''Bu bayramlar ve yarınlar...''

Tarih 29 Ekim 1938.

Mustafa Kemal, Dolmabahçe’de hasta yatağında. Süzülmüş. Solgun.

Yatıyor, gözlerinde uyku yok.

Uyku yok zira, 29 Ekim’lerde yatmak ne kelime, heyecandan oturamazdı bile.

Tarih 29 Ekim 1938.

Aramızdan ayrılışına iki haftadan bile az süre kalmış.

O son 29 Ekim’de, ayaklarını kıpırdatmakta bile zorlanarak yatarken.

“Cumhuriyet” sözcüğünü ilk kez kullandığı 1906 yılını hatırlamış mıydı, bilinmiyor.

1906’da Suriye’de. Yakın arkadaşı Halil heyecanla, nasıl bir padişaha ihtiyaç olduğunu anlatırken…

“Neden padişah fikrine saplanıyorsun Halil? Cumhuriyet yaparız” demesinden 17 yıl sonra, “cumhuriyet” ilan ediliyor.

Cumhuriyetin ilanının 15. Yıl dönümünde, 10 Kasım’a günler varken…

Yattığı odaya birden ışık doluyor.

Bin ömürde yapılamayacakları, bir ömre sığdırmış olmanın yorgunluğu da çökmüş olmalı hasta bedenine.

Ki…

Işık dolu pencereye dönemiyor bile.

Işık, süslenmiş bir Boğaziçi vapurundan geliyordu.

Tarih 29 Ekim 1938.

Günler kala aramızdan ayrılışına…

Vapurdan yükselen alkışlar yattığı odaya doluyordu.

Alkışların geldiği yöne bakmak istediğinde odadakiler, “Üniversite gençleri kutlamaya gelmişler” dediler.

Kendisini kaldırmalarını istedi. İtiraz edecek oldu odadakiler.

Karar verdi mi, önünde durulmazdı.

Kollarına girdiler, pencerenin önündeki koltuğa oturttular. Eliyle vapurdakileri selamladı.

Vapurdan bir alkış tufanı koptu. “Yaşa”, “Yaşa” sesleri yükseldi.

10 Kasım’ın az ötede beklediği bilinmiyordu.

Vapurdaki gençler “Dağ başını duman almış” marşını söylemeye başladılar hep bir ağızdan, “Güneş ufuktan şimdi doğar…”

Mustafa Kemal pencereden gençlere seslenmek istedi, takati yetmedi.

Yanındakilere döndü, gençlere söylemek istediklerini onlara söyledi:

“Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle…”

Ata’mız yatağına yatırıldı. Odadakiler ağlıyordu.

Bu satırları yazarken benim ağladığım gibi…

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

“BİR FİLMİ İZLEMEK GİBİYDİ…”

ABD Başkanı Trump’ın, Bağdadi’nin öldürülüşünü açıkladığı basın toplantısını izlerken aklımdan geçenler;

Bir, Beyaz Saray’ın iletişim ekibi devre dışı bırakılmış, kesin, kesin.

İki, Trump’ın iletişimini sadece “narsistik kişilik bozukluğu” konusunda uzman psikiyatrlar analiz edebilir, kesin, kesin.

Üç, Trump sakarlık komedyenleri Stive Martin ve “Mr. Bean” Rowen Wilson karışımı bir şey, kesin, kesin.

Dört, hem Bağdadi’nin koşarken ağlayıp bağırdığını, hem de intihar ettiğini söyleyecek kadar tutarsız, kesin, kesin.

Beş, “Amaan petrol, canım petrol” şarkısını söylemediği kalmış bir tüccarın, terörle mücadele falan umurunda değil, kesin kesin.

Altı, cani bir teröristten “yakışıklı çocuk” diye söz edecek kadar kontrolsüzlüğün dibine vurdu, kesin, kesin.

Yedi, bir terör operasyonuna “film izlemek gibiydi” diyecek kadar lakayt, kesin, kesin.

Sekiz, bu hastalıklı şovu baştan sona izlediğim için ben de hasta olmalıyım, kesin, kesin.

ESKİDEN YALÇIN AKDOĞAN VARDI

Eskiden. Cumhurbaşkanı Erdoğan başbakanken.

Bir konuşma yazarlığı ekibi vardı. Kılı kırk yarar, bin düşünür, yüz planlar bir yazarlardı.

Son gözden geçirmeyi de Yalçın Akdoğan yapardı.

Akdoğan danışmanlık görevine yeniden getirilince, aynı işleyişe dönülecektir dedim, dönülmedi.

Dönülseydi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, madem Fenerbahçe Divan Toplantısında konuşacak, hiç değilse spor vizyonu üzerine tarihi bir konuşma yapmalıydı.

Olmadı, olamadı. Bir fırsat kaçtı.

BİRİ NEVŞEHİR VALİSİNE ŞUNLARI SÖYLESİN

Eyyy Vali Bey, “Atatürk’e Saygı ve Cumhuriyet Yürüyüşü” gibi birleştirici kutlama yürüyüşüne izin vermemek, toplumu ayrıştıran ortamların önünü açar.

Eyyy Vali Bey, sen ne demek istiyorsun Nevşehir’de kamu güvenliği tehdit altında mı?

