Bekledim de gelmedin...

Bugünlerde dillerde “Elbet bir gün buluşacağız” şarkısını dolaşıyor.

Camlarda buluşma günü bekleniyor.

Geçmişin huzursuzlukları yerine güzel günlerin tortusu var akıllarda.

Zihin kötü şeyleri unutmaya, iyi şeyleri unutmaktan daha hevesliymiş.

Gündelik hayat, salgının bitmesini bekliyor.

Politik hayat, hasarın en aza indirilmesiyle meşgul.

Medya, salgının tadını çıkarıyor.

Bir ekranda “açılan sandık sayısı” benzeri ölen sayılarını gösteren veri bandı gördüm!

Ve fakat kimse “Bekledim de gelmedin”e hazır değil.

“Kaos, Kriz, İletişim” dersinde, “kriz” sözcüğüne “büyüleme” sözcüğü deriz.

Büyüsü geçecek hissi vermesinden gelir.

Geçecek hissi insanı beklemeye yöneltiyor ve durumu kabul edilebilir kılıyor.

Peki, bekleme süresi uzarsa ne olacak?

Bu sorunun yanıtı üzerine kafa yoran yok.

İletişimin en önemli olduğu günlerde, iletişimin hiç akla gelmiyor olması acayip.

Beklemek uzadıkça bunalmalar başlayacak.

O ateşin altına, sorumsuz yayıncılıklarla televizyonlar odun atmaya devam ediyor.

Mafyatik diziler, gerilimli, acıklı filmler koyarak ruhlara jilet atmaya devam ediyorlar.

Komedi deyince akla Kemal Sunal dışında bir ismin gelmemesi, gelenlerin de sekizinci sınıf kaba şarlatanlıklar olması acı ama acıdan daha çok fikir fukaralığımızın kanıtı.

“Salgın geçince özleyeceğim” dediğiniz bir program içeriğine rastladınız mı?

Medya yöneticileri ivedilikle ruhbilimcilerden danışmanlık almalı.

Sadece onlar mı, politikacılar da ruhbilimci danışman kadrosu açmalılar acilen.

Zira “ölen insanlarımız”ın acısı geçince, “kalan insanlarımız”ın acısı başlayacak.

ERDOĞAN’I BEKLEYEN TEHLİKE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi başarısı, “beklenmeyen”i yapmaktan beslenir.

Politikası meydan okumaya dayanır.

Örnek çok, Siirt’te okuduğu şiirden 27 Nisan bildirisine kafa tutmaya kadar, sıralamayayım.

Bu nitelikler, tam da bu salgın krizinde ihtiyaç duyulan şeyler.

Ekranlarda herkes “korkun” diye bağırırken, birinin çıkıp “korkmayın” demesinin gerektiği günler.

Tamam, ülkeyi yönetenlerin sağlığı her zamankinden daha önemli, orası kuşkusuz ve fakat içine düşülen ezberin de bozulması lazım.

Erdoğan’ı bekleyen tehlikenin adı “herkese benzemek”tir.

YAŞADIKLARIMIZDAN ÖĞRENMİŞ OLSAK

Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var/ yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın” romantizminden uzaklardayız.

Şunları öğrensek yeter;

Bir, sağlığın özelleştirilmeyip devletin işlevi olduğu öğrenilsin.

İki, uluslararası örgütlenmelerin ne kadar kozmetik kurumlar olduğu, ülkelerin sorunlarıyla baş başa kaldığı görülse ve “ulus devlet”in önemi öğrenilsin.

Üç, insanların iyiliğinin şirketlerin sosyal sorumluluk anlayışına terk edilemeyeceği, devletin birincil sorumlu olduğu “sosyal devlet”in değeri öğrenilsin.

TRUMP’LA AYNI FİKİRDE OLMANIN AZABI

Geçen pazartesi burada “Dünya Sağlık Örgütü kapatılsın” yazdım mı? Yazdım.

Üç gün sonra Trump, 1200 danışmanıyla istişare edip benle aynı noktaya geldi mi? Geldi.

Gerekçelerimiz farklı ama sonuç aynı.

Ben DSÖ’nün dökülen iletişiminden ve bir “acil eylem planı”nın bile olmayışından yola çıktım, Trump Çin’den.

Sonra herkes bunu konuşur oldu.

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞINA DAİR

Yasağın, yasaktan iki saat önce açıklanmasıyla insanların sokağa dökülerek riskin artırılmasında İçişleri Bakanı hatayı üstleniyor, geçelim.

Bir, ertesi sabah yasaktan haberdar olmayan insanlara ceza kesilmesi son derece yanlış.

Zira insanlar evlerinde medyaya tabi olmak zorunda değil.

Ceza yerine uyarı yeterdi.

İki, gazetelerin okura ulaşamaması kötü oldu.

2014’te Londra’da metro istasyonlarında çalışanlar grev yapınca, işe gidenler yeni yollar buldular.

Bir araştırma yapıldı, grev bitince her 20 insandan biri, grev sırasında keşfettiği yolu kullanmaya devam etmiş.

