Ben neden bu kadar çok kitap yazıyorum...

İzzet Çapa

İzzet Çapa

“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı” der İhsan Oktay Anar muhteşem ‘Puslu Kıtalar Atlası’nın bir yerinde...

Bizi, etrafımızdaki acı dolu dünyanın katı gerçekliğiyle, içimizdeki biçare can özünün acziyetiyle yüzleştirir...

Sert ama sahici, müdanasız ama etkileyici...

En sevdiğim Türk romanlarının başında gelir Puslu Kıtalar Atlası. Dan Brown’un dalamadığı derinliklerde gezen, inceden Umberto Eco havası sezilen bir başyapıt...

Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde de yaşamıştım aynı etkiyi. Gecenin bir vakti, romanın kahramanı Memed’e imrenip peynir ekmek yemişliğim bile vardır deli gibi...

Şükür ki fıtratımda var okuma sevgisi. Bana dünyayı ve elbette onlarca iç dünyayı kitaplar gezdirdi.

Lawrence Durell’le dolaştım Ortadoğu’nun kadim şehirlerinde; Amin Maalouf’la gezdim Doğu’nun Limanları’nı...

Ben neden bu kadar çok kitap yazıyorum...

Bambaşka bir Hazreti İsa’yla tanıştım Kazancakis’in Günaha Son Çağrı’sında. Bilmediğim alemlere gittim Dante’nin İlahi Komedya’sında...

Sevginin uçsuz bucaksız okyanusunda kulaçlar attım Mevlana’nın Mesnevi’siyle.

Hiçliğin tadına vardım Yunus’un dizeleri, Hacıbektaş’ın sözleri, deyişleriyle...

Ayırmadım Nazım’la Fazıl’ı, ikisinden de istifade ettim naçizane kendimce...

Şimdilerde Birhan Keskin’e çok düşkünüm, ruhumu damıtıyorum onu yüreğe dokunan şiirleriyle...

Velhasıl burada kitaplardan bu kadar çok bahsediyorsam inanın boşa değil...

İçinden kitap geçmeyen bir hayat, bana sorarsanız hiç çekilir şey değil...

Diğer Yazıları