Deizm fakültesi öğretim üyeleri

Erdem Uygan

Erdem Uygan

Son günlerde Diyanet İşleri Başkanımızın da yardımıyla deizm yine gündem oldu. Deizmle ilgili olarak daha önce de bir yazı kaleme almış ve kendilerine deist diyenlerin asla mazur görülemeyeceğini, Allah’ın emrilerini yok saymanın bilinçli bir tercih olduğunu ve kibirden kaynaklandığını, dolayısıyla Kur’an’ın ifadesiyle kafirlikten başka bir şey olmadığını belirtmiştik. Bir kez daha belirtelim ki; mevcut dinlere mensup kişilere bakarak (müslümanlar da dahil) Allah’ın din göndermiş olamayacağı kanaatine varmak, zekâya ve akla dair hiçbir ize sahip olmamak anlamına gelir. Zira İslam’ı duymuş olup da Kur’an diye bir kitabı duymamış olan kimse düşünülemez. Kur’an’ı duymuş olup da Fatiha Suresi diye bir sureyi duymamış olan kimse düşünülemez. Fatiha Suresi’ni okuyup da onu bir insanın yazdığını söyleyebilecek akıllı bir varlık düşünülemez.

Ancak bu yazımızda konuyu biraz daha farklı bir boyutta ele almaya çalışacağız. Bunun için de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a kulak vereceğiz. Din eğitiminin okul öncesi çağdan başladığını belirten Erbaş şunları söylüyor:

“Onlara Kuran öğretip de sureler okutmuyoruz. Kendi yaşlarına göre, Peygamberimizin ifadesiyle, 'Onların akılları hangi konuları almaya müsaitse' ona göre programlar yapıyoruz. Bunun için en fazla sıkıntı çektiğimiz konulardan biri okul öncesi eğitim formasyonuna sahip öğretmenlerimiz yok. Bunun için ilahiyat fakültelerine, YÖK'e müracaat ettik. İlahiyat fakültelerinde okul öncesi din eğitimi bölümlerinin açılmasını YÖK'ten istiyoruz.”

Görüldüğü üzere okul öncesi dönemdeki çocuklara doğru dini öğretmek için Kur’an surelerini okutmanın doğru olmayacağını düşünen Erbaş, konuyla ilgili donanımlı öğretmen bulabilmek için İlahiyat Fakültelerine çağrıda bulunuyor. Ya sayın Erbaş ilahiyat fakültelerinde ilim diye okutulan bilgileri hiç bilmiyor ya da deizmin ne olduğunu… O halde kendisine bu konudaki bilgilerini tazelemek adına ilahiyat fakültelerinde tefsir hocalığı yapan profesörlerimizin eserlerinden bazı bölümler okuyalım. Bakalım bu kişilerin anlattıkları dinin deizmden bir farkı var mı? Bu kişilerden Allah’ın dini İslam’ı öğrenen ve öğretecek olan insanlar yetişebilir mi?

“Hz. Peygamber insanlara tebliğ ettiği bu kelamın kendine ait olmadığını söylememiş, kendisinin Allah tarafından seçilip gaybi yardımla desteklendiğine dikkat çekmiştir. Bu gaybi yardım/destek Kur’an’da vahiy diye isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber vahiy sayesinde Kur’an’ı kendi diliyle formüle etmiştir. Bu yüzden Kur’an Allah’ın ayetleri olarak nitelendirilmiş, yani Allah’tan kaynaklandığı için ilahi sözler olarak kabul edilmiştir.”

“Bize göre Kur’an’daki lafızlar Hz. Peygamberin kendi diliyle Allah hakkında konuşmasıdır. Bilindiği gibi dil, insanın duygu, düşünce, idrak ve kültür dünyasından bağımsız değildir. Bu yüzden Hz. Peygamberin kendi varlık tecrübesinden hareketle Allah’ı gazap, rahmet, beddua gibi insanbiçimci sıfatlarla anlatması gayet tabiidir.”

Bu ifadelere göre Kur’an, Nebînin kendi ifadeleriyle Allah’ın vahiyini yazıya döktüğü bir kitaptır. Şimdi soralım: Bir insanın, yaşadığı dönemin şartlarına ve kültürüne göre kendi ifadeleriyle yazdığı bir kitap nasıl Allah’a ait olabilir? Böyle bir kitap nasıl olur da bugün bizim sorunlarımızı çözebilir? Zaten bu mantığa sahip ilahiyatçılara göre Kur’an sorun çözemez:

“Çünkü hayat, hele hele müslümanca bir hayat, mana ve mesajı bir tür anlam arkeolojisiyle keşfedilmesi gereken bir metin olarak algılanan Kur’an’dan üretilemez. Diğer bir deyişle, sözüm ona sahih ve sağlıklı Kur’an okumalarıyla daha güzel bir Müslümanlık yaşanmaz, yaşanamaz. Çünkü Müslümanlık denen pratik tecrübe, vahyin nüzul süreci tamamlandıktan sonra tarihin hiçbir uğrağında salt kitaptan / metinden üretilmedi, bilakis yaşayan sünnet ve gelenek sayesinde spontane biçimde öğrenildi.”

“Kur’ân bütünüyle ‘ölçü’ değildir. Örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar.”

“Kur’an İslam’ı denen şey tabiri caizse baş belasıdır.”

Sadece birkaç kişiye aitmiş gibi görünen bu ifade ve yaklaşımlar, aslında ilahiyat fakültelerinin tamamında yaygın olan tarihselcilik akımının tezahürleridir. Ne yazık ki bugün bu fakültelerde geleceğin ilahiyatçı akademisyenleri bu düşüncelerle ve Allah’ın Kitabından habersiz bir biçimde yetişmektedirler. İşte geçtiğimiz yıl yapılmış bir yüksek lisans tezinden benzer ifadeler:

“Allah’ın Hz. Muhammed ile konuşması olan Kur’an-ı Kerim, sözlü dilin özelliklerini içermektedir. Sözlü olarak nazil olan “İlahi Kelam”ın, yazılı formatta koruma altına alınmaya başlanması, sözlü dile ait özelliklerin yazıya aktarılamamasını da beraberinde getirmiştir.”

Kısacası bugün akademik düzeydeki anlayış, Kur’an’ın zaten nebînin ifadelerini içerdiği ve dolayısıyla da bir insana ait ifade eksiklikleri ile dolu olduğudur. Peki o halde soralım: Bunun deizmden ne farkı var? Kendilerine deist diyenler “Allah bir kitap göndermemiştir yani bugün bana emir veremez” demektedirler. İlahiyat fakültesindeki tefsir hocaları da “Allah’ın gönderdiği kitap bir insanın ifadelerinden oluşur. Bugün bize emir veremez demektedirler.” Sonuçları bakımından bu ikisi arasındaki farkın ne olduğunu Diyanet İşleri Başkanımızdan beklemek bizlerin en doğal hakkı değil midir?

Oysa yeryüzünde yaşayan her insan Allah’ın birer ayetidir. Dolayısıyla hangi çağda olursa olsun bir insana Allah’ın ayetlerini doğru bir biçimde okuduğunuz sürece tatmin olmayan hiç kimse olamaz. Eğer çocuklara ilahiyat fakültelerinde yetişmiş kişiler tarafından eğitim verilecek olursa geleceğin deistlerini yetiştirmek kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda günün birinde, yukarıda ilahiyatçılardan alıntı yaptığımız ifadelerin benzerleri, “deizm fakülteleri” öğretim üyelerinin kitaplarını dolduracaktır.

Diğer Yazıları