'En Güzel İşten Atma Yarışması' yakında televizyonlarda!

Biraz abuk bir tipim.

Mesela.

Kriz dönemlerinde işten çıkarılmalara bakınca, orada ekonomik kriz görmüyorum.

Ne görüyorum?

İşverenlerin krizi ambalaj olarak kullanarak, adamım Bauman’ın “atık insan” dediği, kendileri için yüke dönüşmüş çalışanlardan kurtulma fırsatını.

İşten atmak esas olunca her fırsatı değerlendirirsin.

Yakın gelecekte, insanların sadece yüzde 20’sinin çalışmasının dünyayı döndürmeye yeteceği biliniyor.

Her kriz, sistemin sırtındaki “insan yükü”nü silkelemeye bahane oluyor.

Yemeyen, maaş istemeyen, zam da istemeyecek olan akıllı makineleri istihdam etmek varken.

İletişim sektörü de vazgeçilmez olunca, sadece işten atmak yetmiyor, gösterişli atmak gerekiyor.

George Clooney’nin oynadığı “Up in the Air” filminde bu durumun kara bir eleştirisi yapılır.

George “işten kovma görevlisi”dir.

Bizimki, şirketlerin kovacağı çalışanların karşısına geçer ve onlara cevap hakkı tanımayan bir gerekçe bildirir: “Pozisyonunuz kapatıldı.”

Sonra da maval okur: “Bu bir fırsat. Daha mutlu olacağın işler bul” vs.

Hadi o bir film.

Geçen hafta.

Son yıllarda hızla büyüyen ev kiralama şirketi Airbnb, 1900 çalışanın işine son verdi.

Ertuğrul Özkök de yazdı.

CEO Chesky, çalışanlara önce bir mektup yolladı. “Üç saat sonra içinizden bazılarına bir mektup gelecek” dedi.

Mektupta işten çıkarıldıkları yazacaktı.

Rus ruleti gibi. Ama ne kadar estetik değil mi?

İletişimcileri çok iyiydi, şirketi, itibarı, kârlılığı düşünüyordu ama işten atılacaklara ne olacağını umursamıyordu.

Onlar bir ayrıntı, virgülden sonraki rakamlardı sadece.

(Halbuki “kaos teorisi” der ki, virgülden sonraki rakamları küçümseme, toplamda büyük değişimlere neden olur.)

Patron üzüntülerini belirttiği mektuba eklemişti: “Apple laptoplarınız sizde kalabilir.”

Ne kadar düşünceliydi, “yeni iş bulmak için o bilgisayarlara ihtiyacınız olacak” dedi.

Yakında bu işten kovma modeliyle iletişim ödülleri de alınır.

Yeni dünyanın nabzını iyi tutan iletişimciler ise bu uygulamadan utanç duyabilirler.

Çünkü bir yandan işten atmalar artarken diğer taraftan “fair trade” denen bir akım yükseliyor.

İşin her aşamasında adil, sorumluluk sahibi, şeffaf vs. olmak gerekiyor.

Bizde henüz bu “fair trade” kavramı görmezden geliniyor.

“İnsanları nasıl daha estetik işten atabiliriz” kaygısı, “insanları nasıl işte tutabiliriz” kaygısından daha satılabilir bir şey.

Ve fakat.

İşten atanlar çoğalacak, devletlerin “işe alan”ları çoğaltacak üretim odaklı projeler gerçekleştirmesinde yarar var.

FALCINIZ GELDİ HANIIIM

Mart ayında, lisansüstü öğrencilerime “ülkemizin Covid 19 virüsünden kurtulmasının tek yolu virüsün pes etmesi, yani mutasyona uğraması olacak” demiştim.

Ki bu haftaki derste de hatırlatıldı.

Önlemlerin gevşetilmesine bakınca anlıyorum ki mutasyonun eli kulağında.

Okur soruyor, “bizi ne bekliyor?”

Yoğun işsizlik. İnsanların karayoluna ve otomobillere yığılması nedeniyle trafik kazaları, sosyal mesafesizlikten çıkan kavgalar, nedensiz ölümler, artan boşanmalar…

Susayım en iyisi.

“YENİ NORMAL”

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında “yeni normal” dedi diye, bizim televizyon entelleri dahil herkesin dilinde bir “yeni normal” var.

Cumhurbaşkanının “maskeli, mesafeli yeni hayat” için kullandığı “yeni normal”, aslında Philippe Kotler’in “çalkantılar dünyası” için kullandığı bir ifade.

Yükselme ve krizlerin aniden ortaya çıkarak birbirini takip etmesi durumuna denir.

Yani, yeni yaşam tarzı değil, çalkantılarla yaşama hali için ortaya atılmıştır. Nokta.

 ORTAYA KARIŞIK SORULAR

Bir, otellere yeni önlemler geleceğini söyleyen Sayın Turizm Bakanı, acaba beş yıldızlı otellerin denetimini nasıl planlıyor?

Zira gariban zabıtayı beş yıldızlı otele sokacak bir işletme sahibi ben tanımıyorum.

İki, restoranlarda masa mesafesi, sandalye mesafesi, maske zorunluluğu getirilmesi üç gün uygulanabilir mi?

