Aslında yaşlı adam başından beri her şeyi biliyordu

Yeni Şafak Haber Müdürü Recep Yeter Gerçek Hayat'a Akif Emre'yi yazdı

Yeni Şafak yazarı Akif Emre'nin ani ölümü medya dünyasını yasa boğdu, Emre'nin ardından çok sayıda veda yazısı kaleme alındı.

Yeni Şafak Haber Müdürü Recep Yeter de Gerçek Hayat dergisinde kaleme aldığı duygusal bir yazıyla Akif Emre'ye veda etti.

- Aslında yaşlı adam başından beri her şeyi biliyordu

Sevilla Endülüs’ün başkenti. “Seviya” diyor İspanyollar. Yan yana gelen iki L harfini Y diye okuyorlar. Endülüs’te, ‘yanyana gelmek, başka bir şeye dönüşmek için ilk şart’. Bu burada dursun.

Rüya içinde rüya

Endülüs’ün başkenti Seviya’da, Akif Emre ahiret yurduna gitmeden bir hafta önce. İstanbul’un Eylül’üne benzer bir gece… Ne terleten ne de üşüten, ferahlatıcı bir serinlik hali. Uyanıyorum, tişörtümün bağrı sırılsıklam. Yanaklarımda oluşan gözyaşı yatağını dokununca fark ediyorum. Annesinin göğsüne yanağını dayayıp ağlayan çocuğun hıçkırıklarını andıran iç çekişim taze. Al Andalusi Oteli’nin 4182 numaralı odasındayım, yatakta doğrulmuş halde… Öylece oturuyorum dakikalarca. Evet, bir rüyadan uyandım az önce. Saatlerce sürdüğünü zannettiğim ama geride sadece hıçkırıklar kalan bir rüya: Bir yetim çocuk var, başından yüzüne doğru sıvazladığım. Her biri ayrı ayrı başının okşanmasını bekleyen ama yetemediğim binlercesi daha yanında, ama hiç birinin yüzü belirgin değil. Yetemediğim her biri için ayrı ayrı hıçkıra hıçkıra ağlıyorum rüyamda. Bu da dursun burada.

erkjfergergrggh

Fikir ekmek mi zor, fikir çalmak mı?

Bay Cobb karşısındaki çekik gözlüye soruyor: “En dirençli virüs hangisidir?” Kısa bir süre bekledikten sonra kendisi cevap veriyor: “Elbette, bir fikir. Dirençli. Oldukça bulaşıcı. Çünkü bir fikir beyne tutununca, onu yok etmek neredeyse imkânsızdır. Tamamen biçimlenmiş olan fikir, yerleştiği yer tarafından iyice kavranır. Beyninize bir fikir girdi mi, bundan tamamen kurtulmanız imkânsızdır. Tamamen düşünülmüş, anlaşılmış bir fikir girdiği yerde kalır.” Bu diyalog, Inception filminden. Bay Cobb rolündeki kişi Leonardo Di Caprio. Diyaloğun geçtiği sahne, özel tekniklerle uyutulan hedef şahsın rüyasının içinde gördüğü rüyada. Yani “rüyanın içinde rüya görme eylemi.” Bay Cobb ve ekibi, rüyalarına sızdıkları kişileri konuşturarak gizli belgelerin olduğu yerini ve şifrelerini öğrenmeye çalışıyor. Yani bir nevi rüyalardan fikir ve bilgi hırsızlığı yapıyorlar. Filmin sonraki dakikalarında bizi bir diyalog daha bekliyor. Rüya hırsızı Bay Cobb ve ekibini kiralamak isteyen bir işadamı bu kez farklı bir teklifle geliyor: “Birinden fikir çalmak yerine neden onun zihnine bir fikir ekmiyorsunuz?” Bu da dursun burada.

