Batı'nın 2023 planı ve 'tezkere' açıklaması

Biz Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı olan 2023’ü hep kendi hedeflerimiz üzerinden okumaya çalıştık, yorumladık.

Peki Batı ne planlıyor, hiç düşündük mü?

Bu yazımda bunun analizini yapmaya çalışacağım.

Türkiye ile Batı arasındaki ilişkiler, 1980’lerin sonu, 1990’ların başına kadar, Soğuk Savaş dengesi içinde devam etti. Kıbrıs meselesi üzerinden Yunanistan ile yaşadığımız ciddi gerilim ve ABD ambargosu dönemleri haricinde genellikle ABD-Türkiye ilişkileri, ABD’nin amirliğinde bizi soktuğu hiza içinde geçti.

Hizadan çıktığımız dönemlerde Kıbrıs Barış Harekatı’nı yaptık, Savunma Sanayimize temel olacak adımları attık. Temeller üzerine inşa ise zamana yayıldı. Çünkü yine ABD ile istediği çerçeve içinde iletişimi sürdürme zorunluluğu içinde hissediyorduk kendimizi.

Bu ülkenin devletimiz içindeki etkisi büyüktü. Bunun nedeni İsmet İnönü’nün Başbakan iken 1963 yılında söylediği şu sözlerde saklı: “Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum, sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce, sefirden öğreniyorum.”

Sadece içimize sızan yabancı unsurlar değildi sorun olan. Türk milletine yabancılaşmış, Amerikanofil (Amerikan sevici) unsurlar da az değildi. Sadece sivil siyasette, hayatta değil, devletin içinde bile çokça vardı bunlardan. Örneğin Amerikan Yardım Teşkilatı AID’ın Türkiye çalışmalarındaki verimi saptamak için Türkiye’ye gönderilen Richard Podol isimli uzman, 1975 yılında AID’a şu ifadelerin yer aldığı raporu yolladı: “Türkiye’de önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmemiş bir Türk’ün bulunduğu bakanlık ya da iktisadi devlet kuruluşu (KİT) hemen hemen kalmamıştır. Müsteşarlık ve Genel Müdürlük mevkilerinden de daha yüksek görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenmektedir. AID bütün çabalarını bu gruba yöneltmelidir.”

Elbette Türk milletinin evlatları da devletin içindeydi. Dönem dönem “kan kustuk kızılcık şerbeti içtik” dediler ama hep vardılar. Ama devletin kritik noktalarında ciddi bir Amerikanofil oranı vardı. Bu denge 1990’larla beraber değişmeye başladı. Sovyetler çökmüştü ve Batı dünyasına yeni genişleme gerekçeleri ve buna uygun piyonlar gerekiyordu. Yeni planda NATO üyesi Türkiye’nin de yeniden dizaynı öngörüldü. Ama bu dizayna itirazlar gelmeye başlamıştı. Amerikanofillerle Türk milletinin evlatları arasında bir mücadele başladı. Bu mücadelede iki taraf da belirli aralıklarla ileri hamleler yaptı. 15 Temmuz son büyük çarpışma oldu. Bu saldırı püskürtülünce Türkiye sıçramalar yapmaya başladı. İçeride devletin içine sızmış Amerikanofiller temizlenmeye başlanırken, dışarıda da milli çıkarlarımız çerçevesinde ilerledik. Mavi Vatan politikası, Karabağ’ın işgalden kurtarılması, terörle mücadelede terör örgütlerine darbe üstüne darbe indirilmesi, Kıbrıs Türk devletine giden yolun açılması, Türk dünyası ve kardeş/mazlum milletlerle kucaklaşma vs. Bu politikaları daha bağımsız uygulamamızı sağlayan savunma sanayii atılımı da tahkimat oldu. İşte bu durum birilerinin canını sıktı.

Türk devleti içinde yeniden etkili olmak için yeni planlarını devreye soktular. “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” başlıklı rapor hazırlayan ABD ordu kuruluşu RAND Corporation da, ABD ordusunun güvenilir ittifak kimliğine kavuşmuş olan Türkiye’nin Milli Savunma Üniversitesi’ne “müfredat programı geliştirme” konusunda yardımcı olabileceği ve belki Türkiye’nin yeniden ABD okullarına asker-subay gönderebileceğini savunmuştu. Yani “bize içeride yeni adamlar lazım” demeye getirmişti.

Ek olarak muhalefet analizi yapılan raporda, desteklenmesi gereken aktörler üzerine inceleme yapılmıştı.

Buna paralel olarak Türkiye’de siyasete, TSK’ya, basına kumpaslar kurulurken, teröristler katliam üstüne katliam yaparken, Karabağ işgal altındayken, Kıbrıs Türkleri yok sayılırken ilişkilerimizde son derece memnun bir görüntü veren Washington, Türkiye’nin bağımsızlık adımlarıyla yerinden zıpladı. Hatta Amerikan başkanlık seçimlerinde Türk siyasetine dışarıdan müdahale seçim vaadi bile oldu. Biden, “Erdoğan’ı muhalefetle devireceğim” derken Washington politikasını aktarıyordu.

