Ay siyah, güneş ışıksız olsun...

Yeni Zelanda’da, iki cami tarandı. İnsanlar ibadet sırasında katledildi.

Ötesi yok.

Sonrasında dünya liderlerinden açıklamalar, kınamalar geldi.

Söz, gerçeğin üzerine örtüldü.

Meşhur Sydney Opera binasına Yeni Zelanda’nın sembolü yansıtıldı.

Paris’te Eyfel’in ışıkları kapandı.

Gösteri, gerçeğin üzerine örtüldü.

Medya cani teröristin hikâyesini yazıyor. Kimmiş, neymiş vs.

Haber, gerçeğin üzerine örtülüyor.

Halbuki.

Laf, gösteri, haber dünyanın daha kötüye gitmesini önleyecek eylemler değil.

Sapkınların çoğalmasına da engel olacak şeyler değil.

Medyanın teröriste yaklaşımı onu, başka teröristlerin gözünde kahramanlaştırıyor.

Örnek.

Yeni Zelanda canisi ne diyor? “Gerçek anlamda ilhamı şövalye Breivik’ten aldım” diyor.

Breivik, 2011’de Oslo katliamını yapan terörist.

Bataklık kurumadan sivrisinekler yok olur mu?

Dünya kamuoyuna bakın.

Yeni Zelanda Başbakanının “Silah yasaları değişecek” sözünün etrafında toplanan var mı? Yok.

Silah üreticilerine ve lobilerine karşı açık engeller koyma konusunda somut adım var mı? Yok.

Bireysel silahlanmanın kesinlikle yasaklanması yolunda devletlerin kararlı adımlar attığına tanık olan var mı? Yok.

Sinema ve dizi sektöründe, “yabancılar” ve özellikle Müslümanları suçlu kılan senaryolarda, “kadın” konusunun yarısı kadar duyarlılık var mı? Yok.

Başıboş bırakılmış bilgisayar oyunları sektörünü düzenlemeyi görev edinenler var mı? Yok.

İnsanlık için “ortak değer”lerin bireysel özgürlüklere feda edilmesine tepki var mı? Yok.

İşte o “yok”lar dünyayı yavaş yavaş öldürüyor…

Nasılsa dünyanın ölümüne de “gösteri” bulunur: Ay siyah, güneş ışıksız olsun!

 

“GÜLBEN ETKİSİ”

“Gülben etkisi” diye bir şey var kesin.

Bir tez öğrencisi bu konuyu araştırmalı.

Gülben Ergen’in erkek arkadaş bulma maharetindeki sırrını bilelim bedeli neyse ödeyelim dedim ya, önceki yazıda.

Gördüğü rağbeti anlatamam.

Anlı şanlı adamların bu konu etrafında muhabbet çevirdiğini öğrendim.

Mail yağdı. İşin sırrına dair cevaplar.

O cevapları buraya yazmamı isteyenler oldu.

“Olmaz” dedim, “kadının şahane çocukları var, yazık.”

“İyi de” dediler, “çocuklarını düşünmeyen, özel yaşamına dikkat etmeyen o.”

Dedim ki, “Çocuk sadece anne babanın değildir, topluma da aittir. Onlar düşünmüyorsa biz düşünmek zorundayız.”

 

“SEN BENSİN, BEN DE SENİM”

“ArtAnkara Fuarı”na gittim. Gonca Kopuz’un eserlerini görmek için.

Fuar alanında kalabalıktan adım atacak yer yoktu.

O kadar ki, bir eser çarpmayla kaidesinden düşmüş, kırılmıştı. Eser sahibiyle çarpan kişi tartışıyordu.

Kırılma riski olan bir yapıtı neden ayakaltı yerde sergilersin ki diye söylenip geçtim.

Kadın nü resimler o kadar fazlaydı ki, anadan üryan sere serpe uzanmışı bile vardı.

Kafayı taktım.

Erkek egemen, erkek güzellemesine teşne bir toplumda bu kadar kadın nü varsa, erkek nü de olmalıydı.

Aradım, taradım bulamadım. Tuhaf değil mi?

Bir okur, birinin çokluğu karşısında diğerinin yokluğunu açıklasa ne güzel olur.

Sevgili arkadaşım Gonca Kopuz’un tuval üzerine yerleştirilmiş üç boyutlu tablolarının karşısında çakıldım kaldım.

En çok fotoğrafı çekilen tablolar onunkilerdi.

Gonca, baş ve bedenin bir kısmından oluşan tablolarını “Sen bensin ben senim. Bir parçalanmışlık yok. Benim yarımın sende, senin yarımının bende olduğunu anlatmak istedim” şeklinde özetliyor.

