"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli"

SuperHaber röportaj editörü Hülya Okur, Kamu Denetçiliği Kurumu Başkanı bir başka deyişle Türkiye'nin Ombudsmanı Şeref Malkoç'la konuştu. Hülya Okur, yerel seçimlerden, ittifaklara son günlerin çok önemli tartışma konusu olan Ahmet Taşgetiren'in 28 Şubat'a ilişkin sözlerinden Mansur Yavaş'ın "Dindarlar hayvanlara eziyet ediyor" çıkışına kadar her konuyu sordu, Malkoç ise samimiyet ve açıklıkla yanıtladı...

Türkiye'nin Ombudsmanı Şeref Malkoç, 31 Mart'ta gerçekleşecek yerel seçimlerle ilgili olarak parti genel başkanlarına mektup yazdığını anlattı SuperHaber'e, sonra da belediye başkanlarını bekleyenen en büyük tehlikeyi “Menfaat şebekeleri belediye başkanlarını yanlışa sevk ediyorlar” sözleri ile işaret etti.

CHP'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mansur Yavaş'ın "Hayvanlara dindarlar eziyet ediyor" sözleri ile ilgili olarak da "dindarlarla uğraşanların akıbeti belli Yavaş onlar arasına girmesin Mansur Yavaş çıksın özür dilesin” tavsiyesinde bulundu.

Son günlerin tartışma konusu olansağlık bakanı

Karar yazarı Ahmet Taşgetiren'in darbelere ilişkin sözleri ile ilgili olarak Malkoç, "Ben bir yanlış anlaşılma veya dil sürçmesi olmuştur diye düşünüyorum." ifadesini kullandı.

Malkoç 28 Şubat'ın vahametinin altını ise "15 Temmuz, 28 Şubat’ın gayri meşru çocuğudur" cümlesi ile çizdi.

Ve ittifaklar. Şeref Malkoç'a göre ittifaklar siyasi veraseti ortadan kaldırdı. Siyasi verasetin ortadan kalkmasının ise siyasi vesayeti ortadan kaldıracağını ifade eden Malkoç Rahmetli Turgut Özal’ın “2,5 parti olacak” sözlerini hatırlattı ve "Türkiye adeta rahmetli Özal’ın dediğine doğru gidiyor." sözleri ile Türkiye'nin gelecekteki siyasi iklimine işaret etti. 

CHP'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Tunç Soyer ile ilgili olarak da "Suç ve ceza bireyseldir, doğru. O adayın babasının yaptığı işlerden dolayı ceza hukuku veya tazminat hukuku açısından bir sorumluluğu yok. Tunç Soyer olayı sosyolojik olaydır. Babasının manevi mal varlığı Tunç Soyer'e sirayet edecektir" ifadelereni kullandı.

En çok sigortacılarla ilgili şikayet aldıklarını, yazılarına en uzun sürede cevabı Sağlık Bakanlığı'ndan aldıklarını söyleyen Malkoç kendilerine başvuranlar arasında çocukların da bulunduğunu belirtip. "Annem kulağımı çekti" diye şikayet eden bile oluyor diyor. 

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli"

İşte Hülya Okur'un Türkiye'nin Ombudsmanı ile yaptığı söyleşinin detayları...

“ÖMRÜM İNSANLARIN DERTLERİNE ÇÖZÜM BULMAKLA GEÇTİ”
AK Parti' de önce Yüksek Seçim Kurulu temsilcisi, sonra Siyasi Etik Kurulu Başkanı ve 2015’te de Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığına atandınız. KDK’da geçmişte üzerine gidemediğiniz konular açısından nasıl bir avantaja sahipsiniz, %75’ini çözüme ulaştırdığınız sorunlar, Türkiye’nin genel sorunları açısından nasıl bir paya sahip?

Ömrümün önemli bir kısmı sivil toplum örgütleri ve insanların dertlerine çözüm bulmakla geçti. Lise ve üniversite yıllarında öğrenci derneklerinde ve avukatlık yıllarımda bir çok sivil toplum örgütlerinde yöneticilik yaptım. Ve ardından Refah Partisi dönemi ve iki dönem milletvekilliği geldi. Rahmetli Erbakan Hoca ile hem en iyi hem en zor zamanında 15 yıla yakın beraber olduk. Bunun 10 yılı ona danışmanlıkla geçti. Ardından Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a başdanışmanlık yaptım ve 2016’nın Kasım ayından beri de Kamu Baş Denetçiliğindeyim. “Dertler paylaşıldıkça küçülür, sevinçler paylaşıldıkça büyür”, çocukluğumdan bu yana bu atasözünü uyguluyorum. Burada yapmış olduğum görev, önceki görevlerin devamı niteliğinde. Kamu denetçiliği kurumu olarak Meclis’te seçiliyorsunuz ve tüm siyasi partilere eşit davranacağınıza dair yemin ediyorsunuz. Bu biraz daha farklı bir süreç ama netice itibariyle 82 milyon insana hizmet ediyorsunuz. Bu zevkli bir şey. Zor durumda olan insanlara yardımcı olmak çok gurur verici.

“İDARE İLE VATANDAŞI BARIŞTIRIYORUZ”
“İNSANLARIN DERTLERİNİ DİNLEMEK ALTERNATİF YARGI MIDIR?”
Peki Kamu Denetleme Kurumunun kuruluşu, bugüne gelişi kolay oldu mu, hangi engellere takıldı?

Bu kurum zor şartlar altında kuruldu, ombudsmanlık yıllarca tartışıldı, 2004 yılında kanun çıktığında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından geri gönderilmiş, Meclis noktasına virgülüne dokunman tekrar aynı kanunu çıkartınca, bu kez Anayasa Mahkemesine intikal ettirmişti. Anayasa Mahkemesi de bunu iptal etmişti. 2010’da Anayasa’ya konup, 2012 6328 sayılı kanunla kuruldu. O zamanki algı, alternatif yargı oluşturması yönündeydi. İnsanların dertlerini dinlemek alternatif yargı mıdır? Zor kurulmuş, geç kurulmuş faydalı bir kurum. Biz aradaki açığı telafi etmeye çalışıyoruz. Yaptığımız şey, idare ile vatandaş arasında çıkan sorunları mahkemeye gitmeden çözmeye çalışmak. İnsanımıza: Devlet kurumları ile belediye ile okul ile hastane ile bakanlıklarla ilgili sorunun varsa mahkemeye gitme, bize gel, diyoruz. İdare ile vatandaşı barıştırmaya çalışıyoruz. İncelenebilir başvuruların %75’ini dostane bir şekilde çözmüşüz.


“KAMU DENETÇİLİĞİ KÖKLERİ BİZDE OLAN BİR KURUM”
“SEÇTİĞİNİZ BELEDİYE’NİN DENETİMİNİ BİZİM ÜZERİMİZDEN SAĞLAYIN”
“BİZ DEMOKRASİNİN ARACISI SAYILIRIZ”
Rahmetli Erbakan ve Sayın Erdoğan’ın zor günlerinde ve mazlumların yanında durduğunuz dönemden bu güne geldiğimizde, belki de bugün mazlum yaratmama üzerine kurulu bir sistem bu. Hatta KDK için, demokratik sistemin bir sonucudur diyebilir miyiz?