Elbette Washington’un elinde aparatlar bitmedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında yeniden yazımın girişinde aktardığım bağımlılık ilişkisine dönmek isteyen bir Washington ve ABD liderliğindeki Batı bloku var. Onlar 100 yıl önce de karşımızdaydı, bugün de… Onlar o dönem Kuvayi Milliye’ye, Atatürk’e düşmandı, bugün de topyekûn Türkiye Cumhuriyeti devletine ve devleti gerçek anlamda temsil edenlere düşman. Elbette ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da düşman. Geçmişte mesele Mustafa Kemal Atatürk değildi. Anadolu’nun işgalinin tamamlanmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk, başarılı liderliğiyle bu planın önündeki engel oldu. Bu nedenle Atatürk’e düşmanlıkları bitmiş değil. Bugün de Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini değil, izlediği anti-emperyalist dış politikayı ve güvenlik politikalarını hedef alıyorlar. Bundan 10-15 yıl önce değil de neden şimdi sorusunu sorduğunuzda yanıt kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Dediğimiz gibi aparatları bitmedi. Koordineli bir şekilde karşımıza çıkarıyorlar. Terör örgütleri üzerinden sonuç alamadılar, şimdi de aparat devletler üzerinden operasyon yapıyorlar. Ukrayna yönetiminin provoke edilmesi, Tayvan üzerinden oynanan oyun benzeri bir şekilde Türkiye’nin karşısına da Yunanistan çıkarılıyor. Bu anlamda Adem Kılıç’ın analizini okumanızı öneririm. (Link: https://haber.gdh.digital/abd-ve-batinin-kocbasi-stratejisinde-kurban-yunanistan/ )

Yunanistan, doğrudan silahlı kuvvetlerimizi hedef aldı. Zaten ABD’nin 51’inci eyaleti gibi oldular. Nereye kafanızı çevirseniz, Amerikan askeri, üssü, aracı-gereci. Adeta işgal altındalar. Bu nedenle Washington “hadi” dediğinde, Miçotakis yönetimi hemen harekete geçiyor. Bu nedenle yaptıkları düşmanlıkların hepsinin perde arkasında Washington var. Yani esas düşmanlığı yapan Yunanistan değil, ABD. Aynen 100 yıl önce Yunanistan ile değil esas olarak dönemin emperyalist gücü İngiltere ile mücadele verdiysek, bugün de ABD ile veriyoruz.

Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Yunanistan geçen sene askeri deniz ve hava araçları ile Türk hava sahası ve denizde toplam 1616 ihlal, taciz gerçekleştirdi. Bu rakam 2022'nin 8 ayı içinde geçen senenin aynı dönemine oranla artarak 1123 oldu.

Şimdi bu ihlaller, uçaklarımıza kilit atmalar vs. parçaları birleştirdiğimizde, Türkiye’nin 2023 hedeflerine Yunanistan üzerinden bir darbe planı olduğu görülebilir. Ancak burada esas plan, “Yunanistan ile gerginliğin esas sorumlusunun Türkiye, daha doğrusu 2023 seçimlerini kazanmak isteyen iktidar olduğu” algısını yerleştirmek.

Yunanistan’ın etkili yayın organlarından Kathimerini’nin haberinde “(Yunan) Hükümet yetkilileri, Türkiye ile yüksek tansiyonlu bir döneme hazırlandılar ve bu sürecin en erken Türkiye’de Haziran 2023’te yapılacak seçimlere kadar da bu tansiyonun sürmesi bekleniyor” ifadesi bu anlamda önemli bir detay. ( https://www.sozcu.com.tr/2022/dunya/erdoganin-sozleri-sonrasinda-yunanistanin-plani-belli-oldu-7346906/ )

Yine Alman medyasının Türkiye’deki önemli isimlerinden birinin, Erdoğan’ın Yunanistan ile ilgili sert sözlerini sosyal medya hesabından paylaşıp, “seçim öncesi aranan gerilim bulundu” notunu düşmesi, yine bu çerçevede ele alınabilir.

Ve son önemli not: Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı bir programda, “bundan sonra bütün tezkerelere parti olarak hayır diyeceğiz” derken insanın aklına şu soru takılıyor: Acaba Sayın Kılıçdaroğlu, bu ifadeyi Irak ve Suriye’de olası operasyonlar için mi söyledi, yoksa Yunanistan’ın olası provokasyonlarına/saldırganlığına karşı Türkiye’nin olası meşru müdafaa hamlelerini önlemeye yönelik bir bilgi paylaşımı mı yaptı?

Diğer Yazıları