Demirtaş'ın mektubundaki Cumhuriyet/Atatürk düşmanlığı

Cumhuriyetimizin kuruluşu, Kurtuluş Savaşımız neticesinde gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, bir anlamda Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek bitiş tarihi olarak yazmak mümkündür. Çünkü emperyalistlerin paylaşımını reddeden Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki kadro, direniş ateşini yakmış, ardından da Türk milletini örgütleyerek büyük mücadeleyi başarıyla taçlandırmıştır. Kurtuluş Savaşımız, kapitalizmin ileri aşaması emperyalizmin insanlıktan yediği ilk tokattır. Ne mutlu ki ilk tokatın şerefi büyük Türk milletine aittir. Bu savaşta milletimizin büyük zenginliği olan Kürt, Arap kökenli insanlarımız da büyük mücadeleler vermiştir.

Kurtuluş Savaşımızda da bir taraftan dış düşmanla, yani İngiliz emperyalizmi destekli Yunanistan ile savaşırken, diğer yandan iç isyanlarla uğraştık. Cephe gerimizden sürekli saldırılar yaşanırken, Türk ordusu (Kuvayi Milliye) hain kalkışmaları da bastırdı.

Bunları hatırlatmamın nedeni, başlıkta aktardığım Selahattin Demirtaş’ın muhalefete önerilerinin yer aldığı mektubu.

Demirtaş cezaevinden bazı gazeteciler ve kişilere mektup göndermiş. Mektupta 6’lı masanın ve HDP’nin ne yapması gerektiğini yazmış. Yani yol haritası sunmuş.

Bu mektup muhalefette nasıl yankı bulur bilmem ama dikkatimi çeken bir detayı paylaşmak istedim. O da “şeytan ayrıntıda gizlidir” hesabı, Demirtaş’ın satır aralarına gizlediği koyu Cumhuriyet, Atatürk ve hatta CHP’nin bayrağındaki iki ilkeye düşmanlığı.

Mektuptaki o ayrıntılar şöyle:

- “(…) Bunca deneyim, sorgulama ve tartışmaya rağmen resmî ideoloji sınırlarının dışında, devletçi ve milliyetçi anlayışın ötesinde yeni bir perspektif ortaya konulamıyor.”

Demirtaş bu ifadesiyle CHP’nin de bayrağında yer alan Altı Ok’ta yer alan iki ilkeye düşmanlığını belirtiyor: Devletçilik ve Milliyetçilik. Atatürk’ün son derece önem verdiği bu iki ilkede “Devletçilik” her ne kadar ekonomik temelli bir ilke olarak bilinse de, aynı zamanda bütün olarak Altı Ok’u bütünleyen ilkelerden biridir. Bu nedenle Cumhuriyetimizin kuruluş temellerini de temsil eder. Atatürk de “Devletçilik” ilkesi ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: “Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde, milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlere -bilhassa iktisadî sahada- devleti fîîlen alakadar etmek mühim esaslarımızdandır.” (10 Mayıs 1931 tarihli CHP programı)

Yani Devlet, milletin çıkarları için her alanda gerekli çalışmaları yürütmelidir, millet için teşkilatlanmalı ve bu çerçevede çalışmalarını yürütmeli. İlke, 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa’ya da eklenmiştir.

“Milliyetçilik” ilkesi de yine bütünsel bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefelerinden biridir. Milli mücadelenin de başarıya ulaşmasında önemli bir katkısı olan bu düşünce, Atatürk’ün Cumhuriyet kurulduktan sonra da tarihsel altyapısını da gerekli tarihsel çalışmaları yaparak hatırlattığı “Türk milleti” gerçeğinin fikri ideolojisidir. Bu tanımda ırkçılık yoktur. Türk milletinin tüm zenginliklerini de bünyesine katan bir milliyetçilik anlayışı yerleştirilmiştir.