Endülüs’ün kuşlarının selamıyla

23 Mayıs 2017, Topkapı. Bir takke satıcısının rüyasında gördüğü hazine ile yaptırdığı rivayet olunan Takkeci İbrahim Çavuş Camii’nin 200 metre yakınındaki gazete binasında yazı işleri toplantısı. Endülüs’ten döneli henüz 24 Saat olmamış. Benim Endülüs seyahatim gündeme geliyor toplantı masasında. Ben gördüklerim ve yaşadıklarımın sarhoşluğu içindeyim. Latifeler yapılıyor, ama hiçbir şey duymuyorum. Toplantı tamamlanıp masama geçiyorum. Bir telefon geliyor: “Doğru mu Recep Hocam? Akif Emre kalp krizi geçirmiş deniliyor”. Akif abinin de uzun bir süre mesaisini geçirdiği binaya sessizlik çöküyor. Fısıltıyla sorulan “doğru mu?” soruları… Sonrası malum. Ölüm haberiyle ilk aklıma gelen, Akif abinin bir medya eleştirisi üzerine Akif abinin de yakınında bulunmuş bir dostumla yaptığımız sohbet. Sert eleştiriler canımı acıtıyor muhtemelen ki “Sence dışarıdan ahkâm kesmiyor mu” diye karşı çıkıyorum. Belli ki unutmamışım. Belli ki haklıymış. Belli ki acıtmış da yer etmiş bende. Belli ki dışarıdan değilmiş kestiği ahkâm, bizzat içeriden…

Catedral de Cordoba

Sevilla’dan Kurtuba’ya gidiyoruz. İslam mimarisinin en büyük üç eserinden biri olarak kabul edilen Kurtuba Camii’ne. Elimize bilet tutuşturuyorlar. Üzerinde Mezquita-Catedral De Cordoba yazıyor. Kurtuba Mescidi ve Katedrali… 860 sütun üzerine oturtulan ve 786 yılında Şam’daki Emevi Camii’nden ilhamla yapımına başlanan caminin içerisinde gezinirken rehberimiz tarafından defalarca uyarılıyoruz. “Aman ha, secdeye varmayın, namaza durmayın.” Bu uyarılar, Kurtuba Camii’nin tam kalbine 200’den fazla sütun kesilerek saplanan catedral hançeri gibi, kalbimizde derin bir yara açıyor. Bu yara biraz sonra önümüze çıkan ve Kurtuba Hıristiyanların eline geçince camiye doldurulan esir Müslümanların, isimlerini kazıdıkları sütunlardaki Arapça yazıları okudukça kanamaya başlıyor. Her bir isim bir damla olup düşüyor yere. Bir fikir olup kazınıyor zihnime. Ömer, Mesud, Hamza, Halid, Muhammed…

Tek kare poz vermeden görünmek

Akif Emre, Yeni Şafak’ta 23 yıldır yazıyor. Hemen her yıl Yeni Şafak’ın kuruluş yıldönümü kutlanıyor, birlikte yemek yeniyor, iftar yapılıyor, toplu fotoğraf çekiliyor. 23 yıl, yani kurulduğu günden beri. Fotoğraf arşivindeyim. Amacım bir programda, bir etkinlikte görüldüğü fotoğraflar bularak Akif Emre’nin vefatıyla ilgili gazete sayfasını hazırlayan editör arkadaşıma yardımcı olmak. Arşivde geziniyorum. 2017, yok. 2016, yok. 2015, yok….. 2000, yok. 1999, var… Bir kare, başörtüsü eylemi yapan kızların yanına gittiğinde arkadaşlarımız çekmiş, kurumsal fotoğrafların arasına girmiş. Ama en kenarda… 96 veya 95’ten de birkaç kare. Yüzü belli belirsiz. Bir toplantı masası. Biri; bir konunun konuşulduğu, bir derdin paylaşıldığı herkesin oldukça ciddi yüz ifadeleriyle birbirini dinlediği bir masa… Yani ne bir kutlama, ne bir etkinlik. Diğerinde ise bir yemek ortamı. En kenarda… 1995. Stüdyoda çekilen kareler. O dönem kadroda yazar olarak kim varsa herkes var. Ne toplu fotoğrafta ne portre fotoğraflarında Akif Emre yine yok. Kişisel web sitesi. www.akifemre.net. Adı üzerinde kişisel web sitesinin fotoğraf galerisinde, göründüğü bir kare fotoğraf yok. Niye yok? Bu da burada dursun.