Kamu denetçiliği kurumu aslında dünyada yeni yaygınlaşan bir kurum. Bizde 1912’de kurumsallaşmış ama kökleri çok eskiye dayanıyor. İlk anayasal kurum haline getiren İsveçliler, ardından Norveç almış ve ikinci dünya savaşından sonra bütün Avrupa’ya yayılmış. Bizim Adalet Bakanımız incelemeye gittiğinde İsveç Adalet Bakanına soruyor, bu nereden doğdu, nereden teşekkül etti, İsveç Adalet Bakanı şaşırıyor ve “Biz bunu Osmanlı’dan aldık” diyor. 1709 yılında İsveç Kralı, namı değer Demirbaş Şarl, Ruslarla savaşıp yenilince Osmanlı’ya sığınıyor. Tam 5 yıl Osmanlı’da kalıyor, 37 yaşında ölüyor, o sürede devlet ile teba, devlet ile vatandaş, padişah ile halk ilişkisini incelemiş çok hoşuna gitmiş, padişahların cuma selamına çıktığında vatandaşın cebine mektup koymasından veya uzaktan şikayet dilekçesi yazması ve padişahın Divan-ü Hümayun’u toplayarak çözmesinden etkileniyor. Bunu esas alarak İsveç’e gönderiyor. Yani kökleri bizde olan bir kurum. Şarl’ın demirbaşlığı şuradan geliyor: Osmanlı döneminde padişah III.Ahmet Şarl’ı göndermek istiyor, sen kralsın İsveç’e git diyor, o da Ruslardan korkuyor, 5 yıl kalıyor, e tabii masrafı var, gideceği yok, en iyisi Osmanlı’nın demirbaşına kaydedelim de bizim demirbaşımız olsun, diyorlar. Bu kurum böyle güzel bir kurum. Bizim hedefimiz, Türkiye'de kamu hizmetlerinin kalitesini artırmak, hukukun üstünlüğünü yerleştirmek, denetlenebilir, insan odaklı bir idare oluşturmak, hepsinden önemlisi de hak arama kültürünü yaygınlaştırmak. Vatandaş Anayasa’daki hak ve özgürlüklerini almak için mücadele ederse Türkiye’de arzu edilen hukuk devleti oluşur. Anayasa ve yasada var olan haklar yeterince bilinmediği için insanımız da mücadele vermiyor. Bizim kurumun demokrasideki yeri açısından şunu söyleyeyim. Türkiye’de seçimler 5 yılda bir yapılıyor. Oyunu veriyorsun, bir daha belediye başkanı veya milletvekili ile ilgili önüne sandık geliyor. Ben diyorum ki, bir belediyede, bir ilde, ilçede oyunu verdiğiniz kişinin kamu denetçiliği üzerinden denetimini sağlayın. Bize yapılan başvurular sonucu verdiğimiz tavsiyeler sonucu idareyi yönlendiririz. Demokratik katılımı sağlayın. Biz bir bakıma demokrasinin aracısı sayılırız.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 2

“PARTİ GENEL BAŞKANLARINA MEKTUP YAZDIM”
Yerel seçimlerden önce bütün siyasi parti başkanlarına bir mektup yazarak, KDK’ya yurttaşlar adına denetim yapan bir organ haline getirmek, özerkleştirmek, idarenin etkinliği ve şeffaflığı için beyannamelerinde yer verilmesini teklif etmiştiniz. Bu tavsiyeniz kabul gördü mü?

Vatandaş 5 yılda bir oy kullanıyor ama onun dışında idareyi etkileyebilmesi hatta idareyi yönlendirebilmesinin demokratik mekanizmalarından birisi Kamu Denetçiliği Kurumu. Biz de hazır seçime gidiliyor iken Yüksek Seçim Kurulu'ndan partilerin listesini aldık ve bunların genel başkanlarına bir mektup yazdım. Birincisi demokratikleşme, insan hakları, kamunun şeffaflığı ve denetimi açısından seçim beyannamelerinizde geniş yer ayırın, dedik. İkincisi sizin partiden belediye başkanı seçildiğinde kamu denetçiliği kurumunun kararlarına uyacaklarına dair taahhüt alın, dedik. Dönüşler iyi. Ama bunun ne kadar iyi olduğunu uygulamada veya seçim beyannameleri ortaya çıktığında göreceğiz. Bize tamam çok güzel oldu deyip, seçim atmosferinde unutular mı unutmazlar mı bilmiyorum ama biz üzerimize düşen görevi yaptık.

“KİM BELEDİYE BAŞKANI OLURSA OLSUN, HUKUKA UYSUN”
Bu çalışma Belediye Başkanları seçme yetkisinin halktan sonra size verilmesi gibi de anlaşılıyor. Yani şikayet sayısına göre alacağınız kararlar belediye başkanının tasfiyesine neden olabilecek.

O bizim alanımızın dışında oluyor. Seçim işi ayrı bir şey. Biz şunu istiyoruz: Kim belediye başkanı olursa olsun hukuka uysun, kim belediye başkanı olursa olsun vatandaşın derdini dinlesin. Bu noktada siyasi partileri ve belediye başkanlarını zorluyoruz. Kamu Denetçiliği Kurumu anayasal bir kurum, kamunun vicdanı, hakkaniyet, adalet kurumu. Seçime girmeden önce bunu hatırlatıyoruz ki, belediye başkanı seçildiğinde vatandaşın talebini yerine getirmezse, vatandaş bize gelirse “Biz sizi zamanında ikaz etmiştik” diyelim.

“ADAY BELİRLEME İŞİ BİZİM DIŞIMIZDA”
Peki belediye başkanı adayları üzerinde de bir denetleme tasarrufunuz var mı başvuru halinde bile?

Adayların belirleme mekanizmasını daha çok parti genel merkezleri belirliyor. Kiminle kazanırım diye arıyor, bakıyor, bu bizim dışımızda. Suç işlediklerinde savcılık veya vesayet yönünden denetleyen İçişleri Bakanlığı var. Ama bizim denetimimiz sadece belediyenin verdiği hizmetin kalitesinin arttırılması ve vatandaşların şikayetlerinin ‘memnuniyete’ dönüşmesi noktasında.

“ADAY PKK’LI İSE CEZASINI HALK VERİR”
Sayın Cumhurbaşkanımız HDP eşittir PKK, dedi. Banu Avar, ‘Ne kadar PKK’lı varsa banko CHP’li belediyelere aday’ dedi… PKK veya FETÖ ile irtibatlı bir adaylığı önleme erkiniz var mı?