Arkadaşımın sanatı bana gurur veriyor.

 

GARANTİ BANKASI BENİ TACİZ EDİYOR!

Sizi bilmem, benim cep telefonuyla muhabbetim pek yoktur.

Olan kısmını da azaltmaya çalışıyorum.

Çağrı merkezleri çıkalı beri, rahat huzur kalmadığı gibi, bazı kurumlar işin suyunu çıkarmış durumda.

Garanti Bankası beni taciz ediyor.

Bu bankanın iletişimcileri saldım çayıra Mevlam kayıra mı diyorlar?

Defalarca uyardığım halde, telefon almak istemediğim halde, “numaramı silin” kaydını bıraktığım halde.

Telefonu açmadığım sürece sabahın köründen akşamın kaçına kadar aramaya devam ediyorlar.

İmdat! İmdat! İmdat!

 

İKİ SORU

Bir, televizyonlara hem de indirimle “19.990 TL’ye mobilya” reklamı veriyor Ergül Mobilya.

O kadar parayı mobilyaya yatıracak arkadaş, mobilyasını televizyondan almaz, bilmiyor.

Seçim araştırmaları öldü de, pazar araştırmaları da mı öldü?

İki, yarım asırdan fazladır müzik yapan, hem de güzel müzik yapan, hem de unutulmaz müzik yapan Özdemir Erdoğan’a laf çakan Aleyna Tilki’ye, sizin de içinizden “Haddini aşma, terbiyesiz” diyesiniz gelmiyor mu?

 

ŞİDDETE METHİYE VAR, RTÜK YOK

Dizilerimizin neredeyse tamamında şiddeti haklılaştırma var.

“Dövüyorum, öldürüyorum da sor bakalım niye yapıyorum” türünden.

RTÜK de bizimle seyrediyor.

En çok izlenen dizilerden Çukur’da. Elinde makineli tüfekle herkesi tarayan, acımasız seri katil Çeto var.

Çeto son bölümde, acımasız bir cani oluşunu arkadaşı Mahsun’a anlatıyor;

“Benim 9 tane kardeşim vardı Mahsun. En büyükleri de ben. 10 - 11 yaşında filanım. Tek göz oda bir yerde kalıyoruz. Açlıktan ağzımız kokuyor lan.

Toprak yok, hayvan yok. Benim babamın yaptığı tek şey çocuk. Bu kadar şey yok Çeto var. Yetmez mi?

Benim babam tuttu kolumdan götürdü beni heriflere sattı lan. Herifler aldılar beni oturak alemine oğlan yaptılar. ‘Kız gibi oynama lan erkek gibi oyna!’

Sesim kalınlaşmasın diye, sakalım çıkmasın diye erkekliğimi taşla ezdiler.

Bir kaçışım var Mahsun. Attım kendimi buraya. Beni bulamazlar ki burada dedim. Sonra anladım hayatta kalmak yetmiyor yeri zamanı gelince o canı alacaksın…”

Öldürüyormuş ama sonuna kadar haklıymış! Kendi adaletini kendi sağlıyormuş!

RTÜK de seyrediyor.

 

DAHA KARPUZ BİLE KESEMEDEN

Tam yazacaktım.

Ağzıyla kuş tutsa bu dizi tutmaz diyecektim.

Yazamadan, “Yüzleşme” dizisi için final söylentileri çıkmaya başlamış.

İlk bölümü yayınlanmadan kefeni biçmiştim halbuki.

Nedenim çok basitti.

Her biri, ancak ikinci rolde iş yapacak oyuncuları başrole taşırsan sonuç budur.

Hande Doğandemir, Engin Öztürk vs.

Bu nasıl bir özgüvense…

 

GICIK OLUYORUM

Kumaşta yılan derisi desene.

Omuzda vatkaya.

Orası burası taşlı güneş gözlüklerine.

Deri pantolona.

Hayvan desenli giysilere gıcık oluyorum.

 

AKLIMDA KALAN

Yoksul evlere para dağıtan “Hızır”: Gece, sessizce yoksul evlerin kapısına içinde para olan zarflar bırakılıyor. Paranın kaynağı nedir bilmiyorum. Ama kim yapıyorsa o kadar güzel bir şey yapıyor ki.. Zarftan çıkan para kaç lira olursa olsun, mutlaka bir ihtiyacı karşılayacaktır. En çok da, yoksulluğu yüzüne çizgi çizgi işlenmiş yaşlı bir teyzenin bulduğu parayı “Ya birininse” diyerek harcamayıp sakladığını söylemesi var ya... Gözleri, sesi, temiz kalbi aklımdan hiç gitmiyor.

Diğer Yazıları