Ancak Demirtaş’ın bu iki ilkeden rahatsız olduğu açıktır.

“Bugünkü Devletçilik ve Milliyetçilik anlayışından rahatsız olamaz mı” diyenler çıkabilir. Olası sorudaki kinayeyi de reddetmekle beraber, Demirtaş’ın doğrudan 100 yıl öncesini hedef aldığını sonraki birkaç cümlesinde anlayabiliyoruz.

- “(…) 1923'ten sonra 2023'te de Kürtlerin, Alevilerin ve diğer kesimlerin yok sayılmaları demokrasiyi kurmayı imkansız hale getirir.”

Yani Demirtaş’a göre, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar Kürtleri, Alevileri ve diğer kesimleri dışlamış. Bu fikrin temeli, Kurtuluş Savaşımız sırasında ve daha sonra çıkan isyanlarda saklı. O günden bugüne, ta PKK terör örgütünün propagandalarına kadar Atatürk ve Cumhuriyeti kuran diğer kadrolar, bu şekilde suçlandı. Oysa hem Kürtler hem Aleviler hem de tüm diğer kesimler bu ülkenin kurucu kadroları oldu. Bu konudaki kriter ise Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılıktı.

Sıkıntılar yaşanmadı mı? Yaşandı. Ancak bu sıkıntılar, darbe dönemlerindeki kısa süreler hariç devlet politikasına dönüşmedi.

- “(…) Yerinden yönetim modelleriyle her yurttaş söz ve karar sahibidir.”

Bu cümlesiyle Demirtaş, 100 yıllık üniter devlet sistemine de itirazını yapıyor, ki zaten önerdiği modeli hendek-barikat terörü döneminde terör örgütü PKK hayata geçirmek istemişti.

Satır aralarına gizlenmiş bu cümleler, muhalefet seçmenlerinin karşı karşıya bulunduğu sıkıntıyı gösteriyor.

Muhalefet liderleri, bu düşünceyle dolaylı ittifak kurarak özellikle Atatürkçü ve Milliyetçi seçmenlerine “biz karar veririz, siz bizim peşimizden tıpış tıpış gelirsiniz” mesajını veriyor.

***

YENİ DÜNYANIN AYAK SESLERİ- AVRASYA SAVAŞI-7: RUSYA’NIN KARŞI ATAKLARI

Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün 6 Temmuz 2005 tarihinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da (şimdiki adıyla Nur-Sultan) düzenlenen Liderler Zirvesi’nde yapılan ortak açıklama, Washington’da adeta soğuk duş etkisi yaratmıştı. Açıklamada açıkça “Avrasya’dan elinizi çekin, Afganistan’da işiniz bitti, çekip gidin” mesajı verilmiş, Washington’un ilk yanıtı “Çinliler ve Ruslar bize mesaj veriyor. Orta Asya’daki varlığımızın azaltılmasını ve geri çekilmesini talep ediyorlar” olmuştu.

ÇOK KUTUPLULUK İNŞASI

Ukrayna ile Rusya savaşına sadece Rusya’nın işgal harekatı olarak bakarsak, büyük resmi çok yanlış okumuş oluruz. Elbette bir ülkenin ordusunun başka bir ülkenin topraklarına yönelik saldırısının genel tanımı işgaldir. Örneğin ABD’nin Afganistan ve Irak saldırıları açık bir işgaldir. Ancak Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkiyi, ABD’nin işgal ettiği ülkelerle arasındaki ilişkiyle aynı kefeye koymak mümkün görünmüyor. Ayrıca Soğuk Savaş bitişiyle yaşanan gelişmeleri arka arkaya sıraladığımızda, bugün yaşananların jeopolitik bir bilek güreşinin hamleleri olduğunu anlamamız kolaylaşır. Bu tespit ne Rusya perspektifinden bakış açısıdır ne de Kiev yönetimini aklama girişimidir. Durum şudur: Rusya ile ABD’nin pilot koltuğunda bulunan NATO’nun Ukrayna sahasındaki sert çatışmasıdır. Bunu anlamak için de, Rusya’nın Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin hamlelerine karşı yaptığı hamleleri bilmek gerekir.