Eyyy Vali Bey, kaç milyonluk Ankara’da kortej yürüyüşü güvenli yapılırken, Nevşehir’de yapılamıyorsa, görevini layıkıyla yapamıyor musun?

Eyyy Vali Bey, “yaptırmakla yaptırmamak arasında kalırsan, yaptırmamayı seç” diyenlerden misin?

DERHAL O ÖĞRETMEN BULUNSUN

Yazar Aslı Erdoğan, Belçika gazetesine “Türklere okula başlar başlamaz, Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor” demiş.

Ya onunla aynı ülkeden değilim, ya da onun okuluyla benimki aynı ülkede değil.

Zira. Bana okula başlar başlamaz, Kürtlerden nefret etmem öğretilmedi.

Bize, arkadaşlarımızı “Türkler” ve “Kürtler” olarak ayırmak değil, “biz” demek öğretildi.

Diyeceğim o ki, Aslı Hanımın okuduğu yıl, okul, öğretmenleri bulunsun.

Aslı Hanım mı doğru söylüyor, ben mi anlaşılsın.

ACABA DİYORUM

Şehircilik ve Çevre Bakanlığı, “imar denetçisi” uygulamasında, denetçiyi de denetleyen mekanizmayı kurmuş mudur?

Turizm Bakanlığına iletişim desteği verenler, Turizm Bakanının eşi Pervin Ersoy’u “sosyetenin tur rehberi” olarak mı konumladılar? Öyleyse hiç hoş değil.

Beren Saat, güçlükle oluşturduğu kariyerini bozuk para gibi harcadığının farkında değil mi?

Cem Yılmaz’sız Defne Samyeli, Acun’suz Şeyma gibi olur mu?

Galatasaray bir şeyleri değiştirmekle uğraşmak yerine Fatih Terim’i değiştirse daha iyi olmaz mı?

CEM YILMAZ FİLMLERİ NEDEN İZLENMİYOR?

Son filmi “Karakomik Filmler” izlenmeyince Cem Yılmaz seyirciye kızmış.

Güya kendi düzeyi yüksek, seyirci düzeyi düşük demeye getirmiş.

Hadi canım.

Ben size diyeyim neden izlenmiyor?

Bir, Cem Yılmaz uzun zamandır izlenmek için değil, kendisini ve klanını tatmin etmek için film yapıyor. Farkında değil.

İki, öyle bir magazin figürü oldu ki ona bakan, artık ne bir komedyen ne de bir aktör görüyor.

Üç, kendisine kurduğu dörtlü çete (Zafer Algöz, Can Yılmaz ve Ozan Güven ile birlikte) duvarının içine öylesine hapsoldu ki nabzı yakalamakta zorlanıyor.

Dört, onun izleyicisi ilk önce güldürmesini ister. “Biz güldürme garantisi vermedik” diyorlar, kariyerlerini o garantinin üzerinde yükselttiklerini unutuyorlar.

Beş, son zamanlarda o kadar gergin ki, girdiği her ortamı geriyor.

Sevgili Cem Yılmaz, ben seni tutuyorum, bana kızma, beni anla.

ÇOK UTANDIM

Nerede oldu önemli değil. Genç bir çocuk. Üniversite öğrencisi.

Spor salonu soyunma odasından çaldığı 125 TL’nin 25 TL’sini ekmeğin arasına koyup dolaba saklıyor.

Yakalanıyor.

Terörist değil, katil değil. Canavar değil. Tacizci, tecavüzcü değil.

Büyük bankaları soyup, kasaları açan, arazileri yağmalayan biri hiç değil.

Onlara yapılmayan bu gence yapılıyor.

Polis ekmeği, çaldığı parayı asayiş merkezinde masaya dizip basına gösteriyor.

Genç bir adam. Uyarılır, dikkati çekilir. “Bir daha yapma” denir, en fazla kamu görevi cezası verilir. Topluma kazandırmaya bakılır.

Böyle bas bas bağırılmaz.

Ama biz, bir tepsi baklava çaldı diye çocuğa 6 yıl hapis veren bir ülkeyiz…

Utandım ama şaşırmadım.

AKLIMDA KALAN

Bir, “Meğer mezarlıktan korkanlar, sevdikleri orada yatmayanlarmış”: Herkes gibi ben de geceleri mezarlıktan korkanlardandım. Geçen hafta sonu, annemin kabri yapıldı. Yapım işi geceye kadar sürdü. Hiçbir dakikasında oradan ayrılmadım. Ne korktum, ne de aklıma korku geldi. Fark ettim ki, annesi orada yatan biri, mezarlıktan korkmazmış. Ya da annesinin yanındayken çocuklar korkmazmış…

İki, 23 Nisan’ın 100’ü: Biz aslında dünyaya güzel bir ders verebiliriz. Ülkemizi terör bölgesine hapsetmeye kalkanlara, “atık insanlar”ın çöp kutusu işlevi yükleyenlere 23 Nisan festivaliyle okkalı bir cevap verebiliriz. Bunun için zaman daralıyor. Kaldı 178 gün. 23nisanfestivali@gmail.com @23nisanin100u #23nisanin100ü

Diğer Yazıları