Hadi masalar uzaklaştı, maskeyle nasıl yemek yiyeceksin? Yemek geçirgen maskemiz mi olacak?

Onun bunun ağzına girip çıkan kaşık çatal ne olacak?

Üç, orada burada görülen dezenfekte kabinleri komedisi ne iş? Bu arkadaşlar virüsü ne sanıyor olabilirler?

Dört, AVM’lere içeride üç saat kalınması uygulaması nasıl olacak, herkese parkmetre mi takılacak?

Özeti, bu virüsün cılkı çıkmıştır.

GELENİN GİDENİ ARATMA MESELESİ

Anadolu Üniversitesi’nin rektörü istifa edince, Fatih Altaylı burulmuş. Gitmesine lafı yokmuş ama gelen gideni aratabilirmiş.

Geçenlerde bir arkadaşım da tepe yöneticisinden şikâyet ediyordu. Hem de ne şikâyet.

“Belki kabine değişir seninki de görevden alınır” dediğimde, “aman” dedi, “umarım öyle bir şey olmaz. Bizimkini almasınlar.”

Şaşırdım, “Az önce demediğini bırakmıyordun, hayırdır?”

“Gelen gideni aratıyor, bilmiyor musun” dedi.

Şimdi. Bu yöneticileri atayan arkadaşlar, insanların bu algısı için ne düşünüyor olabilirler?

SINAV VAR, BUYRUN

Soru: Canımız sıkılıyor, spor müsabakaları da yok ya. Şu bizim koronaları yarıştırsak hangi taraf kazanır?

a-AVM virüsleri

b-Semt pazarları virüsleri

c-Market virüsleri

Soru: Mart ayından başlayarak dokuz ay sonrasında doğum oranları ne olur?

a-Düşer, korkudan kimse kimseye yaklaşamıyordur.

b-Yükselir, yapacak başka işleri yok nasılsa.

Soru: Coca Cola’nın Lübnan’dan çekilme kararı nasıl yorumlanmalıdır?

a-Küresel iflasların eli kulağındadır.

b-Şirket strateji değiştirmiştir.

Soru: Kafe, AVM, restoranları günün belirli saatlerinde açarak virüs önlemi aldığını sananlar neyin kafasını yaşıyor?

a-Virüslerin de bir mesai algısı olduğunu düşünüyorlar.

b-Dostlar alışverişte görsün diyorlar.

İŞGİLLENMEYE BAŞLADIM

Tamam, Covid 19 yeni bir virüs. Kimse bilmiyor.

Kimsenin bilmemesi de ilginç tabii. Sokaktaki insanla, işi virüs olan bilim insanları aynı bilgi seviyesinde.

“Sadece doktorlar maske takmalı” noktasından “herkes taksın” noktasına gelindi.

“Eldivensiz olmaz” noktasından “eldivene gerek yok” noktasına gelindi.

“Çocuklara bir şey yapmıyor” noktasından “çocuklar da ölüyor” noktasına gelindi.

“Kronik hastalıkları olanları öldürüyor” noktasından “onlardan da kurtulan var” noktasına gelindi.

“Tansiyon hapları büyük risk oluşturuyor” noktasından, “bu haplar masummuş” noktasına gelindi.

“Sıcak havada da virüs yaşıyor” demişlerdi, şimdi “sıcak havada ölüyormuş” demelerini bekliyorum.

BİRİ SÖYLESİN

Biri, Kanal D Ana Haber sunuculuğundan “Aileme zaman ayırmak istiyorum” diyerek ayrılan Buket Aydın’a, “Medyada kimsenin bu mazerete inanmadığını” söylesin.

Uçakları havalanabilen ama inemeyen Pegasus’un yöneticisi Mehmet Nane “Krizde samimi ve doğru iletişim” yaparak süreci yönettiklerini söylemiş.

Biri Nane’ye, “Doğru iletişimin ancak doğru işle mümkün olacağını, önceliğin uçakların güvenliği olduğunu” söylesin.

Biri, “Ellerini özledim anne, senin ellerin gibisi yoktur” dizeli şiirler yazan Kerem Alışık’a “şiir yazmayı bırakmasını” söylesin.

Biri, Kerem Bursin’e yeni dizisi “Sen Çal Kapımı”nın “bu isimle reyting alamayacağını, kendisine yazık etmemesi gerektiğini” söylesin.

AKLIMDA KALAN

Medyamızın hali: Ülke Tv’de, “Bizim aile 50 kişiyi öldürür, komşulardan liste hazır” diyen Sevda Noyan’a demediğimizi bırakmadık, tamam. İyi de, uzun zamandır medya içeriğini mezbeleye çeviren, konuk seçerken abuk sabuk kriterler uygulayıp, komşu altın günlerinden ileriye gidemeyeceklere, kahvehanede pişpirik oynayanlar düzeyinde muhabbet edenlere “kanaat önderi” diye ekranlarını açan medya yöneticilerine laf eden neden yok? Sağda da solda da, “kendilerinden olma kriteri”, kendilerini aşağı çekiyor umurlarında değil. Sefalet.

Diğer Yazıları