Dünyanın, NATO genişlemesi, eski Sovyet cumhuriyetlerindeki hareketlilik/olaylar, Rusya’nın bazı politik hamleleri nedeniyle ABD ile Rusya arasında Soğuk Savaş yıllarını aratmayacak bir mücadelenin yaklaştığını göstermekteydi. Rusya, bu çevreleme politikalarına karşı hamle yapmak için fırsat kollamaktaydı. Bir de avantajı vardı. Moskova, Sovyetler döneminde çekişme içinde olduğu Pekin yönetimi ile bu sefer ikili ilişkilerini geliştirmeye başlamıştı. Çünkü ABD, Sovyetler çöktükten sonra gözünü potansiyel ekonomik rakip olan Çin’e de çevirmişti. Çin ile mücadele uzun vadeliydi ama eninde sonunda bu mücadele verilecekti. Bu nedenle Sovyetlerin mirasçısı Rusya ile Çin arasında ilişki gelişmeye başlamıştı. Primakov’un geliştirdiği doktrinde de Çin ile ilişkiler önemli bir yer tutuyordu. İki ülkenin de ortak çalışmada temel aldığı politika çok kutupluluğun yeniden inşasıydı. Bu çerçevede iki ülkenin öncülüğünde çok sayıda yapılanma oluşturuldu. Bunların ilki Şangay İşbirliği Örgütü oldu.

ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

Rusya Dışişleri eski Bakanı İ. S. İvanov, 1 Eylül 2000 tarihinde yaptığı bir konuşmada, yeni Dış Politika Doktrini’ni değerlendirirken yeni kavramın şimdiye kadar süregelen dış politikanın terk edilmesi anlamına geldiğini açıklamış ve tek kutuplu dünyayı şöyle eleştirmişti:

“Tek kutuplu dünyanın, uluslararası istikrar açısından kendiliğinden geniş bir ortaklık doğuracağı beklentileri gerçekleşmedi. Bu durum tam tersine doğrudan doğruya Rusya sınırlarında yeni bir gerginlik ve şiddet merkezi ortaya çıkardı. Uluslararası toplumun, tasavvur edilemeyecek kadar keskin tehdit ve meydan okumalara cevap bulması gerekliliği doğmuştur.” (1)

İşte bu noktada, Rusya’nın çok kutupluluk çalışmalarının en önemli parçasını Şangay Beşlisi olarak kurulan ve daha sonra ismi Şangay İşbirliği Örgütü olarak değiştirilen yapılanma oluşturdu.

1996 yılında devletler arasında güvenlik alanında işbirliği çalışmalarının gündeme gelmesiyle oluşturulmaya başlanan, ancak, 1997 yılından itibaren aktif olan, şimdiki adıyla Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Avrasya’daki uluslararası örgütlerin en önemlilerinden. Kurulduğu dönemde Şangay Beşlisi olarak adlandırılan ve Çin, Rusya, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan’dan oluşan bu örgüt, Özbekistan’ın da katılımıyla 7 Haziran 2001’de önce Şangay Altılısı, sonra da bugünkü Şangay işbirliği Örgütü adını aldı.

9 Haziran 2017'de Nur-Sultan'da gerçekleştiren zirvede Hindistan ve Pakistan'ın örgüte katılması ile üye sayısı sekize çıktı. Gözlemci statüsünde olan İran'ın 17 Eylül 2021'de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olarak kabul edilmesi ile üye sayısı dokuza çıktı.

Türkiye bu örgüte, 2012 yılında Diyalog Ortağı olarak katıldı.

Yapının siyasi, ekonomik ve askeri işbirliği boyutlarının giderek derinleştiği biliniyor.