Bunların mekanizmaları var zaten. Hangi parti nereden aday belirleyecek, belirlediği aday PKK’lı mı veya bölücü faaliyeti var mı, yok mu. Belirlenen adayın, aday olmamasını gerektiren cezai müeyyidesi varsa zaten ona bakan kurumlar var, en basitinden Yüksek Seçim Kurulu’na başvurulur ve adaylığı düşürülür ama aday olmasını engelleyen bir husus yok, aday PKK’lı veya FETÖ’cü, onun cezasını da halk verir. Ve diyelim ki halk o beldenin insanları seçti, terör örgütleriyle ilgili bir durumu tespit edildi, orada yargı devreye giriyor, İçişleri Bakanlığı yakasına yapışıyor. Doğu Anadolu bölgelerinde PKK’ye müzahir olan, onlara yardım-yataklık yapan belediyeleri hukuk mekanizması içerisinde İçişleri Bakanlığı görevden aldı. Hukukta çözümsüzlük yok, önemli olan o mekanizmaları işletmek.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 3

“KAYYUMUN ATANMASI BİLE BİZE ŞİKAYET EDİLEBİLİR”
Peki geçici görevlendirmelerde sizin bir fonksiyonunuz var mı? Kayyum yönetimindeki hizmetten dolayı vatandaşın size şikayet hakkı var mı?

Tabii. Kayyumun atanması bile bize şikayet edilebilir. Netice itibariyle o idari bir tasarruftur. Kayyumun hizmet verirken yaptığı eksiklikte bize şikayet edilebilir.

“BELEDİYE BAŞKANLARININ ETRAFINDA YAĞCI TAKIMLARI OLABİLİYOR”
“MENFAAT ŞEBEKELERİ BELEDİYE BAŞKANLARINI YANLIŞA SEVK EDİYORLAR”
Peki belediyelerin hizmetleri açısından, şu ana kadar önünüze çıkan tabloda en sıkıntılı olan bölgeler nereler?

Genelde belediye başkanlarında şöyle bir huy olur. Yasama, yürütme, yargı yetkisi var. Belediye meclisi var toplayıp karar alıyor, zaten başında kendisi var istediği kararı aldırabiliyor, o kararı kendisi uyguluyor, karara uymayana da ceza kesiyor. Bu kadar yetkisi var, belediye başkanının etrafında “Başkanım sen ne büyük insansın, her dediğin oluyor” şeklinde abartılı, yağcı takımları oluşabiliyor. Ona şirin gözükmek isteyen menfaat şebekesi belediye başkanlarını yanlış yönlendirdikleri oluyor. Marifet iltifata tabidir. Belediye başkanlarını yanlışa sevk ettikleri oluyor. Orada sorunlar çıkıyor. Ama biz o sorunlara sadece belediyenin hizmetleri açısından bakabiliyoruz. Bu sorunlar suç teşkil ediyorsa mahkemeler bakıyor, bu sorunlar idari açıdan denetim gerektiriyorsa İçişleri Bakanlığı müdahale ediyor.

 

“MANSUR YAVAŞ ÇIKSIN ÖZÜR DİLESİN”
“DİNDARLARLA UĞRAŞANIN AKIBETİ İYİ OLMUYOR”
Siz “Hayvanlara merhamet gösteren bir medeniyete sahibiz. Hayvanlara eziyet edildiğini görüyoruz” dediniz ve hayvan hakları çalıştayını devreye soktunuz. Ancak, CHP Ankara adayı Mansur Yavaş, hayvanlara eziyetin en çok dindarlar tarafından yapıldığını ileri sürdü. Ona vereceğiniz cevap ne olur?

Mansur Bey siyasi bir aday, ona mutlaka cevap verecek olanlar vardır. Ama bir ombudsman olarak ona şunu öneririm: Türkiye’de dindarlarla çok uğraşan oldu, Mansur Yavaş onların arasına girmesin. Çünkü dindarlarla uğraşanların akıbeti belli. Çıksın en azından özür dilesin çünkü ağır bir söz bu. Adaylar çok konuştuğu için, konuşma esnasında yanlış bir söz de söyleyebilir ama Türkiye’de dindarlara sataşmak bugüne kadar kimsenin yararına olmamıştır. Çıksın yanlış söyledim desin, toplumdan özür dilesin yoksa dindarlarla uğraşanların akıbeti iyi olmuyor.

“28 ŞUBAT’TA TOPLUMUN KİMYASINI BOZDULAR”

“AHMET TAŞGETİREN’İN SÖZLERİ, DİL SÜRÇMESİDİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM”

"15 TEMMUZ, 28 ŞUBAT’IN GAYRİ MEŞRU ÇOCUĞUDUR"

28 Şubat söylemleri de onlardan biri. Siz 28 Şubat mücadelesinin içinden geliyorsunuz, hem müştekisi hem mağdurusunuz. 28 Şubat darbecilerine gereken ders zamanında verilseydi 15 Temmuz olmayacaktı, 15 Temmuz, 28 Şubat’ın gayri meşru çocuğu ifadeleri de size ait. Ahmet Taşgetiren’in “28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu kadar kısıtlı görmedim” ifadelerine bakılırsa o zulmü inkar edenlerin veya darbeleri olumlayanların altında ne gibi sebepler yatıyor olabilir?   

1960 darbesi olduğu yılda doğmuşum.12 Mart döneminde ilkokuldaydım. 12 Eylül darbesi döneminde üniversitedeydim, 28 Şubat döneminde de bir hukukçu, bir milletvekili olarak
rahmetli Erbakan hocanın yanındaydım. 28 Şubat’ta toplumun kimyasını bozdular. Diğer darbeler bıçak yarası gibi, mermi yarası gibi, iyileşebiliyor. Ama 28 Şubat öyle değil, toplumun kimyasını bozdu. Toplum hala toparlanamadı. Bu bozulan kimyanın üzerine 15 Temmuz geldi. Çok aktiftiler. İmam hatip okullarının kapatılması onların işine geliyordu, dini diğer müesseselerin kapatılması toplumu onlara doğru itiyordu, dolayısıyla onlara meydan açıldı. Elbette 15 Temmuz, 28 Şubat’ın gayri meşru çocuğudur. Darbelerin hepsi kötüdür, kirlidir, pistir. Milletin iradesine darbe vurur. Darbeler arasında mukayese yapıp, kendini geçmişteki kadar özgür hissetmemek gibi mukayeseler doğru mukayeseler değiller. Sayın Taşgetiren ne yaşadı, ne oldu, bireysel açıdan mı değerlendiriyor bilmiyorum ama 15 Temmuz’u, 28 Şubat’ı bireysel yaşanan sıkıntılarla izah etmeye kalkmak veya mukayese etmek doğru değildir. Ben bir yanlış anlaşılma veya dil sürçmesi olmuştur diye düşünüyorum. Elbette 15 Temmuz’a teşebbüste bulunanlara karşı devlet tedbirini alacaktır. Bunu alırken de, anayasanın sınırları içinde yapacaktır. Elbette hukuk dışına çıkanlar hesap verecektir. Veya devlete sadakatte şüpheli davranışlarda bulunanlara devlet “ben seninle çalışmıyorum” deme hakkına sahiptir. Ama bunları 15 Temmuz darbesi ile 28 Şubat’ı mukayese etmek doğru bir şey değildir.

