Bizde şair ve sanatçının halet-i ruhiyesi

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Sultan II. Abdülhamid dönemi şairleri, edipleri, ulema ve sanatçıları genel olarak iktidar ile kavgalı olmuşlardır.

İmparatorluğun hakikaten zeki, iyi tahsil görmüş, Doğu ve Batı’yı tanıyıp öğrenmiş bir kısım münevverleri her nedense dönemlerinin birer gerçek aydını, sanatçı yahut şair ve edebiyatçıları olarak topluma örnek olmak ve ona müspet anlamda yön vermek sorumluluğunu üstlenmek yerine çatışmacı bir ruh hali örneği olarak mazide iz bırakmayı tercih etmişlerdir.

Dönemin münevver, şuara, üdeba ve sanatçılarından bazılarının böyle bir halet-i ruhiye sergilemiş olmaları galiba bir dimağ yahut ruhiyat hastalığının eseriydi. Ancak söz konusu topluluk üyelerinin bazıları müzmin ve iflah olamayacak derecede hasta, bazıları ise tolere edilebilir derecede, ama maalesef hastaydı.

İmparatorluk hasta olur da hane halkı masun kalabilir miydi?

O dönemde yaşamış söz edilen türden şair, edebiyatçı yahut sanatçıların müptela oldukları hastalığın tezahürleri ise muhtelif ve muhtelitti.

Bazıları itimat edilmez bir haldeydi…

Bazıları riyakârlık hastalığına müptelaydı…

Bazıları güya gayet bilgiç, ukalâ ve akıldâneydi…

Bazıları hal-i hayaldeydi. Hayatı tozpembe görmekteydi…

Bazıları gayet mütekebbirâne bir tutum sergilemekteydi…

Bazıları afaki davranmakta, hakikatler dünyasından uzaklarda yaşamaktaydı…

Bazıları ise hayatı sadece ve sadece güzel ve dolu dolu yaşamak arzu ve emelindeydi…

Sultan Abdülhamid devri şairlerinin genel karakterleri arasında kendilerini büyük görme, her şeyi bilme, her şeye vakıf olma, âkildânelik ve kendi nefsini merkez kabul etme ile doğrudan doğruya kendi ilhamına bağlı kalarak hemen her şeye isyanda bulunma gibi bir halet-i ruhiye, tavır ve davranış, edebî üslup ile estetik anlayış ve ifade tarzı yaygın bir haldeydi.

 

İnsan edince kendi kemali ile imtizaç

Tenzil-i kadr-i ahara hissetmez ihtiyaç

 

tarzındaki bir düşünüş yerine:

 

Humkun zekâya karşı ta’rizi şöyle dursun

Takrizi bir musibet, tebriki bir beladır

hali adeta geçerli olmuştu.

Bu noktada şair ve ediplerin birbirleri ile olan yazışmalarına, birbirlerine bakışlarına, birbirlerine seslenişlerine, birbirlerini ne şekilde ve ölçüde takdir edip değerlendirdiklerine bakılacak olursa; âlem-i hayalde yaşayan, afaki laflar ve sözler eden, ayağı yere basmayan, dâhiyane davranan, sırların keşfine eren ve hatta dünyayı geçip ukbâda seyreden, biraz da ölmezlik-ebedilik kesp eden bir halet-i ruhiye içinde oldukları, en azından bir kısım şairler ve sanatçıların böyle bir durum sergiledikleri, rahatlıkla söylenebilir.

Ahiretten Mektuplar

Büyük ve Muhalled Üstat

Celle Celâl

Celle Celâlü

Edîb-i Necib

Hazreti İsa’ya Açık Mektup

Irk-ı Vatanımın Mefahiri Üstad-ı Azimüşşan

Kemal-perver

Necip ve Âlicenab Üstat

Necip ve Büyük Üstat

Şair-i A’zam

Türk İlahisi

Ukbâdan Bir Ses

Üstad-ı Azimüşşan

Üstad-ı İdrak-âra Efendimiz

Üstad-ı Lemyezel

Yukarıdaki başlıklar ve hitaplar, Sultan II. Abdülhamid devri şair ve edebiyatçılarının birbirlerine seslenişte, kendilerine biraz da ilahilik, uhrevilik, mistizm ve sır katarak birbirlerini tavsifte kullandıkları ve birbirlerini nasıl görüp idrak ettikleri gerçeğinin ilginç ama bir o kadar da düşündürücü, üzücü ve dahi oldukça acayip ifadeleridir.

Hayatı tozpembe gören, hal-i hayal içerisinde olan, her biri kendisini bir üstat mesabesinde farz eden, şuara, üdeba, ulema ve sanatçılar ile ülkenin idaresinde her şeyin ciddi bir hesap kitap ve siyasetle yürütüldüğünün; dengelerin mutlak surette muhafaza edilmesi icap ettiğinin; ilişkilerde ve kararlarda hamaset ve hayalin değil hakikatlerin geçerli olduğunun; hissin yerini hakikat ve rasyonalizmin aldığının idrakinde olan Sultan II. Abdülhamid arasında ve kimin sultan kimin teb’a; kimin yöneten kimin yönetilen olduğu hakikatinin idrakinden sarf-ı nazar edilen bir ortamda ihtilaflardan uzak nasıl bir birliktelik olabilirdi ki!

Diğer Yazıları