Hangi ‘sucu’nun çocukları

İstanbul Fatih’te bir izin gününde Saraçhane Parkı. Çocuklarla vakit geçiriyoruz. Suriyeli çocuklar da var. Bir süre sonra kızılca kıyamet kopuyor. Kavga ediyorlar. Aralarına girip birbirlerinden uzaklaştırıyorum. Biz de biraz sonra arabamıza biniyoruz, otoparktan caddeye çıkınca meşhur itfaiyenin üst sokağında aynı çocuklara yine rastlıyorum. Bu kez biri elindeki kola şişesini diğerine atmaya çalışıyor. Hızlıca inip daha sonra kardeş olduklarını öğrendiğim Ahmed ile Muhammed’i zorla arabaya bindiriyorum. Ve evlerini göstermelerini istiyorum. Zeyrek’te bizi oyalamak için bir süre dolaştırıyorlar. Sonunda vazgeçmeyeceğimi anlayınca götürüyorlar evlerine. Ev… Mutfak yok, banyo yok. Bir lavabo, yerde kilimler, birkaç battaniye. 14-15 yaşlarında bir kız çocuğu, onun da kucağında 1-2 yaşlarında bir başka kız çocuğu. Ve 4 yaşında bir kız çocuğu daha. Beyan, Evin ve Fatıma isimleri. Beraber geldiğimiz Ahmed ve Muhammed ile birlikte beş kardeş. Anne, yok. Varil bombasının altında bir kardeşleriyle birlikte can vermiş. Baba, o gün Aksaray’da su işinde çalışıyor, evde yok. Birkaç çikolata ile gönüllerini alıp ayrılıyoruz. Aradan bir süre geçiyor. Merak ediyorum, yeniden yolum düşüyor sokağa. Baba, diğer yakınlarını almaya gittiği Halep yolunda şehit olmuş. Beyan, Evin, Fatıma, Muhammed ve Ahmed artık sadece öksüz değil, yetim de… Onlar da hala, burada değil, şurada; Fatih Camii’nin üç yüz metre beri yanında dursun…

Bütün zıtlar kavgada, bütün zıtlar barışta

Kurtuba Mescidinde açılan o yara, yeryüzünde bugüne kadar gördüğüm ve göreceğim insan eseri yapılar içinde beni en çok büyüleyen El Hamra’da bir başka kanıyor. Beyaz ile siyahın, cüceler ile devlerin, affın ve günahın, güzel ve çirkinin yeryüzünde bir araya gelip gelebileceği en nadide saray El Hamra. Bütün nezahetiyle, bütün letafetiyle Endülüs mimarisinin zirve eseri olarak meydan yerinde duran Beni Ahmer Devleti’nin El Hamrası ile tüm çirkinliğiyle tüm kabalığıyla tüm yobazlığıyla o zerafet şaheserinin tam orta yerine kondurulan taş yığını, Kastilya Kralı’nın sarayının da içinde olduğu El Hamra. Züccaciye dükkânına giren fil misali 1500’lü yıllarda narin bir ceylanın bir ayının pençelerine terkedilişi gibi El Hamra’yı zapteden Kastilya Kralı V.Carlos’un El Hamra’nın bahçesine kondurduğu çirkin yığın; estetik zevkten, ufki medenilikten yoksun iktidarı bütün ihtişamıyla temsil ederken, bir yandan da El Hamra’nın ilk halinin zarafetini gölgelemek şöyle dursun, bilakis, orta yere sermeye devam ediyor.

Arifler bahçesi

24 Mayıs, Fatih Camii. Gençler yaşlılar, kadınlar çocuklar… Ağırlıkla talebeler. Akif Emre’nin rahlei tedrisinden geçmiş talebeler. Birlikte çalıştığı arkadaşları, öğrenci evlerinde ekmeğini bölüştüğü kardeşleri ve elbette eşi, çocukları ve hane halkı. 60 yılın kayda değer bir bölümüne tanıklık etmiş herkes. Tüm kavgalarının şahidi hane halkı. Müslümanların, Bosna’nın, Endülüs’ün, Kudüs’ün, Halep’in derdiyle dertlenen bir adamın kiminle, neyle ne kavgası olursa, olabilirse o kavgalarının şahidi. Ve elbette her kavganın peşi sıra gelen, kaçınılmaz olarak kapıyı çalan ama imkânsızlıklar içerisinde asla ve asla Elhamdüllilah’tan bir lahza yüz çevirtmeyen imkânların en büyüğü, ‘hep şükür hali’. Cenaze merasimi. Yine tek başına değil. Yine en önde değil. Baş ve ayak hizasında birer tabut daha… Kastilyalı Carlos gibi, diktiği çirkin abide ile El Hamra’nın tüm zarafetini ortaya çıkarmak için yarışırmışçasına; çağdaş Carlos, Akif Emre’nin cenaze merasiminde, tabutunun başında, gözleri kamerada verdiği pozla, Akif Emrelerin niye yaşadığını ispatlama telaşında… El Hamra’nın yazlık sarayının bulunduğu bölüme verilen “Cennetül Arif’in” adından ilham alırcasına, biraz sonra er kişi niyetine Allahu Ekber diyen imam efendi, ısrarla tekrar ediyor: Arif Emre Beyefendi… Fatih Camii’nden Granada’nın Bereket Bahçeleri’ne kapı açılıyor. Omuzlarda, hayattayken girmeyi hiç sevmediği protokol kapısından çıkıp şehitlerin Meşveret Salonu’na teşrif ediyor Akif Emre: Allahu Ekber ve lillahil hamd.