Hülya Hanım, Türkiye’de sistem değişti, parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi. Tartışıldı, konuşuldu. Millet böyle karar verdi. Söyleyecek sözüm yok. Ama ben bir şey biliyorum. Yaşadığım için biliyorum, başkasından dinlemedim. Siyaset alanı parçalanmış ve bölünmüştü. Şimdi siyaset toparlandı. Siyasi vesayet kalktı. Rahmetli Özal’ı hatırlarsınız: “2,5 parti olacak” demişti. Türkiye adeta rahmetli Özal’ın dediğine doğru gidiyor. Yani partiler ittifaklar etrafında birleşiyor. Bu, siyasi verasetin, bölünmüşlüğün kalkması demektir. Arazi toplulaştırmaları var ya, ittifak kanunu ile bir bakıma ‘siyasi toplulaştırma’ oluyor. Siyasi veraset ortadan kalkınca siyasi vesayeti de ortadan kaldırıyor.  Veraset ve vesayet kavramlarını ortadan kaldırıyor. Bütün darbelerin ortaya çıkışında devletin tıkanıklığı söz konusu. Çünkü 1961 anayasasında da, 1982 anayasasında da yasama, yürütme, yargı birbirini engellesin diye oluşturulmuş. Milletvekilleri Meclis’i oluşturuyor, kanunu Meclis çıkartıyor, kanunu Cumhurbaşkanı engelliyordu. Birinci engellemede tutmazsa Anayasa Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi, 367 kararında olduğu gibi üzerine vazife olmayan konulara gidiyor. Veya hükümet karar alıyor, Danıştay yerindelik denetimi yapıyor. En son devlet övünç madalyasında hangi şekil veya resim yer alacak diye karar verdi. Bu yargının konusu değil ki. Hala eski alışkanlıklarını sürdürenler var. Veya MGK’da askerler hükümeti terbiye etmeye kalkıyor. Veyahut maaşının kaç para olacağına karar veriyor, bir general Başbakan Erbakan’a sövüyor! Türkiye bunlardan kurtuldu. İttifak, siyasi veraseti ortadan kaldırdı, siyasi veraset ortadan kalkınca da, siyasi vesayet kalktı. Bu çok önemli. Ben hukukçuyum ama lisede fen bölümü okudum. Fizikte bir cismin hızını etkileyen unsurlardan biri de sürtünme katsayısıdır. Araçlar da öyledir. Türkiye’de devletin organları birbirine sürtünme üzerine kuruluydu, devlet millete hizmet edemiyordu. Şimdi devletin kurumlarının birbirlerini engelleme, sürtünme kat sayısı çok düştü. Devletin bütün kurumları vatandaşa hizmet noktasında hızlı hareket ediyorlar. Elbette hızın da kontrolü gerekiyor. O kontrol de denetimdir.

“DENETİMDEN PEYGAMBERLER BİLE İSTİSNA TUTULMAMIŞ”
‘O da bizde’ diyorsunuz…

TBMM siyasi, yargı yargısal denetimi yapıyor, kamu denetçiliği kurumu da hizmetleri insan hakları ve hukuku açısından denetliyor. Denetim demokrasinin temelidir. Cenabı Allah, insanları yarattığında sağ ve sol omzuna denetim mekanizmaları koymuş. Peygamberleri bile bundan istisna tutmamış.

“DARBELERDEN KURTULMANIN YOLU SİYASETİ GÜÇLENDİRMEKTİ”
“İTTİFAKLAR, TOPLUMSAL BARIŞA KATKI SAĞLADI”
İttifak ‘sonuç’ olarak veraseti ve vesayeti ortadan kaldırdı ama ‘sebep’ neydi? MHP buna “beka” mücadelesi diyor. AK Parti’yi ittifaka zorlayan neydi sizce?

Bu konuda çok güzel cevaplar var ama kamu baş denetçisi olduğum için bu konular içerisinde kalalım, siyasetçi arkadaşlarımız bu bahsettiğinizi en veciz şekilde ifade ediyorlar. Ama bir vatandaş olarak şunu söyleyebilirim. Ben 28 Şubat’ı yaşadım, devletin kurumlarının birbirini felç ettiğini gördüm. Veya Türkiye’de bütün bu darbeler yaşandı. Türkiye’de bu darbelerden kurtulmasının ve siyasetin alanını genişletmenin, milli iradeyi sağlamlaştırmanın yolu, siyaseti güçlendirmekti. Hukuki zeminini siyasi partiler ve TBMM hazırladı. Ne güzel, geçen seçimde ortak liste yaptılar, şimdi değişik ittifaklar yapıyorlar. Bunlar toplumsal barış açısından katkı. Son seçim sürecine başlarken siyasetin havası daha farklı, daha müsbet. Herkes projelerle konuşuyor. Bunda seçim ittifakının çok büyük faydası var.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 4

“BABASININ ‘MANEVİ MAL VARLIĞI’ TUNÇ SOYER’E SİRAYET EDECEKTİR”
“TUNÇ SOYER OLAYI SOSYOLOJİK OLAYDIR”
Evet barışa çok katkısı oldu ama tartışmaya da çok açık bir konu haline geldi. Mesela CHP İzmir adayı Tunç Soyer’in babasının 12 Eylül savcılarından olmasını ve bugüne uzantısını nasıl değerlendiriyorsunuz. Kılıçdaroğlu, Nurettin Soyer suçsuzdur, iyi bir kamu görevlisidir, başarılı bir hukukçudur, yorumları yaptı. Bu durumun Türk siyasetine, yerel seçimlere etkisi ne olur?

Bunlar siyasi tercihlerdir. Kimi kimi aday göstereceği siyasi tercihlerdir, ona bir şey diyemem. Hukukçu olarakta suç ve ceza bireyseldir, doğru. O adayın babasının yaptığı işlerden dolayı ceza hukuku veya tazminat hukuku açısından bir sorumluluğu yok. Ama bu olaylar sadece hukukun alanını teşkil eden olaylar değildir. Bunlar sosyal, sosyolojik olaylardır. Nasıl babasının mameleki, mirası, parası, evleri hak olarak ona intikal etmişse, sosyolojik olarakta bu yaşanan sıkıntılar ona intikal edecektir. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Niye aday gösterildiği partinin yetkili organlarının meselesidir, iyi mi kötü mü etti kendilerinin bileceği bir şey, diğer siyasi partiler de halka bunu anlatacaklar ve halkta tercihini kullanacak. Tekrar söylüyorum: Nasıl babasından kalan maddi mal varlığı onun mamelekini oluşturuyorsa, ona kalmışsa, manevi mal varlığı da istese de istemese de ona sirayet edecektir.

Kendisi yaraları deşmenin kime ne faydası var diyor ama Engin Ardıç: “Herkese faydası var, yaşlılar hatırlasın, gençler de öğrensin” diye yazmış.

