Birkaç kelimenin geçmişi gelmişi

Bugünlerde siyaset yazmak içimden gelmiyor. Ama “bugünlerde..” diyorum.

Yoksa elbette yazacağım. Arada bir farklı konularda yazmak, yazar için de okur için de nefes açıcıdır diye düşünüyorum.

Mesela bizim Erzurum İspir’de papara diye bir yemek var; çok severim. Tıpkı siyaseti sevdiğim gibi.

Ama her gün yemiyorum. Gerçi bazen zorla yediriyorlar!

Bugün bazı kelimelerin etimolojisini yani kökenini yazacağım.

Kelimelerin kökenini incelemek bilgilendirici; irdelemek eğlenceli oluyor.

Büluğ kelimesiyle başlıyorum.

Önce, büluğ kelimesinden türeyen sözcüklere bakalım.

Misal; tebliğ, tebellüğ, baliğ, belagat, meblağ bu sözcükten türeme.

Mübalağa etmiyorum, meblağ’ın kökü de bu kelime.

Kaldı ki mübalağa da bu kelimeden türeme..!

Büluğ, Arapça “ulaşma, varma, yetişme” manasına geliyor.

Hani, “büluğa erdi” deriz ya, pek çok kişi biliyor ki bunu söylediğimizde çocukluktan ergenliğe geçişi kastediyoruz.

Aslında ergenlik yaşı yani reşit olma yaşı ile büluğ yaşının farklı olduğuna dair pedagojik, teolojik tartışmalar var ama konumuz bu değil.

Bu arada reşit deyince, bu kelimeye de bir parantez açalım.

Reşit olma yani ergin olma yaşı, kanunlarımıza göre 18. yaşı bitirip 19. yaştan gün alma yaşı.

Türkçede ergen ile ergin farklı anlamda biliyorsunuz.

Örneğin 16 yaşındaki bir genç ergendir ama ergin olma yaşı 18. yaşını bitirdiğinde başlıyor.

Reşit kelimesi ise rüşt kelimesinden geliyor.

Fakat ilginç olan şu: Mesela Osmanlının son döneminde Rüştiye mektepleri vardı.

Atatürk’ün hayat hikayesi öğretilmese okullarımızda Rüştiye’yi zaten duymayacaktık!

Rüştiye, günümüzde ortaokul derecesinde bir eğitim kurumu.

İdadi ise lise derecesinde bir eğitim kurumu.

Yine Atatürk’ün söylediği “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözündeki “mürşit”in kökü de rüşt.

Mürşit; kemale ermiş, olgunlaşmış manasında.

Yani “irşat eden”. Kök aynı. “rşt”.

Bu arada, büluğa eren, hatta liseyi bitirip reşit olan her genç Atatürk’ün bu sözünü bilir de mürşit’in anlamını pek az genç bilir.

Niye? Çünkü eğitim sistemimiz ezberletir, öğretmez.

Evet, şimdi tekrar büluğ sözcüğüne gelelim.

Büluğ; varma, ulaşma, yetişme anlamında idi ya.

İşte mesela “Akil baliğ olmak” dediğimizde “aklı büluğa vardı” demiş oluyoruz.

(Gerçi bazı reşitlerin aklı büluğa varsa da yani aklı baliğ olsa da aklı bir karış havada oluyor, o başka tabii.)

Devam edelim: Belagat sözcüğü de bu büluğ kelimesine dayanıyor. (Hepsinde blg harflerinin olduğuna dikkat çekmek isterim.)

Belagat, “güzel konuşma yetisi” demek. Yeni moda deyişle, retorik.

Belagatı kuvvetli dediğimizde, özellikle güzel konuşma noktasında büluğa erdiğini, yani o kişinin artık “olmuş-oturmuş” olduğunu, “yetkin” bir isim olduğunu söylemiş oluyoruz.

Belagatı iyi olan bir isim konuştuğunda da genellikle “beliğ bir ifadeyle konuştu” diyoruz.

