelir. Orada milletin çocukları ölüyor. Bu tür durumlarda iki tür konuşmacı vardır: Biri şovmenler, ilim adamları, eski askerler, siyasetçiler, birbirleriyle tartışarak show yapıyorlar, bunlar bu milleti etkilemiyor, seyirlik şeyler bunlar, Ama bu meseleyi bildiğini bildiğimiz, bildiğini zannettiğimiz Uzmanlar var, bunların doğru olanı değil, faydalı olanı konuşmak gibi bir sorumlulukları var. Hem milletin, hem askerin moralinin bozulmaması lazım. Sayın İlker Başbuğ bu milletin itibar ettiği, bu işi bilir diye bildiği bir şahsiyet. Doğruyu söylemiş olsa bile söylediği doğru tereddüt oluşturuyorsa yanlış yapıyor demektir. Ben Türk Silahlı kuvvetlerini koruyorum, ağabeyim, eski Genelkurmay Başkanıyım diyerek faydalı olmayan sözü söyleme hakkı yok.

“ABDULLAH GÜL’ÜN NE SÖYLEDİĞİNİN ÖNEMİ YOK”

15 Temmuz da bizim Milli Davamız haline geldiği için Abdullah Gül’ün tavrını da yorumlamanızı isteyebilirim. Tarihi bir fırsat olarak gördüğü için açılımı ilk Abdullah Gül’ün başlattığını, bunun için Gül’ün Nobel’e aday olarak düşünüldüğünü belirtmiştiniz. Gül’ün 15 Temmuz’da darbecilere direnenleri koruyan düzenlemeye karşı çıkışının altında ne görüyorsunuz?

Devlete millete mal olmuş, bilinen insanlar üzerinden bir algı operasyonu yapılmaya çalışılıyor. Sayın Abdullah Gül'ün ne söylediği, ne söylemediği önemli değil ama mesele, Abdullah Gül üzerinden bu yapılanlara itiraz eden bir grup varmış gibi bir algı yaratmak, tereddüt uyandırmak. Bu bir algı operasyonu. Yoksa Abdullah Gül, çok deneyimli, devlete millete hizmet etmiş bir insan. Neyin zararlı olduğunu bilecek kadar yetkin, yetişkin bir insan. O da şuurluca ve doğru bir üslup kullanarak, çok dikkatlice, kendisine atfedilen, tartışmaya sebep olan konularda lafı çoğaltmamaya çalışıyor. Ama Ak Parti sözcülerinin ölçüsüzce yaklaşımlarını tasvip etmiyorum. Abdullah Gül, bu devlete, bu millete zarar verecek bir pozisyonda olamaz, buna inanmamız lazım. Bir yola çıkmış, bir programa omuz vermiş insanlar olarak biz, birbirimizin yanlışını savunmak mecburiyetindeyiz. Yanlışımızı savunursak, dost oluruz, ekip oluruz. Abdullah Gül üzerinden bir muhalif yaratmak, akıllıca bir davranış olmaz. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’e ‘gel’ dese gelmeyecek mi yani? Bir sorun olduğunda gider yüz yüze konuşurlar. Millet adına devleti yönetenlerin, veya temsilcilik yapmış, öne çıkmış, itibarlı insanların bazı sorumlulukları var. Morali bozmayacaklar, kafayı karıştırmayacaklar, doğru olanı değil faydalı olanı yapmak mecburiyetindeler.

“İNŞALLAH İTTİFAK, YERELDE DE OLUR”

Devir teslim töreninde birlikte yürüyüşe çıktığınız Burhanettin Kocamaz, Belediyeye, ‘rüşvet bu kapıdan giremez’ tabelası asmıştı. Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili değerlendirmenizi alabilir miyiz? İttifak, yerelde de kendini gösterir mi?

Burhanettin Kocamaz, çok yetişkin bir yerel yönetici, çok deneyimli bir belediyeci. Kişiliği ile ilgili söylenen şeyler ayrı mesele. Hizmet, TOPLUMUN TABİİ HAKKIDIR. Hizmette sınır yoktur. Önümüzdeki seçimde, MHP’nin üslubu ile ilkesi ile yapılan belediyeciliği milletimiz başka şehirlerde de denemek isteyecektir. Geçen dönemden daha fazla belediye kazanacağımız inancındayız. İnşallah bu ittifak, yerel yönetim seçimlerinde de hayata geçer. İnşallah sürtüşmeye düşmeden genel siyasetteki ortaklığımızı yerelde de yaparız. Bu süreci çatışmasız geçmemiz gerekiyor.

MEHMET ŞANDIR KİMDİR?

Mehmet Şandır, 1947'de Kantara'da doğdu. Babasının adı Hasan, annesinin adı Atika'dır.

Orman Yüksek Mühendisi; İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını aynı fakültede matematik istatistik konusunda yaptı.

Orman Bakanlığı ile Gümrük ve Tekel Bakanlığında Kontroller Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. Serbest ticaretle uğraştı. Suriye Bayır Bucak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanlığı, Türk Ocakları Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Kuruculuğu ve 2. Başkanlığı görevlerinde bulundu.

21. Dönemde Hatay, 23 ve 24. Dönemde Mersin Milletvekili seçildi. 23. Dönemde Türkiye Suriye Dostluk Grubunun Başkanı oldu.

Orta düzeyde İngilizce ve Almanca bilen Şandır, evli ve 3 çocuk babasıdır.

"Gül'ün ne söylediğinin önemi yok! Başbuğ'un faydasız söz söyleme hakkı yok" ile ilgili etiketler MHP AK Parti mehmet şandır
GÜNÜN VİDEOSU

Jandarma üniformasıyla esnafa GBT kontrolü yaparken yakalandı! Kadının asıl mesleği şaşırttı...

Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde jandarma üniforması giyerek esnaf ve müşterilere Genel Bilgi Toplama (GBT) kontrolü yaptığını söyleyen kadın, ihbar üzerine olay yerine gelen polis ekiplerine yakalandı. Gözaltına alınan kadının sözleşmeli öğretmenlik yaptığı öğrenildi.