Bunlar kamu denetçiliği kurumunun dışında. Zaten siyasetle uğraşan insanlar çok güzel değerlendirmeler yapıyorlar, ben sadece miras hukuku açısından değerlendiriyorum.  

“TÜRKİYE SON 200 YILIN EN İYİ DÖNEMİNİ YAŞIYOR”
Cezaevleriyle ilgili çalışmalarınız oldu, oralarda neleri gözlemlediniz? 15 Temmuz ile ilgili size gelen başvurular oldu mu? Şu anda ne durumdayız?

Hak ihlalleriyle ilgili bir şey olursa bize müracat ediyorlar. Bakın Hülya Hanım, Türkiye son 200 yılın en iyi dönemini yaşıyor. Reformlar, üretim, halkın refahı açısından en iyi dönemini yaşıyor ama elbette sorunlarımız var. Sağlık hizmetlerini bugün Avrupa ülkeleri ile mukayese ediyoruz. Fiyatlar daha ucuz. Kalite aynı. İlaç hizmetler aynı. Fiziki imkanlar aynı. Alacağımız çok  mesafe var ama yapacağımız çok iş var. Ama toplumun geldiği nokta önemli. Şu anda Türkiye’de 7,5 milyon üniversite öğrencisi var, üniversite öğrencisi demek; eğitimini almış, sosyal imkanları olan, hak ve hukukunu koruyabilecek konumda olan insan. Bugün Yunanistan’ın nüfusu kadar üniversite öğrencimiz var. Bu olağanüstü bir şey. Eksikliklerimizi tespit edip, ilimden, akıldan ve tecrübeden faydalanarak Türkiye’yi daha iyi hale getireceğiz. Bunun için de eğitime mutlaka daha çok önem vereceğiz.

“İLİM ÜRETEMİYORUZ”
“DİN EĞİTİMİ YENİDEN ELE ALINMALI”
İlk 10’un içine girmeyi hedeflediğiniz yer galiba?

2023 hedefleri açısından. Evet üniversitelerimiz ve hocalarımızın sayısı arttı ama hala ilim üretemiyoruz. Başkalarının ürettiği ilmi, bilimi burada öğrencilere anlatıyoruz. Daha çok araştıracağız, daha çok proje üreteceğiz. İkincisi de adalet. FETÖ’nün inanılmaz tahribatı oldu, hakim savcıların yarısı gönderildi, 10 bine yakın hakim savcı alındı, istinaflar kuruldu vs ama bu alanda daha fazla mesafe almamız gerekir. Diğer bir alan da hak ve özgürlükler alanı. Yasada var olanı herkesin koruması gerekiyor. Diğer bir alan da din. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 3 şeyi hedefledi. Bir, din ile devlet arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmak, iki, fakirliği yenip ekonomiyi canlandırmak, üç refah ülkesi olmak. Din ile devlet arasındaki ilişki geçmiş yıllara bakıldığında iyi ama din eğitimi yeniden ele alınmalı. Merdiven altı hocalar veya kendi kendine yürüyen gruplar, bunlarla ilgili illa idari düzenleme şart değil, cuma günleri 30 milyon insan hutbe dinliyor, bunun aracılığı ile sağlıklı bir din anlayışına kavuşması lazım. Bütün bunlarla demokrasimizi güçlendireceğiz ki 2023’te ihracatta da, bilime katkıda da dünyanın ilk 10’a girelim, bunu yapacak güçteyiz.

“AMERİKA, İRAN ŞAHINI DA KULLANDI AMA MEZARINI GÖMECEK ÜLKE BULAMADI”
“İRAN ŞAHI, AMERİKA’NIN FETÖ’DEN DAHA SAĞLAM ADAMIYDI”
FETÖ elebaşısı için, “ Senin gibi nice belaları, fitne odaklarını yerin dibine gömdük, Türkiye'nin adaleti  seni o sanık sandalyesine oturtacak” dediniz. Bu sözleri temenni olarak mı yoksa elinizdeki veriler ışığında mı söylediniz?

FETÖ konusunda Türkiye uluslararası hukuka göre de kendi hukukuna göre de haklı. Suç işlemiş bir insan, cani, dini ifsat etmiş bir insan. Türkiye haklı olduğu bir konuda uluslararası hukuku zorluyor. Amerika, Türkiye’ye haksızlık yapıyor, kendi hukukunu da çiğniyor. FETÖ’yü koruyor, ne zamana kadar? Biz kendi tarihimizde FETÖ gibi nicelerini gördük ve o belaları millet olarak aştık. İran şahı, Amerika’nın FETÖ’den daha sağlam adamıydı. Ama mezarını gömecek ülke bulamadı. Amerika FETÖ’yü kullandı bir müddet daha koruyacak? Amerika gibi ülkeler kendisine uşaklık yapan insanları kullanır, son kullanma tarihi bitince de tarihin çöplüğüne atar. FETÖ ve taraftarları baksınlar. Şah, Amerika’nın bu bölgedeki en iyi kullandığı aparattı. Türkiye hukuken haklı olduktan sonra da bunu alır, bugün mü alır, yarın mı alır, bu Amerika’nın iç dengelerine bir de Türkiye-Amerika diyaloglarına bağlı ama biz hukuken haklıyız.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 5

“SURİYELİLER BİZİM ARAP DÜNYASINDAKİ TEMSİLCİLERİMİZ OLACAK”
Dünyanın en büyük sorunları; açlık, savaş ve terörle gelen göç. 3,5 milyon Suriyeli mültecinin eğitim, sağlık ve barınma ihtiyaçları konusunda çabalarınız var. Suriyelilerle husumetler konusunda kriz yönetimini nasıl yürütüyorsunuz?