Tebliğ kelimesine gelince: Diyelim ki size mahkemeden bir evrak geldi.

Bunu size kim getirir? PTT memuru, değil mi?

PTT memuru bunu size ne yapmış olur? Tebliğ etmiş olur. Yani size evrak “varmış, ulaşmış, yetiştirilmiş” olur.

Biliyoruz ki büluğ “varma, ulaşma, yetişme” manasına geliyordu. ( İlave edelim: Tebliğ edenin getirdiği evrakı alan kişi bunu “tebellüğ” etmiş oluyor.)

Gelelim meblağ kelimesine. Yine büluğ (blğ) köküne dayanıyor.

Arapça meblağ kelimesinin Türkçesi, biliyorsunuz, tutar.

(Bu arada, öztürkçe tutar kelimesini icat eden kişi muhtemelen “Bu tutar, tutar” demiştir. Kaldı ki tuttu.)

Evet, diyelim ki bakkala girdiniz; ekmek, süt, gazete aldınız.

Üçünün fiyatı büluğa erdiğinde, yani hesap bir yere “vardırılmak” istendiğinde bakkal ne yapıyor?

Hesabı olgunlaştırıyor, bir fiyata “erdiriyor” yani topluyor ve çıkan “tutar”ı size söylüyor, “meblağ bu” diyor.

Yazının başında “mübalağa kelimesinin kökeni de büluğ” demiştim.

Peki alakası nedir? Alakası şu:

“Ortada mübalağa var” dediğimizde “Çok abarttı” demiş oluyoruz, değil mi?

Mademki büluğ “varma, ulaşma” idi ve mademki büluğ’un odak noktası “blğ” idi.

İşte mübalağa da “bir yere vardı, ulaştı, tamam ama sınırı da fazlasıyla aştı” demek isteğimiz zaman kullanılan bir sözcük.

Ha, bu arada az önce “odak” kelimesini kullandım.

Konuyla ilgisi yok ama odak’a da bi’ değinip çıkacağım.

Odak, öztürkçe bir kelime. “Od” sözcüğünden türeme.

Od, “ateş” manasında.

Hani, “dış mihraklar” deriz ya. Buradaki mihrak, odak’ın Arapçası.

Odak-mihrak.. İkisi de ateş sözcüğünden mülhem.. Zira mihrak kelimesinin kökeni hark.. (Arapçadaki tam karşılığı harq.)

Hark, köylerde hâlâ kullanılır. Ateş demek.

Dolayısıyla “birtakım odaklar, bir takım mihraklar” derken, “merceğin ateş yaktığı belirgin nokta”yı kastetmiş oluyoruz.

Konu konuyu açtı şimdi, küçük bir ilave daha.

Hark, Arapçada ateş idi ya.. Harik de yangın demek.

Hani Laleli’de Aksaray’dan Beyazıt’a çıkarken solda Osmanlı’nın ilk toplu konutu olan çok şık bir bina vardır. Şimdi otel olarak kullanılıyor.

O binanın eski adı, Harikzedegan Evleri. Yani yangınzede yani harikzedeler adına yapılmış.

Beyazıt deyince bakın aklıma bir kelime daha geldi. Fakat burada kesiyorum. Zira sayfa büluğa erdi.

Bakınız, etimolojiye dair bir şeyler yazayım dedim ama yine gündeme ve siyasete “dalmış” oldum.

Zira yazıda, okullar açıldığı için “rüştiye-idadi-ortaokul-lise” göndermesi var.

İş Bankası hisseleri üzerinden gündemde olan, daha doğrusu hep gündemde olan “Atatürk”’e izafiyet var.

“Toplu konut” meselesi”, “harici mihraklar-dış odaklar” konusuna değinme var.

Ama biliyorum ki yazımda “mübalağa” yok.

Pardon, şimdi fark ettim. O da var!

FİKRİ AKYÜZ

fikriakyuz99@gmail.com

Twitter/fikriakyuz99

 

Diğer Yazıları