BRICS

Rusya’nın çok kutupluluk doktrininde sadece Çin ve nüfuz alanı ilan ettiği ülkeler yoktu. Aynı zamanda Asya başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerindeki büyük ekonomik ve siyasi güçlerle diyalog ve işbirliğini geliştirme çabalarını geliştirdi. Örneğin Yakın Çevre Doktrini’nin en önemli ayaklarından biri Asya’nın diğer güçlü ülkesi Hindistan’dı. Hindistan ile yakınlaşmayı geliştirdiler. Bunu daha sonra ABD’nin ekonomideki küresel hegemonik rolünü dengelemek için daha da genişlettiler. İlk olarak 2001 yılında yatırım bankası Goldman Sachs’ın iktisatçısı Jim O’Neill tarafındüan “yükselen ekonomiler” olarak gösterilen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in İngilizce isimlerinin kısaltması olarak kullanılan BRIC, daha sonraki yıllarda yanlarına Güney Afrika’yı da alarak BRICS halini aldı. 2008’de altyapısı oluşturulan örgütlenme, 2009 yılında kuruldu. (2)

Üç kıtada beş devletin oluşturduğu BRICS, adım adım finans, ekonomi ve teknoloji konularında ABD’nin etkisini dengeleyen bir yapı oluşturdu.

Bir taraftan IMF ve Dünya Bankası’nda daha fazla söz sahibi olmak isteyen BRICS ülkeleri, ayrıca BRICS Yeni Kalkınma Bankası’nı kurarak mevcut sistemi alternatifler oluşturdu.

Üye devletlerin 2008-2017 yılları arasındaki büyüme oranları (satın alma paritesine göre) Yüzde 5,4 iken, bu oran aynı yıllarda ABD’de yüzde 0,7, AB için yüzde 0,6 oranında kaldı. Aynı yıllarda dünyadaki büyüme oranı ise yüzde 1,7’ydi.

KOLEKTİF GÜVENLİK ANLAŞMASI ÖRGÜTÜ

Bu iki yapının haricinde Rusya, nüfuz alanı olarak gördüğü eski Sovyet cumhuriyetlerini de kendisine bağlı tutmak istedi. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, 1991 yılında kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun haricinde daha sıkı bir yapılanma oluşturulacaktı. Bu çerçevede 2002 yılında Azerbaycan’ın Karabağ Vatan Savaşı ve Kazakistan olaylarında gündeme gelen Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü kuruldu.

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü Rusya başta olmak üzere altı Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesi olan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Belarus ve Ermenistan kurulan örgütlenme, askeri bir ittifak olarak öne çıktı.

Antlaşmanın 4. maddesinde, üye devletlerden herhangi birinin saldırıya uğraması durumunda saldırgan güçlerin askerî harekât(lar)a son vermesini sağlamak için gereken önlemleri alması kuralı yer aldı. Bu madde güvenliğin bütününü kastederek, bir üye devlete yapılan saldırının tüm üye devletlere yapılmış bir saldırı olarak değerlendirileceğine vurgu yapmaktaydı. Bu çerçevede, örgütlenme, NATO karşıtı askeri yapı olarak görülmektedir.

Görüldüğü üzere Rusya, bütün bu hamlelerini, ABD’nin tek kutupluluk girişimlerine karşı kendi çıkarları çerçevesinde çok kutupluluğu esas alan bir politika ekseninde gerçekleştirmekteydi.

SONRAKİ BÖLÜM: MÜNİH KONUŞMASI

  1. Mehmet Perinçek, “Avrasyacılık Türkiye’deki Teori ve Pratiği”, Bilgi Yayınevi,  2006, s. 36-37
  2. Mehmet Ali Güller, “Amerikan Hegemonyasının Sonu”, Kırmızı Kedi Yayınları, Birinci Basım, 2019, s. 94
Diğer Yazıları