Dünyadaki büyük olayların hemen hepsi göçlerle olmuş. Biz Anadolu'daki medeniyeti göç ile kurduk. Avrupalılar Amerika'ya göç ederek Amerika'yı kurdular. Göç önemlidir. İyi irdelenmesi gerekir. Amerika Meksika aile arasına duvar örüyor. Duvar örerek göçü önleyemezsin. Veya Avrupa Birliği tel örgü çekiyor tel örgü ile önleyemezsin. Dünyada huzuru, barışı, adaleti sağlayarak göçü önleyebilirsin. Suriyeliler turistik amaçlı göç etmediler. Ailesi öldürülmüş, Türkiye kucak açtı geldi. Türkiye fevkalâde bir idare yaptı, dünyada hiçbir ülkenin başaramayacağı bir işi yaptı. İnşallah orada savaş biter, bu insanlar ülkesine döner. Türkiye onlara bu kadar emek verdi, kucağını açtı, dostluklar oluştu. Elbette önümüzdeki dönemde bu oluşan birlikteliklerin siyasi, ekonomik, kültürel yansıması olacaktır. Balkanlardan, Kafkasya'dan Türkiye'ye göç eden milyonlarca insan var. Onlara dedelerinden, ninelerinden dinlediklerinden ne kadar etkilendiklerini sorun. Trabzon Rus işgali uğradığında benim büyüklerim Samsun’a, Düzce’ye göç etti. Biz onların seferberlik hatıralarını dinledik ve gittikleri yerde onlara kim yardım ettiyse, ömür boyu onlara dua ettiler ve ilişki kurdular. Biz bunu yapmak istiyoruz. Türkiye, Orta Asya ve Arap ülkelerinde bugünkünden çok daha etkili olacak. Bize Suriyeliler konusunda ulaşan bir şikayet yok ama her toplumda olduğu gibi Suriyelilerin içinde de hırlısı, hırsızı, dilencisi vardır, devletimiz tedbir alıyor ama yarın Suriye’de savaş bittiğinde, bu 4 milyon insan kendi memleketine döndüğünde Türkleri ve Türkiye’yi unutmayacaklardır. Sadece minnettar kalmayacaklardır. Suriye’ye dönenler ve onların evlatları bizim Arap dünyasındaki temsilcilerimiz olacaklardır. Türkiye’nin destekçileri olacaklardır. Cenabı Allah hiçbir emeğin zayi etmez, bireysel bazda da, toplumsal bazada. Ama bazı insanlar dar düşüncelidir. 2019’u düşünür. Evet 2019’u düşüneceğiz ama planlarımızı 2023, 2053’e göre yapacağız.

“ÖSYM ŞİKAYETLERİ %10 AZALDI”
“VATANDAŞIN AVUKATI, İDARENİN REHBERİYİZ”
Dostane çözümler dediniz de, aklıma bir kaç örnek geliyor. Sınavlara girişte yaşanan başörtüsündeki iğne sorununa, 28 Şubat mağdurlarının hak ihlallerine, performans ödemelerini alamayan işçilere kadar bir çok konuya ‘dostane’ çözümler buldunuz. Millet dostane çözümlere hazır mı, yoksa illa cebren hakkının alınmasından yana mı?

Toplumun geneli idare karşısında kendisini savunmasız görüyor. Haklarının ne olduğunu pek önemsemiyor. Avukatlar hak arama konusunda yardımcı oluyorlar. Bize müracaat etsin. Birinci görevimiz kamu hizmetlerinin işleyişini daha düzenli, sağlıklı, kaliteli hale getirmek. Bu anlamda vatandaşın avukatıyız, idarenin de yol göstericisiyiz, rehberiyiz. ÖSYM, önümüzdeki sene 09:45 kuralı uyguladı ve para yatırdığı halde 100 bin kişi sınava giremedi. Bir sürü ağlayan, intihara teşebbüs eden çocuklar oldu. Evinin anahtarı, toplu iğne gibi sebeplerle sınavları iptal edildi. Biz bunlarla ilgili şikayetler geliyor, ilgili kurumlarla konuşuyoruz, 09:45 kuralı uygun değil, anayasanın 42. maddesine aykırı dedik ve ÖSYM bizim verdiğimiz kararlara uydu ve 2017 yılında ÖSYM’den gelen şikayet başvuru %10 azaldı.

“2018’DE EN FAZLA BAŞVURU SİGORTACILIKTA OLDU”
“TÜRKİYE’NİN DERTLER HARİTASINI ÇIKARTIYORUZ”
“ADALETTEN ÇOK ŞİKAYET VAR”
Buna rağmen, yine de size gelen şikayetler en çok YÖK ve Milli Eğitim ile ilgili. FETÖ’nün belki de en çok tahribata uğrattığı eğitim sistemi, herkesi memnun eder hale gelir mi?

Dönem dönem değişiyor. 2016’da en fazla başvuru kamu personelinden oldu, 2017’de en fazla başvuru Milli Eğitim Bakanlığı’ndan oldu, 2018’de en fazla başvuru sigortacılıkta oldu, SGK dahil. Biz bir bakıma Türkiye’nin dertler haritasını çıkartıyoruz. Türkiye’de bir kaç yüzyıldan beri sorunlu alanlar var. Hep eğitimden şikayet ediyoruz, okullar yaz-boz tahtasına döndü, doğru. Geçmişe göre iyileşme var ama daha iyisini yakalayacağız. Bu sadece şimdinin sorunu değil. Osmanlı döneminde Milli Eğitim Bakanı: Şu maarifler(okullar) olmasa memleketi ne güzel idare ederdim, demişti. Veya en fazla adaletten şikayet var. İnsanlar dertli, sıkıntılı. Kadınlarla ilgili öyle sözler var ki burada söylemek istemiyorum, bu en az 300 yıllık bir mesele. Bizim de gayretimizle, sistem değişikliği ile Türkiye bunları azaltıyor. Hastanelerdeki yenilenme, fiziki mekanlar, doktor sayısının artması çok güzel. Adalet mülkün temeli. Sema ayakta adaletle duruyor. Toplumun barışı ve huzuru için de adalet önemli. Şimdi istinaf mahkemeleri kuruldu, Yargıtay’ın yükü azaldı, adliye sarayları ile mekanlar arttı, FETÖ’nün tahribatlarına rağmen hakim savcı sayısı 2 katına çıktı, hukuk fakültelerinin sayısı arttı, bunlar güzel şeyler ama oturması için zamana ihtiyaç var. Her şeyin temelinde iyi yetişmiş, meseleleri bilen, ahlaklı, düzgün insana ihtiyaç var. O bakımdan MEB ve YÖK ile ilgili şikayetleri titizlikle inceliyoruz.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 6

“ÇOCUKTAN AL HABERİ”
“ÇOCUKLARIN BAŞVURULARI FEVKALADE ARTTI”
Özellikle çocuk şikayetleri en hassasiyet gösterdiğiniz alan. Çocuklar; okulu, ailesi, hatta sokaktaki hayvanlarla ilgili şikayetlerini size iletiyorlar.  Bu sizi aslında toplumdaki hangi sorunun varlığına götürdü? Sistem reşit olmayan çocukların şikayetlerine el veriyor mu?

Çocuktan al haberi, der atalarımız. Biz 18 yaş altı çocukların başvurularını veli ve vasi gerekmeksizin alıyoruz. Annem kulağımı çekti, okulumuzdaki ağaçları kesiyorlar, mahalledeki köpekler saldırıyor gibi şikayetleri büyük bir zevkle inceliyoruz. 1 yılda çocuk başvurularında fevkalade bir artış oldu. Çocukları başvuruları bize rehberlik yapıyor.

“BİZE KALİTELİ BAŞVURULAR GELSİN”
“BİZE; RESEN İNCELEME, MAHKEMEDE TARAF OLMA VE ANAYASA MAHKEMESİNE DAVA AÇMA HAKKI TANINSA İYİ OLUR”
“BÜROKRATİK OLİGARŞİYE KARŞI İLAÇ KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU”
Çocuklar desek de, ana konu “adalet” ekseninde birleşiyor. Siz bir nebze vatandaşın avukatlığı yaptığınız için devleti devlete şikayet eder pozisyona geçtiğinizi düşünüyor musunuz, bu görev sizi en çok hangi anlamda zorluyor?

