Büyümemiş oğlan sendromu

Demet Cengiz

Demet Cengiz

Sosyal medya aşklarını anlattığım bir önceki yazımı, konuyla bir alakası olmadığı halde annelerin büyütmediği oğullarıyla bitirmiştim. O kadar çok kadından bu konuda yazmam için istek geldi ki hayret ettim. Kocalarının, eski kocalarının, sevgilerinin, eski sevgililerinin, erkek kardeşlerinin ve hatta babalarının büyümemişliğinden yakındılar.

Biraz tombulca 13 yaşlarında elinde mavi balon tutan bir çocuk denizde annesinin kucağındaydı. Önce engelli olduğunu düşündüğüm çocuğu daha sonra plajda koştururken görünce yazımı annelere “Oğlan çocuklarınızı büyütmüyorsunuz, sonra biz uğraşıyoruz” diye seslenerek bitirmiştim.

Aslında bu konuyu sosyologlar incelemeli. Bizdeki babyboomer (İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946-1964 aralığında doğanlar) kuşak, anne-baba olduklarında (60’ların sonları, 70’ler ve 80’ler demek) oğlan çocuklarını bir tuhaf yetiştirdiler. O aralıkta doğan erkekler arasında yaşamla ilgili sorumluluk almayan, hâlâ ailesiyle yaşayan, meslek sahibi olmayan, çalışmayan hatırı sayılır bir kitle var. Nedenleri derinlemesine incelenmeli.

Büyümemiş oğlan çocuğu sendromuna sahip olanlar ise sayıca çok daha fazla. Bu yukarıda saydığım bir baltaya sap olamamışları da kapsıyor.

Babalar zaten çoğu zaman dış kapının mandalı olduklarından, büyümemiş oğlan çocuğu sendromunun müsebbibi olarak anneleri görebiliriz.

Büyümemiş oğlan çocukları kimdir?

Duygusal olgunluktan uzak, duygusal gelişimini tamamlayamamış, sorumluluklarını alamamış, her dediği olmuş, her istediği önüne konmuş, arkası hep toplanmış, çıkardığı sorunlar hep çözülmüş, şımartılmış, bencil, kendi odaklı adamlardır.

Tepkilerini kontrol edemeyen, davranışlarının sonucunu düşünemeyen, davranışlarının sonucunda ortaya çıkan durumla ilgili sorumluluklarını reddeden, sürekli onaylanma ve övülme ihtiyacı içinde olan, zoru sevmeyen, zoru görünce kaçan, kaçınca saklanacak bir anne eteği arayan adamlardır.

Kendilerine annelik edecek bir kadın arayıp, sonra da anne yaptığı kadına sürekli ihanet eden adamlardır.

İngilizce bir fıkrayı hatırladım.

Küçük kız “Anne, koca nedir” diye sorar. Anne cevap verir: “Artık ailesi tarafından idare edilemeyen, evlat edinilmiş yetişkin erkektir.”

***

Dişi kurt yavrularına nasıl korunacaklarını ve nasıl avlanacaklarını öğretir, sözünü geçirmek için çoğu zaman yavrularına hırlar, onları korkutur.

Dişi kuş yuvayı kurar, yavrularını besler, büyütür ve vakti geldiğinde uçmaları için evlatlarını yuvadan atar.

Hayvanlar âleminde işler böyle yürüyor. Doğada sorun yok. Sorun yine insanda.

İtalyan asıllı Fransız şair Guillaume Apollinaire “Onları kenara götürüp, uçmalarını söyledik. Durup beklediler. ‘Uçun’ dedik. Durdular. Onları kenardan ittik. Ve uçtular” demiştir.

Yavrusunun her sorununu çözen, üzerine titreyen, onun adına her savaşı üstlenen ‘fazla iyi anne’ çocuklarının gelişimine izin vermiyor. Koruyucunun, sahnedeki rolü bittikten sonra çekilmesi gerekiyor ama bu bir türlü gerçekleşmiyor.