Eski alışkanlıklarına dönmemişler. Optimum değer.

Gazetesiz kalan insanlar internetten okudular ve büyük olasılık onların önemli kısmı gazeteye geri dönmeyecek.

İNSAN ÖĞRENDİĞİ YENİ ŞEYLER KADARDIR

Birçok öğrencim benden şu cümleyi duymuştur:

“Bana bir şey öğretin, benim bilmediğim bir şey.”

Yeni modadan değil ama yeni bilgiden heyecanlanıyorum ben.

Bu hafta karmaşıklık üzerine okurken, işte öyle bir şey öğrendim:

Başarılı insanlarla başarısızlar arasındaki farkın önemli bir ayrıntısını.

Başarılı olanlar ikiye ayrılıyor; Tek seferlikler ve başarısı sürekli olanlar.

Tek seferlikler çok çalışıp bir kereliğine başaranlarmış.

Sürekli başarıyı yakalayanlar ise, farklı ilgi alanlarına sahip, bulunduğu noktada ısrar etmek yerine başka alanlara geçiş yapanlar oluyormuş.

1958 yılında B. T. Eiduson başarı basamaklarını tırmanan 40 kişi üzerinde bir araştırmaya başlıyor.

20 yıl boyunca belirli aralıklarla onlarla görüşüp testler yapıyor.

O ölünce arkadaşları araştırmayı devam ettiriyorlar.

Sonuçlar;

Bir, o 40 kişiden en başarılı olanlar çalışmalarını farklı alanlara dağıtanlar oluyor.

En başarılı grup kendilerini “tembel” buluyorlar çünkü, çalıştıkları başka ilgi alanlarını “dinlenme” olarak görüyorlar.

İki, çok hobisi olan ve bunlar arasında geçiş yapanlarda problem çözmede çok boyutlu bakış açısı gelişiyor.

Üç, hobilerine göre zihinsel araçlar arasında geçiş yapabiliyorlar.

Dört, başarısız olanlar ise tek bir işe odaklananlardı, hayata da tek boyutlu bakanlardı.

Beş, başarı sadece bir konuda çok çalışmaya değil, ilgi alanları aracılığıyla daha geniş bir fikir ve beceri yelpazesine işlevsel yollarla entegre olma yeteneğine bağlıydı.

Müzik, resim gibi sanatla uğraşan bir doktorun uğraşmayana, bahçeyle, marangozlukla ya puzzle yapmakla uğraşan bir mühendis, böyle uğraşları olmayan, tek boyutlu olanlara göre daha başarılılardı.

Siz siz olun çocuklarınıza dersleri ve oyunlar dışında hobiler edindirin. Hayatta ve ayakta kalsınlar istiyorsanız.

ONLINE SIKINTILAR

Bugünlerde herkes online olmanın keyfinden söz ediyor da kimse sorunlarından söz etmiyor, edelim;

Özel yaşamın gizliliği ihlal ediliyor. Evlerimizin herhangi bir yerinden başkalarına bağlanmak zorunda kalmak ne demek?

Günün 24 saati, Akbank reklamlarında göklere çıkarıldığı gibi kucağımızda çocukla iş yapmak zorunda olmanın nesi iyi?

Fransa birkaç yıl önce iş yasasını değiştirmiş, çalışanların mesai sonrasında iş mail’lerine bakma sorumluluğu olmadığını yasalaştırmıştı.

Online yaşamın aile içi ilişkilere verdiği hasarı kim konuşacak?

E-ticaret şahane de en devinden en cücesine tüm şirketlerin çözümsüz çağrı merkezleri ve sahipsiz sosyal medya hesapları ne olacak?

NEYİ ATLIYORUM?

Ellerinde ışın kılıcı gibi termometrelerle biyonik kıyafetli görevlilerin önüne gelen insanın ateşini ölçmesini hiç anlamıyorum.

O sırada ateşi yoksa ve az sonra ateşi çıkacaksa ne olacak?

Parol benzeri ateş düşürücüler alıp sokağa çıkmışsa ve aslında bir virüs yayar ise ne olacak?

Ben sokakta ateş ölçüm işinden bir şey anlamıyorum. Karikatür gibi geliyor.

Neyi atlıyorum? 

AKLIMDA KALAN

23 Nisan’ın 100. Yılı: Bir yıldır yaptığım geri sayımın sonuna yaklaşıyoruz. Kaldı 10 gün! Sokaklar dolusu eğlence, çocuklaşan büyükler hayal ediyordum, geldiğimiz nokta balkondan İstiklal Marşı okuma. O da saat 20’de. Neden Meclis’in açıldığı yıla ithafen 19.20’de değil onu da anlamış değilim. Ben halâ çocuksu sevinçlerden yanayım. İstiklal Marşı ve bayrak rutininin yanına balkonlara renkli balonlar, evde ne varsa renkli kumaşlar asmaktan yanayım. @23nisanin100u #23nisanin100ü

 

Diğer Yazıları