Aslında bizim zorlandığımız bir alan yok çünkü vatandaşın derdini dinlemek bizi memnun ediyor. Vatandaş haklı veya haksız bize başvurabiliyor, bunları iyi ayırt etmek gerekiyor. Vereceğimiz kararları da hukuki yönden sağlamlaştırmamız gerekiyor. Biz şunu arıyoruz: bize kaliteli, nitelikli başvurular gelsin. Çünkü insanımız; CİMER’e, TBMM Dilekçe Komisyonuna, kişisel verileri koruma kurumuna, kamu denetleme kurumuna ve mahkemeye başvuruyor. Halbuki biz, bir olayı mahkemeye intikal etmişse ona bakamıyoruz. Bize gelmeden önce mutlaka idareye başvursun. Vatandaşımız bunları bilirse, bize nitelikli, vasıflı başvuru gelir biz de rahatlarız. Çünkü mahkemeye gittikten sonra bize gelen dilekçelere üzülüyoruz. Zorlandığımız taraf bu. İkincisi, bir çok problem basına yansıyor, bizim resen inceleme yapma yetkimiz yok, vatandaş müracat edecek ki ancak inceleyebiliyoruz, onun düzelmesi lazım. Veya toplumun genelini ilgilendiren konular oluyor, orada mahkemelere taraf hakkı tanınsa iyi olur veya anayasa mahkemesine dava açma hakkı tanınsa iyi olur. Resen inceleme konusu Avrupa Birliği ilerleme raporlarında her yıl tekrarlanıyor. Bu imkanlar gelirse kurum daha da güçlenecektir. Yazılı başvuruların dışında 100 bine yakın insan telefon açmış, yol göstermişiz. Sayın Cumhurbaşkanımızın çok sık ifade ettiği bürokratik oligarşiye ilaç, kamu denetçiliği kurumu. Çünkü halkın avukatıyız, halktan ücret almıyoruz, harç almıyoruz. İdareyle, bakanlarla, genel müdürlerle konuşuyoruz, tavsiye kararı veriyoruz. Halkın avukatı, idarenin de danışmanıyız. Devlet ile millet arasında köprüyüz.

“KARARLARA UYULMA ORANI AÇISINDAN AVRUPA’DAN ÇOK İYİYİZ”
KDK kararlarına uymada yakaladığınız Avrupa ortalaması, adalet mekanizmasından daha hızlı ve etkin olduğunuz sonucuna mı götürmeli bizi?

Ombudsmanlık adliyelerin alternatifi değil. Türkiye’deki adalet bir bütün. Mahkemelerin, idarenin, meclisin işleyişi bir bütün. Bizim ana görevimiz denetim yapmak. Türkiye’de siyasi denetimi TBMM yapıyor. Mahkemeler yargı denetimi yapıyor. Bağımsız bir denetim kurumu olarak denetimi yürütüyoruz. Adliyeler biz de işliyor. Ama dünyada şöyle bir eğilim doğdu, insanların sorunları neden sırf mahkemelerde çözülsün? Çünkü mahkeme dediğin zaman davalı-davacı var, verilen karar birinin lehine, öbürünün aleyhine. 10-15 milyon dosya var. Alternatif sistemler gelmiş. Ceza davalarında uzlaşmacılık gelmiş, iş, ticaret davalarında arabuluculuk gelmiş. Vatandaş ile devlet arasındaki ihtilaflarda da kamu denetçiliği gelmiş. Avrupa’da bu müessese 30-50 yıl, bizimki daha 6.yılda. Ama 6 yılda çok ciddi mesafe almışız. Ombudsmanlığın verdiği kararların oranına baktığınızda Avrupa’nın bir çok ülkesinden; İsveç’ten, İsviçre’den, Fransa’dan da öndeyiz. Vatandaşı dinlemede ve karar vermede çok iyiyiz. Hak arama kültürünü yaygınlaştırmada örnek teşkil ettik. Üniversitelerde ombudsmanlık kulüpleri kuruyoruz. Sosyal faaliyetler açısından Avrupa’daki ombudsmanlıktan daha ilerideyiz.

“150 BİN İDARİ DAVA AÇILMASININ ÖNÜNE GEÇTİK”
Katıldığınız panellerde “gördüğünüz yanlışlar karşısında sessiz kalmayın" diyerek hak arama kültürünü de yaymaya çalışıyorsunuz. Adliyelerdeki iş yüküne baktığımızda halkın şikayetçi olma potansiyelini azımsamanız bir çelişki değil mi?

Adli yargı bizim alanımız dışında. Vatandaşların kendi aralarındaki ihtilafları adli yargının konusu. Ama devlet ile vatandaş arasındaki idari yargıya çok büyük katkımız oldu. Tahminen 2018 yılında verdiğimiz kararlarla en az 150 bin idari dava açılmasının önüne geçtik. Bu adliyeleri, vatandaşları işgal etmiyor. Bunun yanı sıra avukatlık, harç masrafları olmaksızın sorunları çözülüyor. Katkımız daha iyi olmalı, bu vatandaşın hak arama kültürünü iyi bilmesine ve kamu denetçiliğini öğrenmesine bağlı.

“TAVSİYE KARARLARINA EN FAZLA SGK BAŞKANLIĞI UYUYOR”
“SAĞLIK BAKANLIĞI DAĞINIK ÇALIŞIYOR”
Kamu Denetçiliğinin tavsiye niteliğindeki kararları önemli ama denetleme yönünü çok önemsiyorum. "Denetimsiz hiçbir şey olmaz. Denetim hukukun rehberi ve temelidir." diyorsunuz. Göreve geldiğinizde denetimsizliği ile dikkatinizi hangi kurumlar çekti? Cumhurbaşkanını bile denetleyebildiğinizi söylemiştiniz. Böyle bir denetlemeden geçirdiniz mi Cumhurbaşkanını?

Bizim denetim vatandaşın yaptığı müracat üzerine oluyor. 6328 kanunun 5. maddesinin a bendinde Cumhurbaşkanlığının eylem ve işlemler kamu denetçiliğinin denetimi dışında idi. 24 Haziran seçimlerinden sonra anayasa değişikliği ile o madde ortadan kalktı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımızın eylem ve işlemleri yasal olarak denetim alanına girdi. Şu kurum en fazla denetlenmesi gerekir dememiz doğru olmaz ama bize gelen başvuruların önemli bir kısmını SGK teşkil ediyor. Çünkü SGK, ölüsüne de dirisine bakıyor. Verdiğimiz tavsiye kararlarına en fazla uyan SGK Başkanlığı. SGK Başkanı Selim Bağlı’yı hem tebrik hem teşekkür ediyorum. Ama Sağlık Bakanlığı dağınık çalışıyorlar. Bizim yazdığımız yazılara süresinde cevap vermiyorlar veya verdikleri cevaplar geç geldiği veya düzensiz olduğu için 6 aylık süreyi aşıyoruz. Bunu şikayet olarak söylemiyorum. Bizim şikayet etmeye hakkımız yok, vatandaşlarımızın şikayetlerini alıp inceleme hakkımız var. İdareye de bunları düzeltin diye nasihatte bulunuyoruz.