Madrid metrosunda Tala-al Bedru

İki gece önce. Madrid Metrosu. Şehrin merkezine gitmeye çalışıyorum, ancak saatler gece yarısına geliyor. Yine de bir şansımızı deneme taraftarıyız. Bir yandan Real Madrid’in şampiyonluk kutlamaları var. Ve bir Fransa, bir Almanya gibi değil, Endülüsya. Bizim gibi, bizden. Gece sokaklar ıssızlaşmıyor. Kepenkleri kapanmıyor evlerin. O Madrid’in metrosunda ‘Pardon’ diyerek durdurduğumuz, bilet makinesini gösterip nasıl gideceğimizi sormaya çalıştığımız genç adam, hal selamını “Aleykümselam” diyerek karşılıyor. “Turki?” diye soruyor. Bizim gözlerimiz ışıldıyor. Türkçe biliyor musun sorusuna, “Az” diyor ve peşinden ekliyor. “Arapça konuşabiliriz?” Muhabbet başlamış bile; ne farkeder Arapça, Türkçe, İngilizce.. Halepli Munsatırbillah’ın gözleri ışıldıyor, Çankırılı Recep’in gözleri ışıldıyor, Rizeli Uğur’un gözleri ışıldıyor. Madrid metrosuna gece vakti güneş doğuyor. Halep’te şehit düşen kardeşleri gülüyor, İstanbul’da bıraktığı annesi babası gülüyor. Kendimizi Muntasirbillah’ın yüksek sesle söylediği “Tala al Bedru”ya eşlik ederken buluyoruz, ama mırıldanarak. Evinin bulunduğu istasyonda inmiyor, yarım saatlik yolu bizim için geliyor, bizi gitmek istediğimiz yere kadar götürüyor ve geri dönüyor. Arkada Madrid sokaklarında boğazdan hırıltılı çıkan “Ahi Recep, fi emanillah” tınısı kalıyor. Muntasirbillah Madrid’de duruyor.

Gözyaşıyla yıkanma mevsimi

Kastilyalı Isabel nam-ı diğer Kirli Isabel’in ettiği “Müslümanları Endülüs’ten kovmadan yıkanmayacağım” yeminine sadık kaldığı yarım asır kadar, her gün geçtiğimiz Ariflerin bahçesinde yıkanmamakta kararlıyız, yaşlı adamların ardından gözyaşı dökene dek. Mesnevi’den mülhem Simyacı’nın Endülüslü çobanı Santiago’nun Mısır piramitlerinin eteklerinde aradığı hazineyi, güçte, iktidarda, gösterişte arıyoruz, ağlamayı unutunca… Hakikaten ağlayanlar ise Akif Emre için ağlamıyor. Akif Emre’ye de ağlamıyor.

Rüyalarındaki hazinenin yerini tarif eden mihmandarı yitirdikleri için ağlıyor. Sadece Takkeci İbrahim Çavuş adına değil, Endülüslü Çoban Santiago adına da ağlıyor. Sadece Halepli Muntasırbillah adına, Halepli Beyan, Evin, Fatıma, Muhammed ve Ahmed adına değil, Kirli Isabel’in torunları adına da ağlıyor, Katil Esed’in torunları adına da… Biliyorlar, aslında, adı Arif olan yaşlı adam, en başından beri her şeyi bilmekteydi.

Aslında yaşlı adam başından beri her şeyi biliyordu ile ilgili etiketler akif emre recep yeter
GÜNÜN VİDEOSU

Körfez'de sel felaketi! Umman'da ölü sayısı 21'e yükseldi! Yarısı çocuk...

Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni vuran tarihi yağışlar, son 75 yılın en büyük sel felaketine yol açtı. Umman'dan gelen son bilgilere göre sel felaketinde ölenlerin sayısı 21'e yükseldi. Ölenler arasında servis araçları suya kapılan 10 öğrenci de bulunuyor.