Korunan da keyfini bozmak istemiyor. Ancak artık bir yerde meme emmeyi bırakıp kendi yemeğinin peşine düşmeyi, kendi ayakları üzerinde durmayı da bilmeli kişi.

Dilimizde, kültürümüzde sürekli ‘adamlık’a bir vurgu var.

Adamsın!

Adamın dibi!

Adamım!

Adam ya!

Adam dediğin…

Demek ki büyümemiş oğlan çocukları, yoksunluk duydukları kavramı sürekli dillerine doluyorlar.

Büyümemiş oğlan çocuklarını yazmamı isteyen kimi kadınlar, hayatlarındaki erkeklerle (eş, sevgili, kardeş, baba) bir çocukla konuşur gibi iletişim kurduklarını anlattı. Bazıları, hayatlarındaki erkekleri bir köpeği eğitir gibi terbiye ettiklerinden söz etti. Hak ederse ödül ver, cezalıysa kıçına gazeteyle vur!

İtibarınız yerle bir, büyümeyen oğlanlar, bilin bunu.

***

Annelerin büyütmediği oğlanlarla babaların pipisini övdüğü oğlanlar, maalesef biz kadınların en büyük dertlerinden…

Birkaç hafta önce Çanakkale’de ilginç bir olaya şahit oldum. Plajda bir anne, fotoğrafını çekmek için 3-4 yaşındaki oğluna seslendi. Çocuk annesini elinde cep telefonuyla görür görmez eliyle pipisini işaret ederek poz verdi.

Ben eminim bu hareketi ona annesi öğretmedi. Ancak böyle yetiştirdiğiniz çocukların hayatta çüklerinden başka bir başarısı olmuyor. Kendini Bereket Tanrısı sanıp, ortalıkta ‘pipi pusulası’yla geziyorlar. Sırf erkek oldukları için üstün, haklı ve değerli olduklarını düşünüyorlar. Zavallılar!

Varoluş Süreci kitabında Michael Brown bir öykü aktarır. Kitaptaki göğüs kelimesini doğrusu ‘meme’ ile değiştirerek olduğu gibi aktarıyorum:

“Bir oğlan doğar. İlk gerçekleşen annesinin memesinin suratına dayanmasıdır. Onu emer ve bu deneyimiyle tüm besinini alır. Kısa bir süre sonra bu meme ondan alınır ve sonsuza kadar saklanır.

Zavallı küçük adam! Bilinçli olarak kavrayamadan tüm hayatı boyunca bu memeyi arayıp tekrar onu emmeye çalışır. Karşılaştığı her kadın umutsuzca aradığı bu birleşme için olası adaydır. Bu ikilemden dolayı sürekli aç ve huzursuzdur.

Bir gün kendisine ‘Ben senin annen değilim. Hiçbir kadın da değil. Memelerimi rahat bırak. Tek kaynak kendi annen. Şimdi o asıl kaynak olan memeye git ve benim ne olduğumu bilene kadar geri gelme. Ancak ondan sonra senin kollarında çıplak yatarım’ diyen bilge bir kadınla tanışır.

Sevginin ne olduğunu, neyi neden yaptığını bildiğini farz ederek yaşamıştır. Şok olmuştur. Erkek-meme-güdümlenme (man-nipplenotion-manipulation)…

Bu keşifle kadınlara bu şekilde davranarak aslında doyumsuz bir emiciden başka bir şey olmadığını anlar.”

Yazar bu öyküyü bilinçaltımızdaki yanlış sevgi tanımına bağlar.

Neyse… 1990’lardan sonra doğan kız çocuklarını da ‘prensesler’ olarak yetiştirdiklerinden en azından eşitlik sağlandı.

Bu kuşağın kadın-erkek ilişkilerinin nasıl şekilleneceğini çok merak ediyorum.

Bakalım büyümemiş oğlan çocuklarıyla, ailelerin biricik prensesleri nasıl öykülerin kahramanları olacaklar.

Diğer Yazıları