“CUMHURBAŞKANINI DENETLEMEMİZ İÇİN BAŞVURU GELMEDİ”
Cumhurbaşkanını denetleyebildiniz mi diye sormuştum?

Cumhurbaşkanın eylem ve işlemleriyle ilgili henüz bir başvuru gelmedi. Parlementer sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinde verdiğimiz tavsiye kararlarını ilgili bakanlıklara gönderdiğimiz gibi cumhurbaşkanlığındaki ilgili kurumlara da gönderiyoruz çünkü bizim kararlarımızla beraber onların yapacakları çalışmaların yanlarında bulunsun, faydalansınlar.

“AFRİN OPERASYONUNU İNCELEYEMİYORUZ”
“AFRİN’DE SURİYELİLERİN ZEYTİNLİKLERİ ZARAR GÖRÜRSE BUNU İNCELEYEBİLİRİZ”
Girebildiğiniz, giremediğiniz yerler neler? Örneğin TFF’ye denetleme için yazdığınız yazıya Anayasa’ya atıfta bulunarak “Siz bizi denetleyemezsiniz” gibi bir yanıt almıştınız.

Hülya Hanım çok güzel, enteresan bir konuya değindiniz. Bizim kanunun 5. maddesinde bakamadığımız konuları saymış. 1-TBMM gündeminde olan konular 2-Mahkemeye intikal etmiş konular 3-Sırf askeri nitelikte olan konular. Örneğin Afrin operasyonuna karar verildi, biz bunu inceleyemiyoruz ama Afrin operasyonu sırasında Suriyelilerin zeytinliklerine zarar verildi, Suriyeliler bunu bize şikayet edebiliyor veya askerlerin ast-üst ilişkilerinde disiplinsizlikler oldu… Bunlara bakabiliyoruz. TFF için de bize şikayet geldi, bilgi belge istedik, Anayasa’nın 55. maddesini öne sürerek tahkim kurulu kararlarını inceleyemeyeceğimizi söylediler. Biz baktık, 59. maddenin son fırkasında “tahkim kurulu kararlarına karşı ‘hiç bir yargı merciine’ başvurulamaz” ama Anayasa’nın 79. maddesinde “yüksek seçim kurulu kararlarına karşı ‘hiç bir merciiye’ başvurulamaz” diyor. Hiç bir yargı merci ile hiç bir merci” arasındaki alanda biz inceleme yaparız, dedik. TFF’nin itirazına rağmen incelememizi yaptık, kararımızı verdik. Futbol müsabakasında bir hareketin penaltı olup olmadığına değil, futbol federasyonunun idare nitelikteki eylem ve işlemlerine bakarız.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" - Resim : 7

“TÜRK TOPLUMUNU AYAKTA TUTAN ŞEY, AİLEDİR”
Erbakan "Siz kanun yapmıyorsunuz. Avrupa kanunları yapıyor siz çıkarıyorsunuz" demişti. “Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız" görüşünü paylaşınca nafaka mağdurlarından destek mesajları aldınız. Fakat diğer taraftan da şiddet mağdurları için de bu sözler eleştiri konusu oldu. Sizce hangi konu çözülürse diğeri de çözülmüş olur?

Türkiye'de aile konusunun yeniden ele alınması gerekmektedir. İç göç çok yoğun oldu, köyler boşaldı, mahallelerdeki ilişkiyi apartmanlarda sürdüremiyoruz. Ama bir şey var, Türk toplumunu ayakta tutan şey, ailedir. Kadınlara yapılan şiddet ve kesinlikle tolerans gösterilmemesi gerekmektedir. Son 2 senede verdiğimiz kararlar kadına ve çocuğa şiddet yöneliktir. Kadına yönelik şiddetin azalması için mekanizmalarının daha etkin hale getirilmesine uğraştık. Kadına şiddet, dünyanın en büyük vahşetidir. Merhametsiz, hukuksuz, sevgisiz insanların işidir. Eğer şiddet yoksa, eşler arasında ufak tefek tartışmalar varsa... Hemen boşanma yoluna gidilmemesini anlatmaya çalıştım. Bizim toplum barıştan yana, uzlaşmacı bir toplumdur. 2017 ile mukayese edildiğinde iş davalarında % 70 azalma oldu. Olağanüstü bir şey. Bunu eşler arasında da yapalım, kötü bir şey mi? Hangi eşya alınacak diye birbirine küsen eşleri bir araya getirmekten daha güzel ne? Ama şiddet varsa o ayrı bir şeydir.

“AKLIN BAŞINA GELDİĞİNDE PİŞMAN OLACAĞIN İŞİ YAPMA”

“Kurallara uymayan kurumlar ifşa edilecektir”, “Kimse yarın hesap veremeyeceği işlere girmesin” gibi gözdağlarınızla beraber 31 Mart seçimlerinden nasıl bir belediyecilik bekliyorsunuz diye sormak isterim…

Trabzon'da avukatlık yaptığım zamanlar benim bir müvekkilim vardı. Okuma yazması çok iyi değildi, harfleri eğri büğrü, evinin alnına şöyle bir yazı yazmıştı: “Aklın başına geldiğinde pişman olacağın işi yapma” Bu hiç unutmadığım bir söz. Biz ombudsmanlık olarak hem yöneticilere, hem de toplumdaki insanlara bunları hatırlatmak istiyoruz. Yöneticilere diyoruz ki: Etrafınızda sizi havaya verenlerin, sizi abartan insanların dolmuşuna gelmeyin, yanlış işler yapmayın, imarda yanlışlıklar yapmayın, hukuksuzluk yapmayın, yarın bunun hesabı sizden sorulur. Bu güzel bir şey. Gözdağı değil. Belediye seçimleriyle birlikte; belediye meclis üyeleri, muhtarlar, belediye başkanları yenilenecek. Onlara da aynı şeyi söyledim: Hukukun dışına çıkmayın, hukukun içinde her türlü çözüm vardır, siz hukuktan yana çözüm arayın. İnsanlara haksızlık yapmayın, adaletli olun, insanlar ve Allah size yardımcı olur. Ama siz art niyetli olursanız, garibanı korumayıp da, menfaat peşinde olanlardan etkilenirseniz hem kendinize, hem partinize yazık edersiniz. Hem de toplumdaki adalet duygusunu zedelersiniz.

"Dindarlarla uğraşanların akıbeti belli" ile ilgili etiketler
GÜNÜN VİDEOSU

Malezya'da askeri geçit töreninde facia! 2 helikopter havada çarpıştı! Çok sayıda ölü var...

Malezya’da askeri geçit töreni hazırlıkları sırasında iki helikopter havada çarpıştı. Korkunç kaza saniye saniye kameralara yansırken, en az 10 kişinin hayatını kaybettiği öğrenildi.